Türk ressamları portre sergisi” için benden bir portre istendiğinde Avni Lifij’i seçmiştim. Bir dönem sembolizme olan ilgim beni Lifij’le buluşturmuştu. Melankolik ve içe dönük kişiliği -söylendiğine göre- hep dalgın ve düşünceli haller içinde olması ilgimi çekmiş ve kendime yakın bulmuştum. Bu yazıyı kaleme almaya başladığımda Sabancı Müzesi’nde bir Avni Lifij sergisi olacağından bihaberdim. Sergi haberini duymak sevindiriciydi, çünkü resimleri topluca görme şansım doğmuştu. Avni Lifij’in duyarlılığını, lirizmini ve romantik iç dünyasını, fırçasından, kaleminden çıkarak izleyiciye ulaşan titreşimleri hissederek O’nun dünyasına vakıf olabildim. Resme olan tutkusu, aldığı eğitimle kendi eğilimi arasındaki geçişler, fotoğrafa ve yazmaya olan ilgisiyle entelektüel yapısı, ilk dikkati çeken ve onu farklı kılan özelliklerdi. Bir yanıyla romantikti ama aynı zamanda entellektüel yapısı bu romantizme düşünsel bir boyut katıyor ve sembolik ögeler ortaya çıkıyordu. Bu çok yönlülüğü içinde Lifij’in bütün eserlerinde gördüğümüz değişmeyen tek şey, onun lirik anlatımıdır ve onun bu özelliği kanımca iredelenmesi gereken bir olgudur.

Avni Lifij, ailesinin karşı çıkmasına rağmen kendi imkanlarıyla resim yapmayı sürdürmüş, tutkulu bir ressamdır. Çerkez göçmeni bir aileden gelmiş, tahminen 1880’li yılların sonunda Samsun’da doğmuş, henüz 20 günlük iken ailesi İstanbul’da göç etmiştir. Bu, onda bir göçmen duyarlılığı meydana getirmiş olabilir, nitekim romantizm’in sınırları, yersizlik, yurtsuzluk ve aidiyet konularıyla çevrilidir. Orta halli bir aileye sahip olması, kendi kendini yetiştirmesini zorunlu kılmış, 15 yaşında Demiryolları Müdürlüğü’nde iş bularak kazandığı parayla, fransızca dersleri almıştır. Anatomi öğrenmek için Mülkiye Tıbbiye’sine, boya tekniği öğrenmek için Eczacı Mektebi’nin derslerine katılmıştır.1 Bu çabalar, O’nun bir konuya derin ve geniş çaplı yaklaşımını yani tutkulu kişiliğini işaret eder. Öyle ki, kendi kendine, herhangi bir eğitime sahip olmaksızın gerçekleştirdiği, elinde kadeh tutan, pipolu oto portre tablosunda şaşırtıcı bir ustalık sergilemektedir. Bu yeteneği, Osman Hamdi Bey’le tanıştırılmasına ve profesyonel ressamlık hayatının başlamasına sebep olmuştur. Osman Hamdi Bey, bir sanat hamisi olan II. Abdülmecid’e Lifij’i tanıtarak Paris’e eğitime gönderilmesine vesile olur. Otoportrede, sanatçı kendisini yetişkin, batılı bir tarzda, fötr şapkalı, kravatlı ve piposuyla resmetmiştir. Elinde tuttuğu şarap dolu bardak, adeta şerefe pozunda seyirciye dönük olarak yerleştirilmiş, kısık gözleri, kafa tutan bir direnişci edasıyla bakmaktadır. Ressamların sıkça yaptığı gibi fırçasını temizlediği eski bir çorap omuza gelişi güzel yerleştirilmiştir. Lifij, bu ilk otoportresinde açıkça ressamlığını ilan etmektedir.

Lifij, Pipolu otoportresini gerçekleştirdiğinde Osmanlı imparatorluğunun çöküş yaşadığı II. Meşrutiyet döneminde, henüz yirmili yaşlarının başında, resme gönül vermiş bir gençtir. II. Meşrutiyet oldukça kargaşalı bir ortama sahiptir, toplumda bir yandan geleneklere bağlılık söz konusuyken diğer yandan ilerleme arzusu vardır. Bu tartışmalı, kaotik ortamda gerçekleştirilen otoportre, sanatçının duygusal ve düşünsel dinamiklerini resme olan tutkusunu, asi ve bağımsız kişiliğini ortaya koymaktadır. Hiç bir eğitim görmemiş bir ressamın yetkinliğini gösteren tablo, dönemin anlayışına uygun olarak klasik-gerçekçi anlayışta gerçekleştirilmiş, ışık ve renk kullanımı, boya sürüşü Lifij’in duyarlılığını ortaya koymaktadır.

Avni Lifij 1909 yılında gönderildiği Paris’de, I’Ecole des Beaux-Art’da, Cormon atölyesinde akademik-klasik eğitim almıştır. Batılı anlamda Akademik sanat, siyasi gücün idealize edildiği, resmi bir sanattı ve 19.yüzyıl sonlarında Osmanlı’da Avrupa’dan davet edilen saray ressamları akademik-klasik tarzda çalışıyorlardı. Hatta II. Abdülaziz tarafından oluşturulan ilk resim kolleksiyonunun tamamı klasik üsluptaydı. 3 Oysa 1870 sonrası Paris’te yeni sanat formları ve modernizmin ilk nüveleri gelişirken, akademik sanat önemini çoktan yitirmeye başlamıştı. Avni Lifij, aldığı akademik eğitime rağmen 1912 ‘de yurda geri döndükten sonra serbest fırça sürüşlerinin kullanıldığı işler gerçekleştirmiştir. Burada, Paris’de sıkça atölye dışına çıkarak yeni akımları gözlemlemesi ve çoktan yaygınlaşmış olan empresyonizmin etkisini görebiliyoruz, ayrıca arkadaşlık içinde olduğu Guillonet’in çalışmalarının da etkisi vardır. Kendisinin Lifij’le mektuplaşmalarında teknik ve malzeme konusunda verdiği teknik bilgiler yer almaktadır.4 Resimlerinde izlenimci ve dekoratif etkiler olmasına rağmen Lifij’in akademik tarafı oldukça güçlüdür. Bu, aldığı eğitim kadar resim tutkusundan ve yaptığı işe verdiği önemden kaynaklanan bir ciddiyet ve disiplinin yansımasıdır. onun farklılığı da tam bu noktada yatar; işin bilimsel yanı ile içinde taşıdığı duygusallığı, dengeli oranlarda, mükemmellikle bir araya getirmiştir. Duyguları o kadar güçlüdür ki, klasik eğitimin katılığı, kuralcılığı içinde dahi O’nun lirizmi kaybolmamaktadır. Bunu en iyi gösteren şey, kişiliği doğrudan yansıtan temel resimsel eleman, çizgidir. Lifij’in bir çok deseninde akademik tavrı ön plana çıkarken “Mektup okuyan kadın”, “Ellerini Göğsünde kavuşturmuş kadın” gibi örneklendirebileceğimiz bir çok deseninde akılcılığının hemen arkasındaki çoşkulu duygusallığını, çizgilerindeki duyarlılığı ve hassasiyeti görmek mümkündür.

Avni Lifij’in edebiyat ve şiirle doğrudan bir ilişkisi olduğuna dair herhangi bir belge bulunmamakla birlikte, 1911’de Paris’ten döndükten sonra İstanbul’un sanat ve kültür ortamlarında bulunmuş, önemli şahışlarla yakın ilişkiler içine girmiştir. Bu kişiler arasında şair-yazar Ahmet Haşim de yer almaktadır. Haşim, II. Meşrutiyet döneminin yenilikçiler tarafında yer almiş edebiyatcıların başında yer alır. Bu dönemde edebiyatçılar, ressamlar kadar şanslı olamamışlar, onlar gibi devlet desteği görmemişlerdir. Üstelik her şeyin sansürlendiği, ifade özgürlüğünün ellerinden alındığı bir ortamda diledikleri gibi yazamamışlardır. Bu nedenle içe kapanarak, hayal dünyalarına sığınmışlar ve daha bireysel konularla sembolik anlatıma yönelmişlerdir. Ahmet Haşim, bu dönemde önemli bir yere sahiptir. İzlenimci ve sembolist betimlemelerle, okuyanın gözünde canlandırabileceği tablo gibi şiirler yazmıştır. Dış dünyaya ait gözlemlerini iç dünyasında oluşan izlenimler olarak şiire yansıtır. Bu nedenle zengin imge ve renk dünyasına sahiptir.5 Bu bağlamda Ahmet Haşim ve beslendiği Servet-i Fünun şairleri ile Avni Lifij resimleri arasında bir bağ kurmak mümkündür. Hem üslup anlayışları hem ele alınan temalar ortak noktalarıdır. Haşim’in doğa şiirleri ile Lifij’in manzara resimleri, benzer izlenimleri ve duyguları taşırlar. Örneğin; İki sanatçıda da rastlayacağımız kış temalı eserler, yansıttığı melankoli ve hüzün duygularıyla birbirlerine yaklaşırlar. Ölüm teması da diğer ortak temadır. Lifij’in mezarlık resimleri, Haşim’in Ölmek adlı şiiri ve Serveti Fünun şairlerinden Tefik Fikret’in yalnızlığı, kabir yalnızlığı olarak tarif ettiği mısralarıyla buluşarak mezarların terk edilmişliğini, ölümün sessizliğini ve gizemini yansıtır. Gece, gün batımı, akşam gibi diğer hüzünlü konular da onları bir araya getiren temalardır.

Lifij’in divan şairi Nef’i’ye göndermede bulunduğu “Nef’i devrinden bir sahife” adlı tablosu şairlerle kesişen başka bir resmidir. Tefik Fikret’in de Nef’i adlı bir şiiri bulunmaktadır.6 Lifij, geçmişe gönderme yaparak, belki de, Nef’i döneminde yaşamış olmayı hayal etmiş olabilir. Resimde, kavuklu figür – bıyıklarına bakılırsa kendisi olmalı- keyifli bir aşk edası içinde, uzanmış bir güzele mey sunarken betimlenmiş. Dönemin şairlerinde de rastlayacağımız bu romantik yaklaşım, Avni Lifij’in onlarla ne derece temas ettiği, onları okuyup okumadığı hakkında bir soru işareti yaratır. Bu konuda net bir bilgi olmadığı için bu bağlantıları sadece; aynı çağa ait olmalarına , sosyal sorunların yarattığı duygudaşlığa ve aynı kaynaktan beslenmiş olmalarına dayandırabiliyoruz.

İnce bir ruhun ve duygusallığın yarattığı şiirsellik, kırılgan bir yapıyı ortaya çıkarırken, melankoli ve hüzün de kaçınılmazdır . Bu, Lifij’in resimlerinde bazen bir manzaranın morlara bürünmüş sisinde görünür olur, bazen bir modelin kırılgan duruşunda, bazen de bir portrenin gözlerinde , derin ve buruk bir iç dünyayı bütün maddeselliğinin ötesine geçerek kendisini dışa vurur. Bazen de çocuksu bir heyecan, çoşkulu izlenimler, boyanın katmanları arasındaki serbest fırça sürüşlerinde beliriverir. Bu en çok akademik yaklaşımın geri plana çekildiği poşadlarda ortaya çıkmaktadır. Açıkhavada tek oturumda gerçekleştirilen, ön çalışma niteliğindeki poşadlar, etüt amaçlı yapılmış olmasına rağmen, Lifij’de adeta soyutlama ve lirizmin kaynaştığı bir anlatıma dönüşerek birer yapıt haline gelmektedirler. Işık, gölge, renk, oran, plan, hareket vb. bütün plastik elemanlara hakim bir ustalık içinde gerçekleştirilen etüdler, izleyiciyle lirik bir diyalog içine girerler. Bu ressamın doğasında var olan, kendiğinden oluşan bir olgudur.7

Kişisel duygulanımların dış dünyadan esinlenerek coşkulu biçimde ifade edilmesi lirik anlatımın en belirgin özelliğidir. Bu tür bir dışavurumda resmin sorunsalları, güzel resim yapma kaygısı vb. zihinsel etkiler geri planda kalır. Ressam bütün coşkusuyla kendisini hislerine bırakarak sonunu bilmediği bir serüvene doğru yol alır. Dış dünyaya bakar ama asıl yansıttığı şey iç dünyasıdır; bilinçaltı, geçmiş, gelecek, tüm iç yaşantılar bir araya gelir, adeta kendinden geçerek ritim ve hareket dolu bir yaratım ortaya koyar. Spontane fırça sürüşleri, rastlantısal biçimler, renkler, tonlar, çağrışım alanları gibi ortaya çıkan teknik serbestlik, ahenkli bir özgünlük yaratır. Bu, tutkulu bir çalışmayı, bir keşiş edasıyla kendini resme vermeyi gerekli kılar. Bu özellikler Avni Lifij’in doğasında en üst düzeyde vardır. Zaten bir sanatçıyı sanatçı yapan başka ne olabilir?

Günümüzde sanatın sorunlarına bakarak böyle bir soru sorduğumuzda, hiper kapitalist bir ortamda lirizmin kaybolmaması mümkün müdür diye başka bir soru sormamız gerekebilir. Sistemin handikapları içinde güzel sanatlar ve sanat tarihi kavramlarının genişleyerek yerini görsel kültür ve sosyoloji gibi alanlara yayılması, sanatçı atölyelerinin seri üretim yapan işletmelere dönüşmesi, bazı duyarlılıkların ve duygusallığın kaybolmasına sebep olabilmektedir. Bu bağlamda önemli bir sorun olarak karşımıza çıkan “değer” meselesi için lirizm, neden aradığımız cevap olmasın.

1 Avni Lifij, Türk Ressamları Dizisi, A. Kamil Gören ,Yapı Kredi Yayınları, 1. Baskı,İstanbul, 2001, sf.13.

2 Avni Lifij, Ömer Faruk Şerifoğlu, Sanat Yazıları, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2019, sf.15.

3 Osmanlı Saray Kolleksiyonunun Oluşumunda Bir Aracı: Goupil Sanat Galerisi.,İbrahim C. Bölüktaş, Yüksek Lisans

,İstanbul 2017, sf.17. https://www.academia.edu/31075487/OSMANLI_SARAY_KOLEKS%C4%B0YONUNUN_OLU%C5%9EUMUNDA_B%C4%B0R_ARACI_GOUP%C4%B0L_SANAT_GALER%C4%B0S%C4%B0

4 Avni Lifij, Ömer Faruk Şerifoğlu, Sanat Yazıları, Kırmızı Kedi Yayınevi, 2019,sf.24

6 H.A.Lifij’in Yapıtlarında Paris ve İstanbul sanat Çevrelerinin Etkisi, Eda Ocak, Yüksek lisans Tezi, MSGSÜ,SBE,2011,sf. 68-69

7 Avni Lifij Poşadlar, Prof. Şazi Sirel, 1984 1.Baskı, İstanbul, sf.24