Ana Sayfa Kritik 2 Perde 1 Ders

2 Perde 1 Ders

2 Perde 1 Ders


Füsun Demirel Aşk Dersleri’ne dördüncü sezonda da devam ediyor.”

Füsun Demirel’in yönetmenliğini ve oyunculuğunu yaptığı ‘Aşk Dersleri’ oyunu dördüncü sezonunda İstanbul’da sahnelenmeye devam ediyor. Füsun Demirel Dario Fo ve Franca Rame’nin “Seks? Eh hayır demem” isimli oyununu çevirerek aralara kendi hayatından anılar serpiştirmiş. Oyun gayet içten bir sohbet gibi sürerken “Tek Kişilik Diyalog”, “Bant Sistemi” ve “Tecavüz” adlı ara oyunlarla Mert Küçülmez ve Serpil Özcan Füsun Demirel’e eşlik ediyor. Her şey interaktif, samimi ve abartısız. Sahne oldukça minimal kurgulanmış, kostümlerde de yine sade seçimler yapılmış. Sahnedeki tempoyu Mert Küçülmez ve Serpil Özcan’ın oyunculukları ile izlediğimiz ara oyunlarla dengede tutma fikri oldukça yerindeydi. Dalida’nın Gigi L’amoroso şarkısı eşliğinde Füsun Demirel bizleri selamladı halimizi hatırımızı sorarak tüm dikkatimizi sahneye topladı. Sahne ve seyirci arasındaki mesafeyi enerjisiyle ortadan kaldırdı. Ufak bir kamuoyu yoklamasıyla kadın ve erkek seyircilerin ortalamasına bakarak oyuna başladı.

Aslında biz kadınlar, erkeklerle birçok konuda eşitiz. Mesela işsizlikte, mesela cezaevlerinde, işkencelerde, tanzim kuyruklarında…”

Oyun bize ilkel çağlardan bu zamana kadar kadın olmayı, olmaya çalışabilmeyi anlattı. Hala bu uğraşın ‘zoru başarmak’ diye adlandırıldığının hepimiz farkındaydık. Son zamanlarda okuduğum ‘Kendine Ait Oda’ kitabının sayfaları arasındaki hışırtıyı hisseder gibi oldum. Virginia Woolf’un cümleleri kafamın içinde uçuşuyordu. “Shakespeare’in Judith adında son derece yetenekli bir kız kardeşi olsaydı hikayesi nasıl olurdu diye şöyle bir tahmin yürütmeye çalışayım. O da Shakespeare ile aynı ölçüde maceracı, aynı ölçüde yaratıcıydı ve dünyayı tanımak için yanıp tutuşuyordu. Ama okula gönderilmedi. Horace ve Virgil okumak bir yana gramer ve mantık gibi bir olanağı dahi yoktu. Arada bir eline bir kitap, belki de erkek kardeşininkilerden birini alıp birkaç sayfa okuyordu. Tam o anda annesi ya da babası içeriye girip çorapları yamamasını ya da pişen türlüye bakmasını ve kitap kâğıtla oyalanmamasını söylüyordu. Erkek kardeşininki gibi bir yeteneğe, sözcüklerin uyumu konusunda son derece canlı bir imgeleme sahipti. Yine kardeşi gibi tiyatrodan hoşlanıyordu. Sahne kapısına dikilip oynamak istediğini söyledi. Adamlar gülüp onunla alay ettiler. Sonunda oyuncu menajer Nick Green, ona acıdı ve yakınlaştı; Judith bu beyefendiden hamile kaldığını öğrendi ve böylece bir kış gecesi canına kıydı ve şimdi otobüslerin durduğu bir kavşakta gömülü yatıyor.” Hep düşünmüşümdür, Judith’in de kendine ait bir odası olsaydı Bayan Shakespeare olabilir miydi? İşte kadın olabilmek bu kadar güçken düşüncelerimizin, fikirlerimizin, politik duruşumuzun olmasının hayatlarımızda nasıl sıkıntılar doğurabileceğine Franca Rame’nin Tecavüz adlı oyunuyla ışık tuttu. Franca Rame 9 Mart 1973’te kendisi ve eşi Dario Fo’ya düşman, karşıt görüşlü bir grup tarafından bindirildiği kamyonette tecavüze uğradı. Gece yarısı şehir merkezinde karakola yakın bir parkta bırakılan genç kadın bunu bir kurtuluş gibi değerlendiremedi. Karakola girdiğinde karşılaşacağı soruları, kendisini nelerle suçlayacaklarını düşünüp ifade vermekten bir süre kaçındı.

Doktor: Küçük hanım ya da bayan; tecavüz süresince sadece acı mı duydunuz yoksa bir çeşit tat aldınız mı? Yani bir tür tatmin?

Polis: Böyle bir sürü erkekle, sanırım 4 kişi, hep beraber, böylesi sert bir tutkuyla, onlardan hoşlanıp onları umutlandırmadınız mı yani?

Yargıç: Hep pasif miydiniz yoksa bir noktada olaya katıldınız mı?

Doktor: Tahrik oldunuz mu? Kaç kez?”

Füsun Demirel, Türk toplumunun yıkılmaz tabusu cinselliğin cehalete dönüşmesindeki etkenlerinden, bu cehaletin nelere mal olduğundan, okullarımızdaki eğitim sistemlerinin yetersizliğinden ve aile içindeki tutucu tavırların çocuklar üzerindeki etkilerinden kah kendi anılarından kah kanıtlı gerçeklerden yararlanarak bahsetti. Henüz hayatımızda bir kere ayna karşısına çırılçıplak geçip kendi bedenlerimize dokunma cesaretini gösterememişken, bazı uzuvlarımızın isimlerini bile bilmezken yaptığımız evliliklerde yaşadığımız cinsel sorunların ve doyumsuzlukların ne kadar derinlerden geldiğini, milletçe sosyo-kültürel konumumuz gereği ne kadar köklü sorunlarımız olduğunu fark etmemizi sağladı.

Love is love… Aşk, aşktır…”

Elbette ‘aşkın da dersi mi olur’ diyenleriniz olacaktır. Ah kapitalizm! Ama iş burada bambaşka. Sevmek sürecinden bahsedip nasihatler verilmedi bize. Sevmenin insanoğlunun ilk çağlardan beri yapabildiği en güzel şey olduğundan bahsettiler. Boş vaktinizde kitap okur gibi, film izler gibi, bir kedinin başını okşar gibi ‘sevin’ dediler. Tabularımızı yıktık. Anlaşılan sevmenin kuralı, kuramı yoktu ve ancak böyle büyüyebilirdi bir insan gönülce. Daha farklı bir gözlükle bakalım istediler evrene, sanata, doğaya, birbirimize… Ortada bir kadın ve erkek varsa sevmek elbette fiziksel de olacaktır. Dürtülerimiz, hormonlarımız, ruhumuz da girecektir duyguların içine. İşte o zaman sevdiğiniz kadar sevişin… Yeter ki hissederek yaşayın bu duyguları; metalik sevişmelerin saniyelik tatları kalmasın kırışmış çarşaflarda…

Milano’daki Siemens Fabrikası’nda kadın işçilerin çalıştığı bant sisteminde bir günde kırk bin beş yüz hareket yapılmaktadır. Bunlardan üç bini pedalla ve avuç kasıyla yapılmaktadır. Kadın işçilerin tümü, çok şiddetle yaptıkları karın hareketleri yüzünden yumurtalıklarından çeşitli hastalıklara yakalanmaktadır. Hemen hepsi yumurtalık veya rahim iltihabı, idrar kesesi iltihaplanmaları gibi genital hastalıklardan şikayetçidir. Aralarından bazıları da doğurganlık yeteneklerini tamamen yitirdiklerinden işlem geçirmek zorunda kalmışlardır.”

Dario Fo’nun yaptığı çizimler oyun boyunca projeksiyondan perdeye yansıtılarak görsel bir doyum yakalanması da oyunla bağdaşan naiflikteydi. Kullanılan görseller o kadar başarılı seçilmişti ki konudan konuya geçerken gözümüz herhangi bir dekora ihtiyaç duymuyordu. Sahne kurgusunun bir kadının yatak odası olarak düşünülmesi arkadaş evinde toplanılan gecelerin, o gecelerde sabahlara kadar yapılan muzır sohbetlerin havasını yaratıyordu. İçimizden birinin çıkıp bizimle bu konuları konuşması, aralarda durumumuzu özetleyen ironik oyunlarla farkındalığımızı arttırması hoştu. Bir dost sohbetine ihtiyacı olan kadın-erkek herkesin mutlu olabileceği bir oyundu. Oyunun sonunda içimizde özgürlüğümüzle en çok bağdaşan melodilere eşlik eden başı dik kadınlar vardı…

Stamattina mi sono alzato, o bella ciao, bella ciao, bella ciao ciao ciao… Bir sabah uyandığımda o bella ciao, bella ciao, bella ciao ciao ciao…”

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl