Ana Sayfa Litera Anlatının Dirilişi: Lawrence Stone

Anlatının Dirilişi: Lawrence Stone

Anlatının Dirilişi: Lawrence Stone

“Evet, pozitivistim, ne var bunda?”1

Başlarken

Hatırasına çıkarılan kitaplardan birinde şöyle deniliyordu: “Tarih mesleğinin dev figürlerinden Lawrence Stone…” Kelimenin her anlamıyla bir “dev” olan Lawrence Stone (boyu 2 metreye yakındı)2 4 Aralık 1919’da Epsom-Surrey’de doğdu. Orta eğitimini Charterhouse adlı okulda tamamladı. Ardından Sorbonne ve Oxford kilise okulunda okudu. İkinci Dünya Savaşı sırasında gönüllü olarak donanmaya katılması yüzünden eğitimi 5 yıl kesintiye uğradı. 1947-1963 arasında Oxford Üniversitesi’nde 1963-1990 arasında ise Princeton Üniversitesi’nde hocalık yaptı. 16 Haziran 1999’da Parkinson hastalığından öldü. Vasiyeti üzerine herhangi bir cenaze töreni yapılmadı. Ve bu 79 yıllık bu ömre çok şey sığdırdı.

Hocalarından biri olan tarihçi R. H. Tawney’in etkisiyle3 ortaçağ çalışmalarına yönelen Stone “Güller Savaşı’nın çalkantılı yıllarından Tudor dönemine oradan Cromwell Devrimi’ne, oradan da 18.yy’ın içlerine kadar” giden araştırmaları ile sadece ortaçağ İngilteresi üzerine yapılan çalışmalarda bir çığır açmakla kalmadı, tarih yazımı konusunda sorduğu onlarca kışkırtıcı soruyla yepyeni görüşlerin ortaya çıkmasına neden oldu.4

Anlatının Yeniden Keşfi

George G. Iggers’e göre Lawrence Stone, tarihin bir bilim olduğunu ileri süren anlayış ile insanların niyetlerini ve eylemlerini bir öykü içine yerleştirmeyi seçen anlayış arasındaki ayrıma işaret eder.5 Aslında bu tartışmanın başlangıcı 1950’lerin başlarına kadar götürülebilir. İngiltere’nin saygın tarih dergisi Past and Present kuramcılarla yani Marksist tarihçilerle Lawrence Stone, John elliot ve Geoffrey Elton gibi anlatımcılar arasındaki tartışmalar için iyi bir platform oluşturmuştu. Dergi aynen Fransa’daki Annales dergisi gibi İngiltere tarihine daha derin ve kapsamlı bir bakıştan yana tavrın gelişmesine yardımcı olmuştu.6 Lawrence Stone’nun çıkışı ise 1979’da yayınladığı “The Revival of Narrative:Reflections on a New Old History” (Anlatının Dirilişi: Yeni Bir Eski Tarih Üzerine Düşünceler) adlı makale ile oldu.7 Makalenin adından da anlaşılacağı gibi Stone eski tarihin yeni bir yorumunun yapılmasından yana idi. Stone’nun temel sorusu tarihin kendisini bir bilim olarak görüp göremeyeceği, görecekse ne şekilde görebileceği idi. Ona göre geçmişteki değişimin tutarlı bir bilimsel açıklaması mümkün olmayıp yapılacakların en fazlası herhangi bir döneme ilişkin faydalı genelleştirmeler yapabilmekti.8 Robert Darthon’a göre post-modernizmden adeta iğrenen Stone’nun ilham verdiği kişiler arasında Roland Barthes, Hayden White, Jacques Derrida ve Jean François Lyotard gibi “post-modernist” yaftası yiyenlerin olması ironiktir. Stone “History and Postmodernism” adlı makalesinde9 tarihin post-modernizm, dilbilimsel, kültürel ve simgesel antropolojiden ve Yeni Historisizm’den gelen tehditler altında olduğunu iddia ediyordu.10

Annales’in Kaçınılmaz Etkisi

Lawrence Stone’a göre “anlatı”, “hikâye” (narration) “geçmişte yaşayan insanın zihnine girmeyi denemekti.”11 “The Revival of Narrative” adlı makalesinde tarihçilerin Thucydides’in Peleponnes Savaşları’ndan Edward Gibbon’un The History of the Decline and Fall of the Roman Empire (Roma İmparatorluğu’nun Çöküşü ve Yıkılışı) adlı eserlerine kadar pek çok tarihçinin hikâye anlattığından söz eden Stone işe “hikaye etme” (narrate) kavramının bir tanımını yapmakla başlıyor. Ona göre “hikâye etme” işinin en önemli unsurlarından retorik idi. Hikâyenin okuyucunun ilgisini ayakta tutacak canlı bir dille yazılması, yüzlerde gülümseme uyandıracak anekdotlarla bezenmesi ve kışkırtıcı fikirler içermesi gerekirdi.12 Stone’a göre bu yaklaşımın doğmasında etkili olan nedenlerin başında tarihi ekonomik determinizmle açıklamaya çalışan “büyük anlatıların” yarattığı hayal kırıklığı vardı. Bunu, kültür çalışmalarının açtığı yeni yollar hızlandırdı. Üçüncü bir gelişme kantitatif (nicel) yöntemlerin giderek daha çok kullanılmaya başlaması idi. Stone’a göre artık tarihçiler ‘az’, ‘çok’, ‘büyüyen’, ‘azalan’ gibi belirsiz terimler yerine rakamlarla konuşuyorlardı.13

Nihayet, Stone tarihin tarihle antropolojinin yakın ilişkisini savundu ve Mary Douglas, Victor Turner’ın psiko-tarih anlayışına ve Clifford Geertz’in “yoğun tanımlama” (thick description) yaklaşımına daha yakın durdu.14

Görüldüıü gibi Stone hem Annales’cilerden15 Emmanuel Le Roy Ladurie, Fernand Braudel ve Pierre Goubert’in ilk dönem eserlerinden etkileniyor, hem de Annales okulunun bazı yaklaşımlarını eleştiriyordu. Örneğin Annalescilerin mentalité (zihniyet) kavramının tarih yazımına yaptığı katkıya büyük önem vererek16 çalışmalarının omurgası yapan Stone, bir yandan da Braudel’in coğrafya temelli teorilerini fazla basit bulduğunu söylüyor, Ladurie’nin “tarihte anahtar değişken gıda arzı ile nüfus arasındaki ekolojik dengenin bozulmasıdır” şeklindeki görüşlerini de “aşırı” buluyordu.17 Yine de çalışmaları sırasında Annales Okul’un tarih yazımına yaptığı önemli katkılarından biri olan nicel yöntemleri bolca kullanacaktı.

Büyük niçin sorusu” öldü mü?

Lawrence Stone’un tarih anlayışına yönelik bir eleştiri yazısı yazan Eric Hobsbwam’a göre Stone, “büyük niçin sorusunun” artık geçerliliğinin kalmadığını sanırken yanılıyordu.18

Hobsbwam’a göre son yıllarda yaşanan esas sorun ideallere yoğunlaşan tarih anlayışıyla tarihi sosyal güçler açısından ele alan politik tarih anlayışı arasındaki bölünme idi. Öte yandan Stone’un yaptığı gibi olayların kronolojik olarak tutarlı bir hikâye olarak anlatılması ve esas olarak şartlara değil de insana yoğunlaşılması demek olan hikâyeci (narrative) tarih anlayışını bilimsel olma gayesini güdecek şekilde nicel çalışmalara dayandırması ciddi bir tutarsızlıktı. Ayrıca Stone, tarihe bakarken “teleskopla mikroskop arasında tercih yapmak zorunda olduğunu” düşünmekle hata yapıyordu.

Annales okul ya da Marksist tarihçilerin hiçbir zaman Stone’un iddia ettiği türden tek tip bir yaklaşım içinde olmadığına işaret eden Hobsbwam’a göre tarihçi her iki aracı da birlikte kullanabilirdi ve kullanmalıydı. Örneğin Fransa’yı anlamaya çalışırken “long durée-conjuncture” (uzun erimli-kısa erimli) ayrımlarına gitmek, Jakobit İngiltere’yi anlatırken Bacon’u ihmal etmek ya da ona sadece bir hukukçu, bir politikacı ya da bir bilim ve sanat insanı olarak muamele etmek bile ciddi zaaflara işaret ederdi. Yani zaten iyi bir tarihçi için Stone’un bugün yeni keşfettiğini söylediği yöntemleri kullanmak elzemdi ve bunları söylemek yeni bir şey değildi.19

Eserleri üzerine

Lawrence Stone’un üzerine çalıştığı dönemlerin en kısası 100 yıl, en uzunu ise 600 yıldır. Esas olarak eğitim, sosyal hareketlilik, suç ve aile tarihi alanında eserler veren Stone’nun gözde konuları arasında İngiliz toplumu ile hükümetler arasındaki yapısal gerilimler, Reformasyon’a giden yoldaki uzun vadeli değişimler, 1640 İngiliz Devrimi’ni hazırlayan sosyo-ekonomik ve politik koşullar, evliliğin ve boşanmanın doğası, cinsiyetler arasındaki ilişkiler, ailelerin çocuklarına yaklaşımları, özel ve kamusal ahlakı başa alabiliriz.20

İngiliz Devrimi

The Crisis of the Aristocracy, 1558-1641 (1965) adlı eseri ilk yayınlandığında “tarih alanında bir dönüm noktası”, “ileride bütün tarihçilerin faydalanacağı büyük bir katkı, muhteşem bir başarı”, “ufuk açıcı bir eser” gibi coşkulu sözlerle karşılanmıştı. Üstelik bu övgüleri düzenler öyle sıradan yayın organları değildi. Aralarında The Economist, The Listener, History, American Historical Review, English Historical Review, Journal of Economic History ve Past and Present gibi çok saygın gazete ve tarih dergileri vardı.21 Kitabın üç temel izleğinden birincisi “16. yüzyılın ortalarından 17.yüzyılın ortalarına kadar olan dönemde, İngiliz aristokrasisi nasıl bir yaşam tarzı sürüyordu ve bu ortam hangi açılardan ve ne ölçüde değişti”; ikincisi “İngiliz asilzadeleri hangi sosyo-ekonomik koşullarda yaşıyorlardı, onları bireysel ve sınıfsal anlamda etkileyen olumlu ve olumsuz faktörler nelerdi ve bu etkiler ne zamanlar ortaya çıkmıştı?” sorusu, üçüncüsü ise “17.yüzyılın ilk yarısında İngiliz asilzadeleri ve toprak beyleri tarafından şekillenen iktidara karşı yürürlüğe konulan planlı mücadelenin liderliği nasıl oluşmuştu” sorusu idi. Bu üç soruya cevap arayan Stone bu kitabında arka fonunu İngiliz toplumu ve kültürünün oluşturduğu bir resim çizmiş ve bu resmin her santimetrekaresi asiller sınıfından onlarca kişinin fiziksel görünüşlerinden hayat hikâyelerine, giyim kuşamlarından kumar alışkanlıklarına, anlaşmalı evliliklerinden düğün ve cenaze törenlerine kadar yüzlerce detayla işlemişti. Böylece okuyucu için tarih, zamanın donduğu bir kesit olmaktan çıkmış, canlı, çatışmalı, heyecanlı, kargaşalı, kısacası dinamik bir ortam haline dönüşmüştü. Örneğin şu paragrafa bakalım: “Kişi hastalık ve iklimin insafına kaldığında, bugün sağlıklıysa yarın sakat ya da ölü biri olabilir, bir gün tıka basa yemek yiyebilirken, yarın açlıktan ölebilir. Bir gün bereketli bir mahsulün satışından elde edilmiş paraları yakarken, yarın kötü bir hasat yüzünden borca düşebilir.”22 Veya bir başka paragrafa göz atalım: “16. yüzyılda dava açmak hem bezdirici, hem zor, hem vahşi, hem de adaletsizliğin bir kombinasyonu idi. Ya tam bir kumarbaz şansı ile kazanmak, ya da yenilmek ve yok olmak ya da bir zafer kazanma ümidi ya da düşmanı aşağılama fırsatı ile karşı karşıya olan kişinin karakteri ve dayanıklılığı test edilirdi (…) Böylece, dava açmak bu tür bir davranışın saçmalığı ve avukatların açgözlülüğü üzerine büyük bir anlaşma olmasına rağmen en popüler ‘kapalı alan sporu’ olarak kaldı.”23

Bu yaklaşımı ile eski klişeleri teker teker yıkan Stone sayesinde örneğin Tudor-Stuart hanedanının “feodal” olduğu ve bu yüzden de 1540-1640 arasında yaşanan Birinci Endüstri Devrimi’ne düşmanca yaklaştığı görüşü anlamını yitiriyordu. Örneğin 16. yüzyıl İngilteresi ne burjuva kapitalisttir ne de kapitalizme doğru yol alan bir sınıftır ancak İngiliz asilzadeleri endüstri alanında pek çok yeniliğe destek vermekte ve riskli bir sürü yatırım yapmaktadır. Böylece Stone şu ünlü sözünü etme olanağını bulur: “1641’de asiller sınıfında feodal diye nitelenebilecek herhangi bir şey yoktur” Ancak aynı kitabın bir başka yerinde “1640-1660 İngiliz Devrimi esasen feodal olan eski düzenin şiddet yoluyla devrilip yerine yeni kapitalist bir düzen kurulmasıdır” diyerek okuyucuları şaşırtacaktır.24

Lawrence Stone, The Causes of the English Revolution 1529-1642 adlı kitabında ise 1640 İngiliz Devrimi’ni tetikleyen faktörleri derecelere ayırarak inceler. Ona göre Protestan-Katolik çatışması ve çitleme hareketi gibi faktörler birincil öneme haizdir. Buna karşılık 30 Yıl Savaşları ikincil ve Parlamento’nun Kral tarafından kapatılması üçüncül öneme haiz nedenler arasında sayılır. Böylece devrimin çok katmanlı bir resmini elde edebiliriz. Ancak sorun Stone’un tezini destekleyecek verileri nasıl topladığında, bunları nasıl değerlendirdiğinde, ya da kullandığı terminolojinin belirsizliğinde ortaya çıkar.

Sorunlardan ilki Stone’nun “devrim” derken ne anladığıdır. Çünkü Nicolaus Copernicus’un İskenderiyeli astronom Ptolemaeus’un (85-165)25 dünya merkezli güneş sistemine meydan okuyan ünlü eseri De revolutionibus orbium coelestium’dan (1543) sonra bilim dünyasında yaygın biçimde kullanılmaya başlayan “revolution” terimi, politik anlamını 17.yüzyıl İngiltere’sinde kazanmıştı ama paradoksal olarak hala astronomideki gibi dairesel hareketi, yani düzeni restore etmeyi, eski haline getirmeyi anlatıyordu. Bu bağlamda, bazı tarihçiler 1640-1660 yılları arasında Parlamento ile Kral arasında yaşanan ve I. Charles’ın idamı, yerine geçen II. Charles’ın ülkeden firarı ile biten mücadeleyi İngiliz Devrimi olarak adlandırıyorlardı çünkü o zamana dek İngiltere’de yaşanan onlarca iç savaş esas olarak “kimin yöneteceği” konusuna odaklanmışken, ilk kez ülkenin “nasıl yönetileceğini” mesele olmuştu.26 Bazıları için ise tümüyle dinsel bir “devrim” söz konusuydu, ancak önce kazanılmış sonra kaybedilmiş bir devrimdi bu. Bazıları için ise önce kazanılmış sonra kaybedilmiş bir politik devrim, bazıları için cumhuriyetçi devrim, bazıları için kısa bir sürede parlayıp sönen bir sosyal devrim kıvılcımı idi. Ancak her ne kadar savaşı Püriten asker ve politikacı Oliver Cromwell’in komutasındaki “Dazlaklar” ve Parlamento kazandıysa da amaç geçmişle bağları koparıp yerine yeni bir düzen kurmaktan çok, eski düzenin restorasyonunu içerdiği için kelimenin “astronomik” anlamına uygun bir eylemdi.

Nitekim J. H. Hexter’e göre, Stone’nun tarzı, eleştirdiği eski tip “büyük anlatı” tarzına yakındır.27 Ancak tam burada Stone’un tarihe getirdiği yenilik ortaya çıkar. Stone eski tip büyük anlatıyı, sayısal verilerle ve sosyal bilimlerin diğer alanlarından taşıdığı bilgilerle daha geniş ve yeni bir perspektiften alır. Stone, Marksistlerden de, Freudçülerden de, Webercilerden de, Malinowski’den ya da Schumpeter’den de işine gelen şeyleri almış, bu görüşler arasındaki bağdaşmazlıkları, uzlaşmazlıkları görmezden gelmiştir.

Nitekim Stone’cu tarih anlayışına getirilen en büyük eleştiriler de bu seçmeciliğinden kaynaklanmıştır. J. H. Hexter’e göre örneğin I. Elizabeth devrinde (1558-1603) asalet unvanlarının nasıl dağıtıldığını belgeler dayanarak istatistiksel tablolara döken Stone, söz konusu dönemde asalet unvanlarının görünüşte satılık olmadığı iddiasına rağmen her birinin kaça satıldığını belgeleriyle kanıtlar. Burada yenilik istatistiksel verilerin ekonomi biliminin bilgileriyle yorumlanmasıdır. Stone’a göre asalet unvanlarının para karşılığı alınır olması, zaman içinde dağıtılan unvan sayısını arttırmış, bu durum unvan enflasyonuna dolayısıyla bedellerinin düşmesine yol açmıştır. Bu değer yitimi sosyal yapısı ve istikrarı statülere, onur anlayışına, derecelere dayalı olan İngiliz toplumunun temellerinde ciddi bir hasara neden olmuştur.28 Kitabın bu ilginç sonucu, daha sonraları Stone’nun kafasında olan şemaya uygun istatistikleri esas aldığı, şemayı bozan istatistikleri ise göz ardı ettiği şeklinde eleştirilere maruz kalmıştı.29

Hexter “Tam bu noktada tarihte istatistiğin yeri nedir sorusuna göz atmak gerekir” der. Gerçekten de tarihçinin hangi verileri derlediğini, hangilerini göz ardı ettiğini nasıl bilebileceğiz? Örneğin Stone’un “1591 ila 1599 arasında yeni bir eğilim haline geldiğini” iddia ettiği taşralı asilzadelerin şehirli asilzadelerin kızlarıyla evlenmeleri meselesine bakalım. Bu dönemde bu türden evlilik sayısı o kadar azdır ki, Stone’nun “yeni eğilim” (“new trend”) sözünü neye dayanarak ettiğini anlamak imkansızdır.

Stone’nun kriz ya da aristokrasi derken neyi kastettiği de pek net anlaşılmaz. Örneğin şu cümlesini ele alalım: “Farkedildi ki haciz yoluna gitmek, dava açmaktan daha ucuza geliyordu.” Buradaki mantık hatasını görmek kolay. Öncelikle haciz yapılabilmesi için dava açılması gerekir. Benzer bir çelişki asalet unvanlarının enflasyonu ile ilgilidir. Stone daha önce asilzadelerin asalet unvanlarını para ile satın almalarıyla birlikte asaletin değerinin düştüğünden ve bu durumun asillerin saygınlığını zedelediğinden söz ettiğini söylerken, bu sefer “1615’de asilzadeler tüm onurlarını ve saygınlıklarını koruyorlardı” der. 30

Bütün bu çelişkileri görünce “İstatistikçilik ve Historisizm, hayatı istatistikçi ve tarihselci bir perspektiften yaşamayan kişilere uygulandığında yanlışlara neden olur” diyen Hexter haklı görünüyor.

Evlilik ve boşanma

The Family, Sex and Marriage in England, 1500-1800 (1977) adlı eseri gerek aileleri tipolojik olarak kesin sınırlar içine almasından dolayı, gerekse “ortaçağ evliliklerinde aşka pek yer olmadığı” şeklindeki kışkırtıcı tezinden dolayı epey eleştirilen Lawrence Stone’a verilen en ciddi cevap Alan McFarlane’nin Marriage and love in England: modes of reprudiction 1300-1840 (1986) adlı eseriydi ama Stone tezini zaten bir süre önce terk etmişti bile.31 Aynı şekilde eşi Jeanne C. Fawtier Stone ile birlikte yazdığı An Open Elite? England 1540-1880 (1984) adlı kitabında dile getirdiği “Britanyalı politik elitlerin yeni düşüncelerin taşıyıcısı olan yeni üyeleri içine kabul etmeyen kapalı bir cemaat olduğu” yolundaki tezleri de epey tartışma yaratmıştı. Simon Schama’nın Fransız elitleri ile ilgili benzeri iddialarda bulunmasına da esin veren bu yaklaşım sonraları Ellis Wasson’un Born to Rule: British Political Elites (2000) adlı kitabıyla çürütüldü.

Stone’nun The Family, Sex, and Marriage in England, 1500-1800 adlı kitabı ise yeterli kantitatif araştırmaya dayanmadığı için eleştiri bombardımanına tutuldu. Söz konusu dönemde evlilik kurumunda meydana gelen değişikliklerin bir kısmını olumsuz, bir kısmını olumlu bir kısmı ise yeni bir oluşumu müjdeleyici nitelikte gören Stone bu tavrı ile söz konusu dönemde ortaya çıkan tüm değişiklikleri “olumsuz” olarak niteleyen Frederich Engels’ten farklı olarak çok daha esnek bir tarih anlayışını temsil ediyordu ancak Stone’nun bu evliliklerde sevginin olmadığına dair iddiaları ile boşanma oranlarının düşüklüğünü kötü evliliklerin erken ölümlerle “çözüme kavuşması”na bağlaması ciddi biçimde eleştirildi. Örneğin Randolph Trumbach, The Rise of the Egalitarian Family:Aristocratic Kinship and Domestic Relations in Eighteenth-Century England (New York, 1978) adlı kitabında Stone’un sözünü ettiği bazı kavramların karşılığını bulamadığını vurguladı.32

Bitirirken

Tarih yazmak söz konusu olduğunda 900 yüz sayfalık eserler vermekten geri durmayan Lawrence Stone, ünlü tarihçi Robert Darnton’a göre arkadaşlarına yolculuklarından gönderdiği kartlarda “İnsanlar dost. İklim korkunç. Yemekler berbat. Müzeler iyi…” gibisinden üç-dört kısa cümleden fazlasını yazmazdı. Yine Darnton’a göre, Stone sık sık fikir değiştirmesiyle ve bunlardan gocunmamasıyla da ünlüydü. Fakat ona göre Stone’un bu özeliği onun “sonuca varma açlığı” (“hunger for conclusion”) ile ilgili bir şeydi. Stone’un başta Ortodoks olanlar, her türlü yorumu sorgulamaya hazır olduğunu, her zaman herkesi şaşırtacak bir lafı olduğunu, her soruya cevap buluncaya kadar karşısındakinin “boğazını sıkmaya” hazır olduğunu söyleyen Darnton’un satır aralarından Stone’un tez canlılığını, çelişkili ve olgunlaşmamış yorumlarını, dinleyenlerin tepesini attıracak laflar etmekten ne kadar hoşlandığını hissetmek mümkün. Darnton’a göre Stone’nun bu tavırlarının ucu, orta eğitimini aldığı Charterhouse Erkekler Okulu’na kadar gider. Bu tür okullarda erkek öğrencilerin maruz kaldığı ağır saldırıların, onların kişiliklerinde derin izler bıraktığına vurgu yapan Darthon, Stone’un her şeye rağmen bu okulu çok sevdiğini, özellikle de okul müdürü Sir Robert Birley’in kişiliğine yaptığı katkılar sayesinde kat ettiği görkemli yolu anlatır. Hayat hikayesi ayrı bir yazı hak eden, kelimenin her anlamıyla bu “dev adam”, 19 Haziran 1999’da hayata veda etti.

Yazıyı bitirirken, Eric Hobsbwam’ın yazısında geçen bir anekdottan yardım alalım: Stone’un başladığı yeri pek doğru bulmadığını anlatmak için eski bir İrlanda öyküsünde geçen “Sizin yerinizde olsaydım bayım, kesinlikle buradan başlamazdım yolculuğa” deyişine başvuran Hobsbwam’a Lawrence Stone’un cevabı ne oldu bilmiyoruz ancak “başladığı yerin” neden olduğu son derece verimli tartışmaları düşününce iyi ki oradan başlamış demekte bir mahzur yok gibi görülüyor!33

LAWRENCE STONE’NUN ESERLERİ

  • Sculpture in Britain: The Middle Ages (London: Penguin, 1955).
  • An Elizabethian: Sir Horatio Palavicino (Oxford: Clarendon Press, 1956)
  • The Crisis of the Aristocracy, 1558-1641 (Oxford: Clarendon Press, 1965)
  • Social Change and Revolution in England, 1540-1640 (Harlow, England:Longman, 1965)
  • The Causes of the English Revolution, 1529-1641 (London:Routledge&Kegan Paul, 1972)
  • Family and Fortune: Studies in Aristocratic Finance in the 16th and 17th Centuries (Oxford:Clarendon Press, 1973)
  • The Family, Sex and Marriage in England, 1500-1800 (London and New York:Weidenfeld, 1977)
  • An Open Elite? England 1540-1880 (Oxford:Clarendon Press, 1984) (eşi Jeanne C. Fawtier Stone ile birlikte.)
  • Road to Divorce: England, 1530-1987 (Oxford:Oxford University Press, 1990)

  • Uncertain Unions: Marriage in England, 1660-1753 (Oxford:Oxford University Press, 1992)

  • Broken Lives: Separation and Divorce in England, 1660-1857 (Oxford:Oxford University Press, 1993)

  • An Imperial State at War: Britain from 1689 to 1815 (1994) (Editörlüğünü yaptı.)

1 Tarihçi Robert Darnton’un 1 Ekim 1999’da Lawrence Stone’nun ölümünden sonra Princeton Üniversitesi Şapel’inde yaptığı anma konuşmasından. Konuşma Perspectives, 37.8 (November 1999) sayısında yayınlanmıştır. Konuşmanın online versiyonu için: www.aps-pub.com/proceedings/1453/314.pdf.

2 Aktaran Michael Hawkins, “Lawrence Stone and interdisciplinary history,” Historical contoversies and historians, Ed. William Lamont, UCL Limited Pres, 1998, s. 121.

3 Tawney’in etkisi ileriki yıllarda tarih yazımı alanında da kendisini göstermişti. Tawney’in 1640 İngiliz Devrimi’nin İngiltere’deki toprak sahipliği rejiminde yaşanan önemli bir sıçramaya işaret eden anlayışı Stone’nun bu alanda yazdığı kitaplarda ortaya çıkar. Ancak Lawrence Stone kendisini “Son Whig” olarak tanımlayarak Tawney’in Hıristiyan sosyalisti görüşlerinden farklı bir yerde durduğunu ima etmiştir. Hawkins, s. 124.

5 Georg G. Iggers, Yirminci Yüzyılda Tarih Yazımı, Tarih Vakfı Yayınları, 2003, s. 66.

6 A.g.e. s. 86.

7 Lawrence Stone, “The Revival of Narrative: Reflections on a New Old History,” Past and Present, 85 (1979), s. 3–24.

8 Iggers, s. 99.

9 Lawrence Stone, “History and Postmodernism,” Past and Present, 135 (1992), s. 89-208.

10 Iggers, s. 102, 138. Yeni Historisizm, metinlerin özerkliği kavramını reddeden ve metinleri kısmen Foucaultcu, kısmen de Marksist açıdan kavranan iktidar ilişkilerini yansıtan karmaşık simgesel uzlaşmaların bir parçası olarak gören akımın adıdır. Bkz. Iggers, s. 11-12.

11 Cümlenin orijinali şöyle: “narration is indispensable for obtainin an intimate glimpse of man in the past to try to get inside his head.” Aktaran Sande Cohen, Historical Culture on the Recording of an Academic Discipline, Universitiy of California Press, 1986, s. 95.

12 Stone, “The Revival of Narrative”, p. 4.

13 A.g.y. s. 8-10.

14 Stone, a.g.y. s. 14. Adı geçen tarihçiler için bkz. Iggers, p. 103-120.

15 Fransa’da yayınlanan Annales dergisi etrafında toplanan ve zamanın göreceliliğinin ve çok katmanlılığının altını çizen tarih ekolü. Ayrıntılı bilgi için bkz. Iggers, s. 51-65.

16 Stone, a.g.y. s. 16-19.

17 a.g.y. s. 5.

18 Eric Hobsbawm, “On the Revival of Narrative,” On History. New York: The New

Press, 1997, s. 186-191.

19 Hobsbwam, a.g.y. s. 189-190.

20 Hawkins, s. 129.

21 J. H. Hexter, On Historians: Reappraisals of Some of the Makers of Modern History, Cambridge, MA: Harvard University Press, 1979, sayfa 149.

22 The Crisis of the Aristocracy, 1558-1641 (1965), sayfa 316. Söz konusu ifadenin İngilizcesi şöyle: “When man is at the mercy of disease and weather, in healt today, crippled or dead tomorrow, gorged today and starved tomorrow, with money to burn today from the sale of a bumper crop, plunged into debt tomorrow because of harvest failure, the human condition is one of perpetual flux.”

23 A.g.e. sayfa 241-242. Bu ifadenin İngilizcesi ise şöyle: “Sixteenth-century litigation combined the qualikties of tedium, hardship, brutality, and injustice that tested character and endurance, with the element of pure chance that appealed to the gambler, the fear of defeat and ruin, And the hope of victory and the humiliation af the enemy… Litigation, therefore, remained the most popular of indoor sports, despite unanimous agreement upon the folly of such behavior and the rapacitiy of lawyers.”

24 Lawrence Stone, “The Nobility in Business, 1540-1640.” The entrepreneur, Cambridge:Economic History Society, (1957) içinde. Sayfa:14-21. Lawrence Stone’nun “çelişkileri” meselesine ileriki bölümlerde de değineceğim.

25 Bizde Batlamyus, Batı’da ise Ptolemy olarak bilinen antik dönem gökbilimcisi.

26 Christopher Hill,”The English Revolution 1640” online versiyonu için: http://www.marxists.org/archive/hill-christopher/english-revolution/;

27 Hexter, s. 156-157.

28 A.g.e. s. 162.

29 G. E. Aylmer, “Crisis of the Aristocray, 1558-1691,” Past and Present, No:32 (1965), s.113-125.

30 Hexter, s. 166-169.

31 Hawkins, s. 129.

32 Richard T. Vann, “Marxism and Historians of the Family,” Developments in Modern Historiography, The Open University, 1998, s. 147-148’de.

33 Hobsbawm, a.g.y. s. 191.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl