Ana Sayfa Litera ASLI SERİN ŞİİRİ’NE YAKLAŞTIĞIM YERDE

ASLI SERİN ŞİİRİ’NE YAKLAŞTIĞIM YERDE

ASLI SERİN ŞİİRİ’NE YAKLAŞTIĞIM YERDE

Farklının ve yeninin kendini fazlasıyla hissettirdiği bir dönemdeyiz. Hayatımıza her yönüyle bir değişim eşlik ediyor. Muhatap olduğumuz teknik ilerlemeler sayesinde bilginin ve tecrübenin de boyutu değişti. İyi bir sosyal medya kullanıcısı nerdeyse her gün yüzlerce görüntüyle ve yazılı veriyle hemhâl oluyor. Ekran çağındayız ve şimdi verilerin akışkanlığından rahatlıkla söz edebiliriz. Malûmdur; bu durum akıllı aletlerin(!) işleyiş biçimlerine bile yansımış durumda. Göz; akan bilgiyi, yukarıya doğru göçen paylaşımları takip edebileceği kadar takip ediyor, gerisi kocaman bir oyuk… unutuş… sonrasında alışma ve gamsızlık. Bunun değiştirilebileceği bir günden bile söz edemiyoruz artık. O uzun boylu belâgatin çağı; yerini / ruhunu görsele teslim etti bile denebilir. Yazıyla ilintili bu olumsuz tablo; kuşkusuz en çok da yazar ve şairleri ilgilendiriyor. Şiirle ilgili yeni tartışmaların bu eksende döndüğü kolaylıkla ayırt edilebilecek bir gerçek. İki binli yılların şiiri için artık gündeliğin, görselin ve pop entelektüalizmin egemenliği bir açık kapı. Bu ve benzer kipler dışında çoğu tavır yeni jenerasyon tarafından ‘retro’ olmakla itham ediliyor.

Görsel bazında şiiri düşünen, emek veren, isimlerden biri de Aslı Serin… İlk kitabı “bu benim.zip”; 2007 yılında çıktıktan sonra yeni baskısını 160. Kilometre’nin adı altında yaptı. Diğer kitabı içinde aynısı söylenebilir şekilde üç bölüm olarak tasarlamış bu kitabını. Şiirlerinin genelinde biçim üzerine kafa yorulduğu görülse de bu biçimsel malzemenin söyleyişin sıradanlığıyla gölgelenmesi üzücü. Yine de şairin kendi kitlesince sevilmesini sağlayan ve bu menfi eleştirinin kapsamı içine dâhil edilemeyecek iyi şiirlerde aynı kitabın içeriğinde yer alıyor. Kanımca herkesin mutabık kalacağı üzere ‘bakire kızlar manifestosu’ ve benim iyi olduğunu düşündüğüm ‘temyizlenen peçete’ dışında birkaç şiire dağılmış parçalar kitabın omurgası üzerinde durmasını sağlayan cinsten. Şairin dağınık bir seçkiyi tercih etmemesi olumlu bir nokta ancak yapılan bölümlemeler içindeki şiirlerin bazılarındaki ivmesizlik; bu düzenli seçki fikrinin ışıltısını ne yazık ki söndürüyor. Şairin izlenimciliğe yaslanan tutumunu yeni biçimlerle denemeye sokması da değerli görülecek bir çaba. Özellikle ‘vardığımda ararım’ ve ‘Hotel Yaman’ bu tespitin içine alınabilir. Görsel malzeme ve şiirlerde tarih, saat, araba plâkaları vs. olarak gördüğümüz rakam kullanımı; günümüzde söz’ün düşüşü karşısında görselin ve aritmetik mantığın ön plana çıkmasına örnek olarak verilebilir. Bir de harflerin fonetik değerlerini arttırıcı punto değişiklikleri, Serin’in takip ettiği esaslar arasında yer alıyor. ‘kumandalar tozlanmıyorsa aşk bitmiştir’ şiirinin sonundaki kullanım şekli okuyucunun dikkatine sunulacak bir öneri olarak dursun. Şiirlerin bütünü için geçerli sayılabilecek bir husus olarak az önce belirttiğim ivme kırıcı noktalar genel olarak iki başlık altında toplanabilir. İlkin kafiye yükünün abartı boyutlarda olması… Şurası şaşırtıcı ki; bilindiği üzere benzer ses ve tınılar, şiiri akıcı ve debisi yüksek kılmak için kullanılır. Ancak burada tersi bir istikamette hizmet ediyor. Bunun nedeni olarak da ikinci tespit olarak sunacağım sebebi görüyorum: şiirlerde zaten konularını gündelik’in, kişisel yaşantı’nın içinden seçmesine rağmen bunları aktaran şiir sesinin de ‘soap opera’ aktarı üslubu içinde olması. Yani tiye alıyorum derken rahatsız edici şekilde bir hafif dilin şiirlerde ses vermesi. Bu durum benim başarılı bulduğum ve yukarıda isimlerini paylaştığım şiirlerden ‘bakire kızlar manifestosu’na hiç bulaşamamış mesela. Üslup yine tiye alıcı… konu kitabın diğer şiirleriyle paralel… Ancak şiiri güçlü kılan teknik ayrıntılar dışında şairin şiiri kurduğu düzlem, onun aktarısını bayağıya düşmekten alıkoyuyor. Bu açıklaması zor ama önemli bir ayrım olarak mutlaka belirtilmeli diye düşünüyorum. Yazının darlığı içinde açamayacağım ama aklımdaki bir soru olarak şunu vurgulamak isterim: Şairin; eski tarihlerde yazdığını anladığımız ‘çığlık’ adlı şiirini bu kitabında ‘sonra a geldi’ dediği yeni bir şiire malzeme kılması oldukça ilginç bir çalışma. Bu bir anlamda ete kemiğe bürünmüş bir palimsest! Bir diğer vurguyu da ‘sığınağa gider’ şiiri hak ediyor. Hâlâ merak ettiğim sorular eşliğinde…

Serin’in ikinci kitabı olan “Dans Etmesek de Olur”da belki de hayatın getirileriyle mülhem daha dinginleşen bir sesin, lirik bir dinamizmin şiirlerini okuruz. Bu şiirlerde görülen çıkarım yapma, tespitlerde bulunma yatkınlığı buna bağlanabilir. Kitabın en önemli artısı bence şu; yukarıda menfi mânâda yapılan eleştirilerin renkleri bir ve birkaç ton açılıyor, koyuluklarını yitirerek devam ediyor bu kitapta. Bunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Net / web çağının insan psikolojisini iyi yansıtan şiir düzenekleri bu kitabın dikkat çekici özelliklerinden birisi… Şairin hayata ve ilişki biçimlerine getirdiği eleştirileri iyi bir yerden kurduğu söylenebilir. Söyleyiş biçimlerinde, dize bölüklerinde afili bir duruş kendini gösteriyor. Bu belki bütün içerisinden ayrılıp kendini belli eden berceste dizeler şeklinde olmuyor ama yine de bütüne hakîm bir dize yükselmesi ilk kitaba nazaran kendini belli ediyor. Ezcümle; Aslı Serin şiirinin gelişim çizgisinde ilerlediğini söylemekle beraber daha katetmesi gereken yollar olduğu düşüncesindeyim.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl