Ana Sayfa Röportaj ANISI OLMAYAN SOKAK: ÜMRAN ERSİN İLE SÖYLEŞİ

ANISI OLMAYAN SOKAK: ÜMRAN ERSİN İLE SÖYLEŞİ

ANISI OLMAYAN SOKAK: ÜMRAN ERSİN İLE SÖYLEŞİ

Anısı Olmayan Sokak birbirinden bağımsız öyküler toplamı bir kitap. Yanlış mı? (Anısı Olmayan Sokak) Kitabınızın adından da anlaşıldığı gibi modern dünyayla sıkıntılı temalar.

Farklı öyküler var. İzlek, biçim, dil olarak. Günümüz dünyası artan sorunlar, kavram kargaşalıkları, sevgisizlik derken, sürekli bir aşınma, erime, yok olma tehlikesiyle karşı karşıya. Bu durum salt doğa ve toplum- insan, insanın varoluş problemleri açısından değil aynı zamanda değerler, hızlı bir değişim ve yerine olması gerekenin henüz oturtulamadığı süreçlerden oluşuyor. Bizde ve dünyada da böyle. Teknoloji, bilişim çağı önlenemez ve yadsınamaz bir hızlı değişimi doğuruyor. Kuşkusuz bu değişimi ilerleme yönünde dönüştürebilirsek insan ve toplum olarak bir erinç sürecine gireriz. Bu bağlamda kitabın adı bir nostalji tutkunluğu sayılmamalı. Belki de yiten her güzel şeyin, -ki burada bu güzelliklere tanıklık eden somut olarak sokaklar olgusudur- aynı güzellikte hatta daha iyilerinin estetik olarak o boşluğu dolduramaması, anlam yüklü olamaması. Kentler, hızla yeşilden kazınıp betonlaşıyor ve herkes bundan rahatsız. Bu törpülenme sırasında onca tarihi yerler, binalar da nasibini alıyor. Derdimiz bu. Sokakların tarihi, anısı yok oluyor. Restorasyon adı altında ucubeler fırlıyor bir yerlerden. Ronald Barthes, duyular aracılığıyla anlamın üretilmesinin anlamlılık olduğunu vurgular. Sorun, her şey değişirken, yeni anlamlar üretmekten yoksun olduğumuz mekanların bizi sarması.

Akordeon öyküsünde müziğin akışıyla erotizmin soyut biçimlenişini okuyoruz. Meryem’in Gecikmiş Düşü de ise alışılagelen, yasaklanmış varlığa karşı duyulan erotizmi. Yine Limon Dilimli Çay öykünüzde de. Üç öykünüzdeki tematik farklar ne? Kitabın yazarı olarak?

Cinselliğini bastıran, yok sayan, öteleyen kadınların bu yönlerine de – ki en doğal dürtüler olan cinselliğin, gerek din, ahlak, geleneklerin değerler ve yaptırımlar sistemiyle olsun gerekse siyasi erkin “doğru”,yanlış” belirlemeleriyle ve gizli normlarıyla olsun sürekli yok sayılmasına – değinmek.

Her üç öyküde erotizm, okura asıl sorun olan cinsellik olgusunu yansıtabilmek amaçlı ve abartılmadan söz edilen bir öğe. Çünkü burada temel olan; insana dair doğal bir güdü olan cinsellik sorununa flaş patlatırken erotizmi araç olarak kullanmak. Ayrıca erotizmi bir cinsel kavram olması yanı sıra düşünsel bir kavram olarak da içinde barındırdığı diğer kavramları yansıtmak amaçlı; gizem, açıklanmamış, ortaya henüz çıkmamış ,belirsizlik gibi öğelere yardımcı olmak anlamında da kulanım söz konusu bu metinlerde. Akordeon’da diğer iki öyküden farklı durumlar var; Limon Dilimli Çay ve Meryem’in Gecikmiş Bir Düşü’nde özne kadınken ve “kutsal” , “yasak” öğelerine vurgu yapılırken, Akordeon’da erkek kahramanın söz konusu olmasıyla birlikte buradaki erotizmin, gerçekliği aşan, “aşkın”, bir çeşit “transcendent” öğeler taşıması söz konusu. Gerçekliği, şimdiyi aşan, yer yer gerçeküstü öğelerle tamamlanan, yönü değişmiş – değiştirilmiş bir haz aşaması.

Her üç öyküde de haz kavramının alışılmış anlayışlarına yapılan bir kırılma vurgusu.

Göl Konuşmaları -özellikle- doğa felsefesi üzerine yazılmış bir iç döküm. Ve Anısı Olmayan Sokak kitabınızda Göl Konuşmaları olağan akışın dışında bir yerde duruyor. Doğanın insan doğası üzerindeki etkileriyle yazılmış ayrıksı öykünüz Göl Konuşmaları’nı neden bu dosya içinde değerlendirdiniz? Bir de -yine diğerlerinden farklı olarak- şiirsel bir biçim dili kullanmışsınız öykünüzde?

İnsanın yapısından ayrılmayan, ondan ölene kadar kopmayan duygular ve değerler alanının bir kısmıyla yüzleşebilme, sorgulama, alışkanlıkları kırabilme çabasına bir gönderme belki. Doğa bizim varlık koşulumuz, asıl gerçeğimiz, ondan uzaklaştıkça, ona aykırı kıldıkça benliğimizi, bilincimizi, duygularımızı sorunlar başlıyor. Benlik, bilinç, beden olarak da toplumsal anlamda, yerleşik olmanın sıkıntılarında ve sorunlarında da. Bu yüzden, insana dair insanın kendi elleriyle çoğalttığı tüm sıkıntı ve acılarını sağaltan yer yine dönüp dolaşıp doğa ve “doğallık” olmaktadır. Çünkü samimidir bu yüzden yalın gerçeği barındırmaktadır. Bu kuşkusuz mutla bir gerçek değil; doğanın kendi doğal değişimiyle birlikte gerçeğin ondaki varoluşu da değişir.

Şiirsel bir dil ise, kimi zaman içerik, biçimi kendiliğinden ortaya çıkarıyor. Böyle de diyebiliriz. Ya da dizelerle pek yakın bir dostluğumuz olmasından da kaynaklı olabilir belki, kimbilir.

Göl Konuşmaları diğer öykülerden farklı; biçim olarak, dil olarak ama Maskeli Tren ile birlikte bu ikisini insanın tüm varlık problemlerini bir cümleyle özetlemek amacıyla öykülerin sonuna – benzetmek gerekirse- birer “nokta” olarak koymak istedim. Kuşkusuz nokta, son olmanın bir simgesi değil. Şimdilik , anlamında bu.

Yalnızca Maskeli Tren, bir trenin rüyası mı? Yoksa gelecekteki insanın zamanlar arası kurguladığı- kurgulamadan yaşattığı bir düş mü? 

Maskeli Tren öyküsünde süjenin, kendi üzerine eğildiği yani “nesne – obje ” olarak kendi bilincini ele aldığı bir öykü diyebiliriz. Gerçeküstü bir anlatımla, bilinçaltına bir güzelleme, bilinçaltı katmanlarının aralanması diyelim ve gerisini açıklamadan okura bırakalım bence.

Düşlerim Biraz Dantel Biraz Polyester  Öykünüzde bir vitrin mankenine gelinlik giydiriliyor ve çıkartılıyor. Onun gerçeküstü konuşmalarına da tanık oluyoruz okurken. Manyetik dalgalarla insan düşüncesini okuyabiliyor cansız vitrin mankeni. Kadın-evlilik-ikiyüzlü ahlakçılık-gelenek gibi temaları bir cansız vitrin mankeninin bilinçakışından okuyoruz. Ümran Ersin ne yapmak istiyor?

Gündelik yaşamın o insanı öğüten, yok eden akışında her şey bize o denli alışık gelir ki. Her şey doğal, hep öyleymiş, başka türlüsü kesinlikle olası değilmiş gibi görünür. Hayatın rutinliği de bunu besler. Günümüz insanı pek çok şeye yabancılaştığının da ayırdında değildir. Bunu çok olağan, doğal yapısının bir özelliği olarak görür. Söz konusu öykü biraz da bunun kırılması, bir parça da olsa okuru şaşırtılabilme amacını gütme çabası. Düşlerim biraz Dantel Biraz Polyester adından da anlaşılacağı gibi hafif bir ironik başlıkla devam eden bir öykü. Evlilik, kadın – erkek ilişkileri, evlenmenin hala bir statü kazanma olarak idealize edilmesi, geleneklerin sürekli vurgulayarak yaşamın bir amacı hatta ( kadınlarda ) özgürlük kapısı olarak görülme yanılgısı, evlilik kurumunun “kutsal” olgusunun sorgulanması. Klasik bir olgu olan evliliğin, gelecekteki ileri bir teknoloji olan düşünce okuma ile harmanlanması.

Bilinmezlik öykünüzdeyse dolaysız politik bir öykü okuyoruz Ümran Ersin’den. Önyargıların çatışmaya dönüşümünün dolaysız bir anlatımı bu. Neden?

Politika, soluduğumuz havada, adımladığımız yolda, ilişkilerimizde, karnımızı doyurmamızda kısacası hayatın her alanında var. Ama tıpkı havayı nasıl görmüyorsak doğrudan politikayı gündelik yaşamda ayırt etmemiz de mümkün değil. ( somut politik olgular dışında )

Yerleşik yaşama geçiş yani üretimin başlamasıyla birlikte yönetenler, yönetilenler olgusunun serüveni bilindiği gibi başlıyor. Bir kurum olarak ortaya çıkan siyasetin günümüzdeki en basit anlamıyla gündelik yaşamımıza yansıması şu soruyla başlıyor; “ yaşam kalitem nasıl, gereksinimlerimi karşılayabiliyor muyum, din, dil, mezhep, ırk ayrımı olmaksızın diğer insanlarla huzur ve barış içinde yaşayabiliyor muyum? “ Bu soruların muhatabı ise yönetenlerdir. Madem ki bu sorular yaşamımızın en can alıcı, temel, en yalın soruları o zaman her anımız politikayla doludur; en doğru, yaşamı güzel kılan yanıtların olup olmamasıyla bağlantılı olarak.

Bilinmezlik, insanların birbirine yabancılaştırılma hatta düşman edinilmelerinin küçük bir kesitine flaş patlatmak. Önyargılarımızı aşarsak, siyasetin koşullanmasından bağımsız aklımızı ön planda tutarsak, her kavramı körü körüne inanmaktan vazgeçip sorgularsak, onca kavram kargaşalığından kendimizi sıyırabilirsek… diye düşündüğüm bir öykü.

Mebruke adlı öykünüzle, Karşıyaka Belediyesi tarafından düzenlenen Homeros Edebiyat Ödülleri 2012 Kapsamındaki Tarık Dursun K. Hikaye Yarışması’nda jüri özel ödülü aldınız. Bu öykünüzün şiir dilinize yaslı olduğunu düşünüyorum kişisel olarak, ne dersiniz?

Mebruke, yukardaki yanıtlarımda da söz ettiğim hayata egemen olan önyargılarımızın bizi nasıl kıskıvrak yakaladığı , böylece edimlerimizin yönünü belirlediğine ilişkin bir öykü. Belki de insanın kendini yenilemesi, önyargılarından ne denli kat kat sıyrıldıkça gerçeğe ulaşacağına ilişkin bir yoldur.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl