Ana Sayfa Art-izan Amandine Urruty: Doğaüstünü Çizmek

Amandine Urruty: Doğaüstünü Çizmek

Amandine Urruty: Doğaüstünü Çizmek

Kaliforniya, Los Angeles’ta Corey Helford Gallery’nin onuncu yılı için küratör Caro Buermann, Amerikalı pop sürrealist Mab Graves, Japon sanatçı Yoko d’Holbachie’yi ve Fransız ressam Amandine Urruty’i içeren özel bir karma sergi düzenledi. Urruty’nin resimleri hem sempatik, hem de ürpertici.

Bu sergide gösterilecek eserlere ilişkin konuşalım; bu seçki bir bütünü yansıtacak mı?
Corey Helford için toplam on eser seçtim; hepsi aynı seriden parçalar, doğaüstü olaylara ilişkin seriden. Bu seriye baktığımda biraz daha feminen ve tatlı işler ortaya çıkarmaya çalıştığımı görüyorum. Sergiye vereceğim işlerden favori olanım “Meyve Üçlüsü” (The Fruit Triptych); bu eserimde görkemli ve ürkütücü bir aile portresi görüyoruz.

Eserlerdeki karakterlerin, hayalgücünden beslendiği ortada fakat bu seride, özellikle göze çarpan ilginç karakterler var; ‘Fruit Triptych’deki ‘Ödlek Arslan’ ve ‘Disco Ball’ daki Kurabiye Canavarı gibi. Bu karakterler görsel dünyana nasıl girdi?
Görsel dünyam, hafızamda kalanların bir yansıması, takıntılarım, örneğin sucuklar, meşhur televizyon karakterleri, çocukluk anılarım, oyuncaklar, Orta Çağ’a özgü tuhaf hayvanlar ve Rönesans manzaraları. Zihin, bir oyun bahçesi ve ben de resimlerimi Viktoryan fotoğraflar, çizgi filmler, mitolojik yaratıklar, Katy Perry kostümlerindeki köpekler, Susam Sokağı veya House of 1000 Corpses’dan karakterler, süs bebekler gibi bibloları andıran bir biçimde işliyorum.

Eserlerin bir çok farklı karakterden oluşan kompozisyonlar içeriyor. Böylesi karmaşık kompozisyonlar resmetmenin özel bir nedeni var mı? Hikayenin merkezine işaret eden, ana bir karakter var mı?
Bazen ana bir karakter üzerine odaklanıyorum, bu doğru. Her zaman aşırı kalabalık resimler yapmayı sevmişimdir. Hatta bu resimleri yaparken daha fazla detay eklemekten kendimi alamıyorum. Benim için bitmiş bir resim yoğun ve kalabalık bir resimdir, resme her bakışınızda dalıp gidebilmeli ve yepyeni bir detayla karşılaşmalısınız. Hieronymus Bosch’un resimlerinde olduğu gibi.

Tüm bu eserlerde gördüğümüz karakterlerin çoğu sembolik ve kişisel anılardan meydana geliyor. Bu sembolik karakterlerin kökeni genellikle mutlu bir deneyime mi dayanıyor, yoksa mutsuz bir deneyime mi?
Bu değişiyor. Karakterlerimden bazıları çok mutsuz anılarla ilintili olmasına rağmen, kimi zaman espirili de olabiliyor. Gerçek şu ki; tüm bunlar birbiriyle bağlantılı ve aynı sahnede var olabiliyorlar, tıpkı gerçek yaşamda olduğu gibi. Çelişkili öğeleri bir arada resmetmeyi seviyorum. Komik, ürkünç, sevimli, müstehcen… Tatlı-ekşi bir tad bırakan eserleri seviyorum, aynısını kendi resimlerimde de yapmaya çalışıyorum. Basit bir detay oldukça korkunç bir sahneyi bir anda komik gösterebilir, ya da bunun tam tersi. Benim için, bu çelişki sanatın ta kendisi. Onu eşsiz ve büyüleyici kılan da bu.

Sanat, negatif enerjinizi atmanıza yardımcı oluyor mu? Ya da, teslim süresi belli olan bir iş ortaya çıkarırken yaşadığınız güçlükler sizi strese sokuyor mu?
İkisi de bazen oluyor! Bence sanat için bir tür meditasyon diyebiliriz. Bir sanat eseri ortaya çıkarırken tamamen kendinizi ona vermeniz, bir parçası olmanız gerekir, çünkü yeterli düzeyde konsantre olmadığınızda bunun bedelini hata yaparak ödersiniz. Ancak şunu da itiraf etmeliyim ki hayat sahnesinde zaten zamana karşı bir yarıştayım! Bu anlamda evet, sanatçılık kimi zaman insanı strese sokan bir duruma da dönüşebilir. Sergi süreçleri yaklaşırken kimi günler hiç uyumadığım, hafta sonları dahil gece-gündüz deli gibi çalıştığım oluyor. En son tatile çıktığımda, yıllar evveldi ve sadece dört günlüğüne. Aslında bu çok tuhaf, çünkü insanlar, sanatçıların boşta gezen aylaklar olduklarını düşünürler. Fakat bu insanların hiçbiri, ressamlığın ne kadar zahmetli ve sabır gerektiren bir iş olduğunu bilmezler.

Karakalemle çalışıyorsun.
Dürüst olmak gerekirse, bugüne kadar boyama konusunda hep beceriksizdim. Sanat çalışmalarıma başladığımda ekspresyonist resimler yapıyordum. O günlerde, Francis Bacon gibi olmak istiyordum. Ama ne yazık ki bu olmadı ve ben de ilk göz ağrım, çok sevdiğim karakaleme geri döndüm; zaten tuhaf bir şekilde yatağımın üzerinde çalışıyorum ve karakalem gibi kuru bir teknikle çalışmak bu açıdan büyük rahatlık sağlıyor.

Neden bilmiyorum ama tüyler ürperten hikayeler, her zaman beni etkilemiştir. Bu hikayeler bana ninni gibi geliyor. Ama dürüst konu gerekirse seri katil hikayeleri, beni asla gerçek anlamda korkutmadı.

Siyah-beyaz resimler yapan ender sanatçılar birisin.
Desen çizmeyi hep sevmişimdir ancak bunu bir stil olarak benimsemem, biraz vakit aldı. Akademideyken, çizim derslerinde kurşunkalem kullanmayı sevmeme rağmen farklı teknikler de denemek istedim fakat pek de beceremedim. Daha sonra fotoğraf çekmeye başladım, sosisler ve sloganlar içeren devasa posterler yaptım, bunları sağa sola asıyordum… Vintage, öğrenci işi sokak sanatı. Bir süre sonra çizime geri döndüm. İlk sergim tamamen siyah-beyaz çizimlerden oluşuyordu
İlerleyen süreçte, içine girdiğim oldukça mutsuz bir dönemle baş etmek ümidiyle çarpıcı renkler, gök kuşakları gibi öğelere giriştim. İki sene boyunca şeker pembesi ve fosforlu sarı gibi renklerle bir şeyler yaptım. Daha sonra, babam vefat ettiğinde, gökkuşağı renkleriyle aydınlattığım perspektifin çok da işe yaramadığını anladım. Bundan üç yıl önce, kesin ve tam anlamıyla siyah-beyaza geri dönüş yaptım ve de artık bunu değiştirmeye pek de niyetim yok. Desen, sonu gelmeyen bir egzersiz ve siyah-beyaz resimlerle yol almak benim için gerçekten heyecan verici.

Kendini ressamlığa vermeden önce bir müzik grubunuz vardı, ne tür müzik yapıyordunuz?
Kafası karışık bir Fransız bossa nova grubuydu. “Kafası karışık” diyorum, çünkü progressive rock ve 8bit melodileri aynı anda çalıyorduk. Grubun ana dinamiği her şeyi melodiyle söylemekti; istem dışı bir şekilde. Grubun kariyerinin, kan revan içinde sonlanmasına rağmen, gerçekten de heyecan verici bir deneyimdi ve birçok insanın karşısında şarkı söylemek güzeldi, bu deneyim bana özgüven kazandırdı ve daha sonraları görsel sanatlar kariyerime başlamamda etkili oldu.

Bu müzik grup vesilesiyle posterler, albüm kapakları, flyer’lar ve benzeri grafik materyaller üretmenin sanatsal açıdan faydasını gördüğünü söyleyebilir miyiz?
Halihazırda güzel sanatlarda okuyordum ancak grupla takılmaya başladığımda akademinin sınırlarından uzaklaşarak kendi grafik dünyamı kurmaya başladım. Ağzı, burnu, elleri kısaca kocaman gözleri dışında hiçbir uzvu olmayan, ne idüğü belirsiz bebeksi karakterler, tuhaf hayvanlar yapmaya başladım. Bu eski işlerim fazla detaylı değildi fakat bunları yaparken harika vakit geçirdiğimi de itiraf etmeliyim. Onlar benim ilk üretimlerim, geçmişe dönüp baktığımda ilk yaptığım köpek portreleri hala hoşuma gidiyor ancak bunları anı olarak saklamayı tercih ederim

Sanırım resimlerini yaparken tuhaf hikayeler ve korku filmlerinden de ilham alıyorsun.
Neden bilmiyorum ama tüyler ürperten hikayeler, her zaman beni etkilemiştir. Bu hikayeler bana ninni gibi geliyor. Ama dürüst konuşmak gerekirse seri katil hikayeleri, beni asla gerçek anlamda korkutmadı. Dokuz yaşından beri korku filmi izliyorum. Babam da bu tip gerilim ve korku filmlerinin büyük bir hayranıydı, bu tutku bana ondan miras kaldı. Babamın bu tutkusu sayesinde Suspiria, The Funhouse ve Re-Animator gibi ilk sinematografik heyecanlarımı çok ufak yaşlarda tecrübe ettim ve elimdeki meşalenin ateşi halen capcanlı!

PRØHBTD Content & Culture

prohbtd.com

Çeviri: Selin Oransayoğlu

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl