Androjen model ve gazeteci’ biçiminde, toplumsal cinsiyet kimliğiniz vurgulanarak anılmak sizi nasıl hissettiriyor?

Fena da olmuyor aslında, çünkü insanlar bugün, travesti ve transseksüel ayrımını dahi yapamıyor. Bir gün yolda bir hanım bana ‘Huysuz Virjin röportajınızı çok beğendim, o kadını çok seviyorum’ dedi. ‘Seyfi Bey’den mi bahsediyorsunuz? O kadın değil, erkek’ dedim ve ‘Ne iş yapıyorsunuz?’ diye sordum. ‘Öğretmenim’ dedi, ‘Eyvah!’ dedim. Androjen kimliğimin yazılması beni hiç rahatsız etmiyor; insanlar en azından, var olan bir şeyin varlığının farkında olsunlar. Bu bir örnektir.

Heteroseksüel olmayan varoluşlara dair neden böyle bir bilgisizlik var?

Bakış açısı. İnsanlar görmek istediğini görüyor. Şahsen ben, insanlara dair herhangi bir kategorizasyon yapmıyorum.

Peki, androjen kimliğini nasıl tanımlarsınız? Bu kimliği LGBTİ kimliklerinin içinde konumlandırabilir miyiz?

Androjen’i LGBTİ ile aynı kefeye koymak doğru değil. Yine belirtiyorum, aslında kategorize etmenin kendisi yanlış. Sonsuz ölümsüz ruhuna müdahale yapmamak esas olan… Bu ülke idaresinde bunlar olurken hiçbir şey suç değil. Bir dönem yaşananlar düşünülürse, bugün ülkemizde insanlar daha rahat.

Öte yandan, bugün ülkemizde heteroseksüel olmayan bireyler, eskiden olduğu gibi, kimliğini gizlemek zorunda kalıyor. Kimliğini gizleyen bazı bireyler kendini anlatmak, tavsiye almak ya da tebrik için sizinle temasa geçiyordur öyle sanıyorum ki…

Birçok androjen birey kimliğini açık ediyor şimdi. Instagram ve Facebook’tan pek çok mesaj alıyorum. ‘Ben de androjen’ olmak istiyorum’ yahut ‘ben de travesti olmak istiyorum ve bedenimde değişiklik yapmalı mıyım diye düşünüyordum, ama artık olduğum gibi yaşayacağım, siz bana örnek oldunuz’ diyenler var. Doğduğum gibi bu dünyadan ayrılıp ruhlar âlemine geçiş yapacağım. Müdahale istemedim. Yapanlara da saygım var. İnsanlar, beni örnek alıp, bedenlerini değiştirmeden yaşamak istiyor; ne kadar güzel bir şey, şayet bunu başarabildiysem. Ancak altını çizmek gerekir ki, bedenini değiştirmeden yaşamak en doğru tercihtir gibi bir iddiam yok, zira, her bireyin farklı seçimleri olabilir ve saygı duyarım. Sadece, benim gibi, bedeninde değişiklik yapmadan yaşamayı seçen kişilere, bu şekilde de var olabileceklerine dair örnek olabilmek benim için güzel olan.

Androjen kimliğinizle meşhur olduktan sonra aileniz, bu durumu nasıl karşıladı?

Ailem androjen kimliğime saygı gösteriyor ve konuyu açmıyor. Bu konuda, bu vesile ile kendilerine şükranlarımı sunuyorum. Çok kültürlü bir aileden gelmiyorum, ancak, çok açık fikirli bir aileden geliyorum ve bu bakımdan çok şanslıyım.

Peki, androjen olmanız kıyafetlerinizi sunumunuzda bir fark yaratıyor mu sizce?

Çok yürüyorum, egzersizler yapıyorum. 1,86 boyum var. Yürüyüş, zarafet, bakış ve ‘aktristlik’; modelliğinize bunları ilave ediyor ve ruhunuzu veriyorsunuz. Birkaç tasarımcı benim kişisel tarzımı inceleyip tasarımlarını benim tarzıma yaklaştırdı.

Moda sektöründe, heteroseksüel olmayan bireylerin, diğer sektörlerde olduğundan daha rahat var olabildiğine dair bir kanı var. Bu bireyler açısından ayrımcılıktan söz edebilir miyiz?

Aslında her zaman ilk konu o olmuş oluyor. Olmaz olur mu, bu vardır muhakkak. Türkiye’de ve dünyada kadın ruhu taşıyan ama sakal bırakan, vücut yapan, erkek gibi görünmek zorunda kalan ama sesini incelterek konuşan bir kesim de var. Böyle yapmazlarsa, iş bulmaları zor. Türkiye’nin en önemli gazetelerinden birine, iki sene önce iş görüşmesi için davet edildim. Normal halimle gittim, çünkü şeffafım ve olduğum gibiyim. Ben odadan ayrıldıktan sonra, genel yayın yönetmeni, kendisine beni tanıştıran arkadaşıma demiş ki, ‘Aslında o kadar güzel şeyler yapmış ki, en önemli konukları almış ve onlara kainatı sormuş’ demiş. Sonrasında, demiş ki, ‘Aslında iş onun ama bir girdi ki içeri, Victoria Secret kızlarından biri girdi sandım. Çok büyük haksızlık, ama çok güzel, içeri bir süper model geldi, elim ayağım dolaştı ve kim görse aşık olduğumu düşünür, laf olur’ demiş ve sonuçta beni işe almadılar.

İstanbul’da yaşamanız ayrımcılık deneyimleri noktasında bir fark yaratıyor olabilir mi?

Küçük yerdeki deneyimleri böyle bir yerde yaşamadan bilmem güç. Küçük yerdeki kişiler gizli yaşamak zorundalar. Bana sosyal medyadan yazıyor bazen yakışıklı çocuklar, bıyıklı vs. ama ‘Eşcinselim’ diyor kimi. ‘Yaşadığımız şehirden dolayı mecburen böyle olmak zorundayız’ diyorlar. Yanı sıra, diğerlerini dışlayan insanlara bakıldığında, genelde, yaşamak istedikleri yaşamları gerçekleştirenleri dışlarlar.

Peki, ünlü olmadan evvel, androjen kimliğiniz üzerinden olumsuz bir yaklaşımla karşılaştınız mı?

Muhakkak deneyimlemişimdir, ama kendimle o kadar barışık bir insanım ki ruhumda olumsuz enerji barındırmıyorum. Hatta bana karşı ön yargılı olanlar dahi, bir süre sonra benimle arkadaş olmak istiyor. Normal dediğiniz heterolar da birbirini sevmiyorlar.

Heteroseksüel olmayan bireylere karşı ‘cinselliğe açık olma’ ile ilgili bir ön yargı var. Androjen bir birey olarak size karşı benzer bir yaklaşım var mı? Örneğin, hem erkekler, hem kadınlar tarafından rahatsız edilme ve tacizin boyutunun yükselmesi söz konusu mu?

Özelden çok arkadaşlık teklifi alıyorum, aldığım mesajlar genelde cinsellik üzerine kurulu ve çok rahatsız edici oluyor. Kendimi bildim bileli yaşadığım durum bu. Sonra o sizin enerjinize göre tedbirini alıyor. Ben ona kardeşim diyorum, o, ‘Aşığım’ diyor. Bazıları yılışık oluyor. İnsanlar işin içine cinsellik girince, kendini nerede görüyor bilmiyorum. İşte mitomani… Kendisini, Ben Affleck gibi mi görüyor bilemiyorum. Engelliyorsunuz, oluyor bitiyor. Bir de şu var ki, biz Zeki Müren’le büyüdük ve Müren’in tarzından onun eşcinsel bir kişi olduğunu anlardık. Bugünse, eşcinsellerin kendilerini var ediş tarzları farklı biçimlerde olabiliyor. Son derece yakışıklı, sakallı ve kaslı çocuklar gey. Baktığımda ailesi için heteroseksüel ve heteroseksüel kızlar da çok beğeniyor, ancak sonra bir biçimde anlıyorum ki aslında bu birey gey. Sokakta biriyle karşılaştık, sesini incelterek, ‘Ayy seni çok beğeniyoruumm’ dedi. ‘Niye böyle konuşuyorsun?’ dedim. ‘Benim sesim böyyyleee’ dedi. Bir bireyin vücudu kaslı ise ve bıyık bırakıyorsa ben o bireyden erkek ses tonu bekliyorum açıkçası. Elbette her birey nasıl arzu ediyorsa bu biçimde var olabilmeli, ancak bazen, ‘İnsanın kendisini bilmesi lazım’ diye düşünüyorum ve bu biçimde riyakârlık gibi geliyor. Ben Zeki Müren ile büyüdüğüm için belki de… Ayrıca, eşcinsel bireylerin kimliklerini, zorunluluktan ötürü, rahatça ifade edememeleri gibi bir durum da var elbette. Kadınlara gelirsek, onlar beğenerek bakıyor… Sahip olmak istediği bacakların bende olması üzerinden bakan da var. Belli olgunlukta olanlar beğeni ile bakıyor. Ben boylu posluyum ve kadınlar çok cesaret edemiyor da olabilir. Tüm bunlar bir yana, artık ben aseksüel yaşama döndüm.

Peki, hiç eşcinsel yahut diğer cinsel yönelim gruplarından aktivist bireylerden sizinle temasa geçen oldu mu?

Sosyal medya üzerinden benimle temasa geçen bazı aktivist bireyler oldu, ancak açıkçası aktivist gruplarla çok yakın bir ilişkim yok. Ne ülkemde ne de yurt dışında bu grupların etkinliklerine hiç iştirak etmedim. Türkiye’de yapılan yürüyüşlerde sunumun daha farklı biçimde yapılması gerektiğini düşünüyorum. Bana kalırsa, adaba aykırı bir yürüyüş olmaması lazım. Ancak, aktivizm içindeki arkadaşlar için ‘adaba’ dair yaklaşımda farklılık olabilir, onlar için sunumları adap dışı olmayabilir; farklı görüşlere saygı duyarım. Ben inancım ve hayata bakışım itibariyle bu biçimde düşünüyorum. Modellik yaparken kendi kıyafetlerim için dahi bedenimin gözükmesine ilişkin belli kıstaslarım var. Ayrıca, aktivist bireylerin verdiği mücadeleye elbette saygı duyuyorum.

Peki, androjen kimliğinizden ötürü size karşı özel bir ilgi ya da destek var mı?

Üç yıl içinde ‘Türkiye’nin en önemli mankenleri’ arasında anıldım, bu çok büyük bir başarı. Androjen model olduğum için yüksek ilgi var. Ben podyuma çıkınca alkış kopuyor. Kendilerinden geçiyorlar ve her anı çekmek istiyorlar. Nişantaşı’nda yürürken, fizik olarak, yürüyüş olarak çok beğendiklerini söylüyorlar. Diğer yandan, yeni tasarımcıların idolleriyim ve benimle çalışmayı çok istiyorlar. Ben podyuma çıkarken tüm modeller podyumun arkasından beni izlemeye çalıştığını, podyumda elbiseye ruh kattığımı, bakışla bedensel enerjiyi yansıttığımı söylüyor. Aldığım duyumlara göre, modellerin podyumda en çok beraber olmak istediği model benmişim. Destek olarak Mert Fırat ve Didem Soydan’dan destek alıyorum. Sevgi, paylaşım ve beğenileri üzerinden.

Sanata dokunan işler yapanların, bu isimler gibi, daha duyarlı ve farklılıklara açık olmasını bekleriz, ancak şunları da yaşadık… 1980’lerin başında sahne yasakları geldiğinde Bülent Ersoy’u desteklemeyen ses sanatçıları, yasak bitince Ersoy’la ortak işler yapıp destekledi. Ahmet Kaya’nın 90’larda pop müzik sanatçılarını, küpe taktıkları için eşcinselliğe göndermeler yaparak eleştirdiğini biliyoruz ki kendisi ezilen grupların sorunlarına duyarlı bir sanatçıydı. Bu çelişkili durumlara dair düşünceniz nedir?

İbrahim Tatlıses’in de içinde olduğu sanatçılar Bülent Ersoy ve Zeki Müren assolist iken, onların alt kadrolarında yer almıştır. Kimin arabasında şarkı çalarsa onun arabasına bineriz. O an nasıl işine geliyorsa ona göre davranır insanoğlu, çünkü Kuran’da da yazdığı gibi insanoğlu nankördür. İnsanlar bir bakıyorsunuz fotoğraf çektirmek istiyor, sonra arkanızdan konuşuyor. Riyakârlık gibi geliyor bana. Katliamlar, savaşlar, böyle mi olmalı, hani ekmeği bölüşmek vardı? İşin özü insanoğlu kötü ve hatta en vahşi canlı olmuş. Çok homofobik insanların bilinçaltında eşcinsel olduğunu düşünüyorum. İnsanlar bir kişinin yanına merakından gider, arkadaş olmayı rica eder, sonrasında da o kişinin arkasından konuşur. Michael Jackson da cinsiyetsizdi ama, konserlerine ciddi paralar ödeyip gidiyorlardı. Keza, Bülent Ersoy için de bu böyleydi.

İlk androjen model diyorlar basında sizin için, ancak başka androjen modeller de var. Bu konuda ne dersiniz?

İlgili arkadaşlarımız elbette vardır. Ancak onlar belki bir projede yer almış, belki bir röportaj vermişlerdir; değişiklik olsun diye… Ben profesyonel işler yapmış bir insanım. Dolayıyla, bunun böyle anılması da doğru değil mi? Ayrıca benim Türkiye’nin en önemli starlarına önemli sorular sormam üzerinden başka bir kimliğim de var. Burada bir hak yeme yok esasında. Örneğin, Türk Sineması’nda pek çok oyuncu var ama bugün, Türkan Şoray’a ‘sultan’ deniliyor. Ben çıktığım dergilerin sayısını hatırlamıyorum.

Heteroseksüel olmayan kimliklere karşı pek çok ayrımcı tutum varken, moda alanında bu kadar pozitif bir yaklaşım olmasını nasıl değerlendiriyorsunuz?

Moda alanında sanat yapılıyor. Moda, farklılıklara daha açık bir sektör, daha modern ve daha esnek. İzleyiciler de daha medeni.

Modanın cinsiyetsizleşmesine dair neler söylersiniz?

O kadar çok cinsiyetsiz insan, androjen var, o kadar çok gey var ki doğal olarak onlar daha kadınsı giyiniyorlar. Kadınlara baktığınızda daha erkeksi giyiniyorlar. Doğal olarak da modacılar trendi daha cinsiyetsiz yapıyor. İnsanlara hitap eden şeyler üretecekler ki onlar da satsın ve para kazansın. Dünya modasına baktığımızda, yirmi sekiz ülkede üretilen modayı yedi kıtanın giydiğini görüyoruz. Artık erkekler de kırmızı pantolon giyiyor örneğin. Avrupa’da erkeklerin üzerinde benim cesaret edemeyeceğim kıyafetleri gördüm. Herkesin kendi yaratılışı diyorum, zira, eleştiriyi hiç sevmiyorum.

Bir röportajınızda Kızılderili bir aileden geldiğinizi söylemişsiniz. Nerelisiniz?

Baba tarafım Moğolistan’dan göçmüş. Bir kısmı Amerika’ya gitmiş ve nihayetinde yedi kıtaya dağılmışlar. Büyük büyük dedem İstanbul’a gelmiş. Ne kökenlisiniz derseniz, esasen ne kökenimin ne de cinsiyetimin benim için hiç bir önemi yok. İlim, tevekkül ve teslimiyetle bunun böyle olduğunu net olarak anlamış bulunmaktayım.

Kızılderili olduğunuza dair haberler nereden çıktı?

Yıllar evvel, aileden bir albay, soy ağacımızı araştırıyor ve Kızılderili olduğumuzu söylüyor. Bunun görüntü ve tarz olarak ailedeki tek timsali de benim. Bu nasıl olabildi bilmiyor, kendimi keşfetmeye çalıştığım gibi, bunu da anlamaya çalışıyorum. Öte yandan, Kızılderili olmaktan da çok mutluyum. Bazen bakıyorum, düşüncelerim tamamen onlar gibi. Hiçbir canlıya kıyamamakla birlikte, ağzımdan çıkan kelimeleri de çok dikkatli seçiyorum. Gerçek anlamda ruhla birlikte konuşmayı seçenlerdenim. Çünkü ruhsuz biçimde bakmak ayrı, ruhsal zekâyla bakmak ayrı, görsel zekâyla bakmak, mana âlemiyle bakmak ayrı.

Biraz da sizin yaşam tarzınız ve öykünüze dair konuşalım istiyorum. Giyim tarzınız da Kızılderililer’in tarzına benziyor…

Kızılderililer tümü birbirine benzeyen, erkek veya kadına yönelik olmayan, tüyler, aksesuarlar vb. unsurlar içeren kıyafetler giyer. Benim tarzım da onlarınki ile yakınlık taşıyor. Dünyanın en önemli markaları dahi ilgimi çekmiyor. Hazır bir kıyafeti, bir makasla keserek ya da bir aksesuarla yeniden tasarlıyorum. Bu kıyafetler kendi tasarımlarım. Yakın olduğum, terzi arkadaşlarım var; bazen aksesuar dikimlerinde yardım ediyorlar. Transparan, payet, parlak lame yahut dore hiç kullanmam. Toprak rengi ve yeşil gibi renkleri tercih ediyorum. Doğanın parçası olduğumu ilim ve inanç olarak biliyorum. İlaveten, şöyle de bir şey var ki, tasarımcılar, kimi zaman, podyumda rahat etmem adına, giyeceğim kıyafetleri tarzıma yakın hale getiriyor.

Çocukluk ve gençliğinizden biraz bahseder misiniz?

İstanbul, Merter doğumluyum. Kalabalık bir ailenin en küçük çocuğu olarak bu dönemlerim, sevgi dolu ve gerçek anlamda ekolojik bir yaşam içinde geçti. Her yer bitki doluydu. O zamanlardan hatırımda kalan bir tulumba ve su çektiğimiz bir alan var. Babam sertti, ama, bizleri tokat bile atmadan büyüttü. Merter İlk Okulu’nda okudum. İlk gün, okula gittiğimde, öğretmen, ‘Çocuklar bugün ilk ders ne yapmak istersiniz?’ diye sordu. Sınıfta en arka sıradayım ve parmak kaldırdım. ‘Adın ne senin?’ dedi, ‘Ferhat’ dedim. ‘Ferhat, şarkını nerede söylemek istersin? dedi, ‘Tahtada’ dedim ve herkes ağlarken, benim bu davranışıma hoca çok şaşırdı. Hoca, ‘Ferhat senin sesin çok güzel, sen muhakkak müzisyen olursun’ dedi. Liseden sonra, İstanbul Üniversitesi Şan Bölümü’nde okudum. Şu açık ki, İlköğretimden liseye dek, hocalardan hiçbir şey öğrenmedim. Eğitim hususunda teşekkür edeceğim insanlar varsa, Einstein, Hz. Ali, Mevlana ve Yunus Emre’dir.

Ailede sizin sanata yönelmenizde etkili bir figür var mıydı?

Babam inşaat malzemeleri satıyordu, annemse ev hanımıydı. Ailemde sanat okuyan yoktu, ancak, ailem Türk sanat müziği hayranıydı. Çok zengin değildik ama ruhsal açıdan çok zengin bir aileydik.

İstanbul Üniversitesi Şan Bölümü’nde okuduktan sonra ne yaptınız?

İstanbul Dedeman Oteli’nde baş solist olarak çalıştım. Fenerbahçe’de gece kulüpleri vs… Masaların üzerinde göbek atarak şarkı söylemek, benim yaşantıma uygun değildi ve solistliğe devam etmek istemedim. Sonra, bir gazetecilik teklifi geldi. “Medikal Türk Sağlık Dergisi”, ‘Magazin yazar mısınız?’ dedi. Denedim, ancak bu iş de bana çok uygun değildi. Evimde TV dahi olmadığı için magazin dünyasının, bu dünyada arkadaşlarım olmasına rağmen, çok fazla içinde değildim. Enerji birleşmesi olmadan yakın arkadaş olamıyorsunuz. Örneğin, kuşlarla enerji akışımız olduğu için çok iyi arkadaşız. Farklı bir yayında gazeteciliğe başladığımda, bu kez, her ay ünlü bir konuk alıp soru sormam istendi. Bir ilke imza atmak istedim, çünkü zaten, bir androjen kimlik olarak gazetecilikte bir ilktim. Dergiye, ortaokulda başladığım, fizik kanunları, metafizik ve evrenbilimleri üzerine bir araştırmadan söz ettim. ‘Toprak niye var?’, ‘Kuş niye var?’ vs. Bana, ‘çok ilgi çekmez, çünkü insanların, bilgiye ve ilme çokça merakı yok’ dediler. Ben de yanıt olarak, ‘Tesla’yı da vaktiyle kimse anlamamıştı, ama şimdi elektriği aslında onun bulmuş olduğu kabul edildi, Ayrıca, Tesla üzerine filmler çekiliyor ve kitaplar yazılıyor. Bu soruları da yarın bir gün anlayacak birkaç insan olsa yeter’ dedim. Çok da doğru bir karar vermişim. Mert Fırat, Olgun Şimşek ve Leman Sam gibi ünlü isimlerin de içinde olduğu pek çok konuk aldım ve onlara metafiziğe dair sorular sordum. Kalıcı bir şeyler yapmak istedim. Geçenlerde, çok beğendiğim bir gazeteci, moda dünyasından bir arkadaşıma, sorduğum soruların özgünlüğü ile tarihe geçtiğimi söylemiş.

Bu sorulara temel olan metafiziğe olan ilginiz nasıl gelişti?

Esasında, küçüklüğümden beri metafizik olanla bir ilişki içindeyim. Çocukken, sabah namaza kalkmak istemiyordum ve sıcak yatak tatlı geliyordu. Rüyamda, çok güzel ve aydınlık biri gelir ve bana tokat atardı, tokadın acısını hisseder, camiye gider ve namaz kılardım. Enerjinin varlığına inanıyor, görüyor ve hissediyorum. Gelecekte, daha popüler olmak istememin yegâne nedeni, yedi kıtada geniş bir kitleye yaratanın gerçek tarafını anlatmak, dinsiz, ırksız, cinsiyetsiz ve renksiz bakmanın gereğinin altını çizmek. Bu da modellikle olacaktır.

Neden modellikle?

Çünkü ben, Türkiye’nin tek androjen modeliyim ve androjen modeller dünyada da hayli az. İnsanlar görsel zekâyla ve madde âleminden bakıyor ve bu bağlamda modellik, insanlara erişmek için iyi bir yol. Kimi modeller vücutlarını sergileyerek bu işi yapıyor. Profesyonel manada bu yapılabilir elbette. Ancak onların gideceği yerleri bilmiyorum. Yaymak istediğim düşünce, ırksız, cinsiyetsiz ve renksiz bakmanın önemine vurgu yapmak ve tanrının varlığını asla tartışmadan kabul etmenin gereğini anlatmak.

Modellik süreci nasıl gelişti?

2014’ün Eylül ayında, Hürriyet Gazetesi’nde “Mercedes Benz Fashion Week”in 14 Ekim’de başlayacağına dair bir haber okudum ve içimden, ‘Neden bana teklif gelmiyor?’ dedim. O gün, Nişantaşı’ndan eve döneceğim ve çok yüksek bir ‘auradayım’. İçimden bir ses, ‘City’s’e doğru yürü’ dedi. Sokakta podyumdaki gibi ‘cat walk’ yürüyorum. Zaten ondan da birkaç ay evvel, Nişantaşı Dergisi benimle, androjen gazeteci olarak bir röportaj yaptı ve o sayıda kapak oldum. İçimdeki sesi dinleyip, City’s’e doğru yürüdüm. Kısa boylu bir bey ve bir kadın beni durdurdu. ‘Ben Fashion Week Amerika’da ‘Ümit Veren Modacı’ seçildim, ayın on dördünde “İstanbul Mercedes Benz Fashion Week”e katılacağım ve sizi final mankeni olarak görmek istiyorum’ dedi. Telefonlaştık ve sonra provaya gittim. Bana çok da uygun olmamalarına rağmen, koleksiyona ait iki tane kostümle açılış ve finalde podyuma çıktım. Sonrasında, ulusal ve uluslararası medyada çeşitli haberler çıktı ve dört yıldan beri profesyonel modellik yapıyorum. Önümüzdeki yıl Bella Hadid ile aynı podyumu paylaşacağım. Rabbim ne nasip eder bilmiyorum, ama yaptıklarınla değil, yapmak istediklerinle değerlendiriliyorsun bu dünyada. O yüzden de, benim yapmak istediğim, rabbimi tebliğ etmek. 2014’de Önder Özkan defilesinde ‘baş model’ olarak sahneye çıktım. “Bursa Fashion Week”te iki yıldır açılış ve finalde çıkıyorum. AVM’lerdeki tanıtımlar gibi işler için de teklifler geliyor, ancak kabul etmiyorum.

Yurt dışındaki ve Türkiye’deki moda dünyası arasında genel manada ve androjen modellere yaklaşım bağlamında bir fark var mı?

Çok fark var. Yurt dışında modellik yaptığım dergiler dâhil çok profesyoneller ve bütçeleri çok açık. Özel moda tasarımcıları Türkiye’de ücret ödemiyorlar. Burada bedavaya getirmeye çalışıyorlar. Oysaki, kazandıklarını insanoğlu paylaşmalı. Yeni tasarımcılara ve durumu olmayanlara sözüm yok, ama eski duayenlere var. Yurt dışında modeller çok zengin. Türkiye’de, TV dizileri, reklam, TV programı ya da sunuculuktan kazanıyorlar ya da zengin sevgilileri var.

Peki, modelliğe dair kendinizi geliştirmek için özel bir eğitim aldınız mı?

Kendi eğitimimi kendi ruhsal dünyamla alıyorum. Ben de bilmiyorum.

Sizin organik yaşadığınızı ve her hafta sonu Feriköy Organik Pazar’a uğradığınızı Facebook paylaşımlarınızda görüyorum…

Benim de kurucularından olduğum, Buğday Derneği’nden arkadaşımız Victor’un projesidir bu. İnsanlara sağlıklı ve organik beslenmeyi anlatmak temel kaygımız. Ben kozmetik dâhilinde her şeyimi organik sertifikalı ürünlerden alıyorum ve bu konuda obsesifim. Yanımda yemek torbamı taşıyorum. Diş fırçam dahi organik. Gittiğim yerlerde organik yerleri araştırıyorum. En lüks otellerde bile açık büfeden hiçbir şey yemiyorum. Organik yaşamı, kendi hayatınıza entegre ettiğinizde ancak diğer insanlara gerçeği öyle sunabilirsiniz. Büyük bir bilgi eksiği var bu konuda. Örneğin, çok önemli bir not düşelim, doğal tarım ve organik tarım farklı şeyler. Bir ürünün organik olması için organik sertifikası olması lazım. Tüm pazarcılarımız emekli albay gibi belli seviyede insanlar ve orada dostlarla buluşuyorum. Tüm pazarcı, tarımcı ve tarım mühendisleriyle dostum. İleride tanrı müsaade ederse organik tarım yapmayı düşünüyorum. Şimdi her şey çok tuhaf. Yediğimiz, içtiğimiz, insanların zaruri ihtiyaçları bile kimyasal ve kansorejen. Musluktan su dahi içemiyoruz. Bu dünya ego ve para üzerinden dönen, düşünmesi dahi hayli yorucu kötülükler yaşanan bir yer.

Gündelik yaşamınız nasıl geçiyor?

Doğa, yaratıcı, balkonumda çiçeklerim ve kuşlarımla mutluyum. Evimde liseden beri hiç TV olmadı, ancak hiç sıkılmıyorum. Hatta internet bağlantım dahi yok, cep telefonumdan yapıyorum her şeyi. İstanbul’un göbeğinde, teras bir dairede yaşıyorum. Balkon’da elliye yakın kuş var. Yağmurlar, karlar, kuşlar ve sonsuz düşüncelerimle mutluyum. Altı tane kumrum var, onlarla beraber yaşıyoruz ve eve girip çıkıyorlar. Diğer yabani kuşlar içinse, yirmi dört saat açık büfe her zaman mevcut. Din, ırk, renk yoktur, frekansınızı iyi ayarladığınızda, her şey muhteşem oluyor. Tesla’nın söylediği gibi, her şey enerji, titreşim ve frekans. Bunu karşı taraf alıyor. Doğayı çok seviyorum, her şeye rağmen insanları tekrar sevmeye çalışıyorum. Müthiş bir çevrem var, ama kendi adıma izole bir hayatı tercih ediyorum. Sosyal medya insanları şizofrenik yaptı ve ruhlarımızı elimizden aldı. İnsan makine ve insanın kötü tarafı nefis. Dedikodu da nefis. Sevgisizlik de, adaletsiz olmak da nefis. İnsanoğluna verilen tek hak var Aysun Hanım, ‘iyi ve kötü arasındaki’ irade… İzoleyim çünkü nefis sohbetleri var.

Organik ve kendinize has yaşam tarzınız gündelik ilişkilerinizde kimi zorluklar yaratıyor mu?

Çoğu zaman arkadaşlar ‘Sana bir şey ikram edemiyoruz’ diyorlar. Organik sabuna dek yanımda taşıyorum. Dışarıdan yemek gibi bir lüksüm yok, çünkü, yiyeceğim yemeklerin ham maddelerinin zehir olduğunu biliyorum. Bedenime önem veriyorum. Arkadaşlarım artık bu duruma alıştı ve bana bir şey ikram etmiyor. Bir çok insan benden çok etkilendi, pek çoğu organik yaşam konusunda obsesif oldu ve organik pazara gelmeye başladı. Biz toplum olarak ‘kalite’ denildiğinde, ‘kocam bu’, ‘bu markaları kullanıyorum’ diye belirtmek benzeri şeyleri anlıyoruz, ama kalite bu değil. Gereksiz sohbetler -kim ne almış, kim evlenmiş vb.- benim enerji akışımı bozuyor; ben ruhsal sohbetlerden hoşlanıyorum. Kısmetliyim ve ruhsal sohbet yapacağım dostlarım var.

Gazeteci kimliğinize gelirsek, starlarla yaptığınız röportajlarınız hayli özgün bir içeriğe sahip. Görüşmeciler nasıl karşıladı bu içeriği?

Genelde röportaj yaptığım konuklarım daha önceki röportajları okuyarak gelmişlerdi. Özel hayatın ötesi vardı, ama, özel hayat yoktu, metafizik konular vardı. ‘Son albümünüz niye iş yapmadı?’ gibi rencide edici sorular yoktu örneğin, ama sonsuzluk soruları vardı. Konuklarım alanlarında çok başarılı, star isimler olduklarından, her biri çok donanımlıydı ve cevapları da güzeldi. İki yüz elli konuk aldım.

Röportajlara dair aktaracağınız özel bir anekdot var mı?

Bazılarının egosunu gördüm, bazılarını hasta gördüğüm de oldu. Mert Fırat, zarafeti, yıldız ışığı, komplekslerinden arınmış olması itibariyle en çok beğendiğim görüşmeci oldu. Cüneyt Arkın, Metin Akpınar ve Olgun Şimşek de öyleydi. Beri yandan, Kadir İnanır’dan negatif bir enerji aldım. Nebahat Çehre’yle olan diyaloğumuz dâhilinde, sorularımın, onun anlayacağı sorular olmadığını anladım. Bir gün yolda rastlaştık, ‘Sizi alamadık’ dedim, ‘Ben röportaj vermiyorum’ dedi. ‘Sizi başka bir medyada gördüm’ dedim, yine röportaj vermediğini söyledi. Kendilerini çok yukarıda sanıyorlar. ‘Dolu başak eğik durur’ sözü çok doğru. Bir de, fiziğe dair sorular sormak için Hawking’le röportaj yapmak isterdim.