Hayatta ki tek sevdiğiniz varlığı kaybetseydiniz ne yapardınız? İran asıllı yönetmen, yazar ve çizgi film romancısı, Marjane Satrapi kendi yazmış olduğu Azrail’i Beklerken kitabını 2011 yılında sinemaya uyarladı. Satrapi, büyük amcası olan Nasser Ali’nin hayatını ele aldığı filmde bu sorunun cevabını aramaktadır.

Konu ve Çözümleme

Nasser Ali, onu hayata tutan tek varlığı kemanı kırılınca ölmeye karar verir ve sekiz gün boyunca odasında ölümü bekler. Karakterin içinde bulunduğu ruh halini inceleyen film aynı zamanda geçmişe dönerek karakterin yaşadığı kırılma noktalarını göstermektedir. Film hem konusu ile hem de kullandığı tarz ile dikkat çekmektedir. Dram ve mizah öğeleri çok iyi şekilde harmanlayarak seyirce sunar. Özellikle yer yer kullanılan animasyon ve kamera-kurgu hileleri filme sürrealist bir tarz katar. Böylece karakterin içinde bulunduğu ruh hali daha iyi yansıtılır. Her ne kadar birey gerçek dünya ile çevrili olsa da zihninde kendisine ait gerçeküstü bir dünya vardır. İnsan, çevresini bu gerçeküstü olan zihninde algılar ve yorumlar. Bu nedenle film, kullandığı tarz ile seyirciyi sıradan bir gözlemci olmaktan çıkarır ve karakterin bakış açısına odaklar.

Nasser Ali’nin kemanı kırıldıktan sonra ölmeyi istemesi ilk bakışta yüzeysel görünebilir. Çünkü kaybedilen bir objenin yerine yenisi pekâlâ konulabilir. Keza Nasser Ali de ilk başta yeni bir keman beğenmiştir. Kemanı alıp eve giderken yolda rastladığı Iran’a kendisini hatırlayıp hatırlamadığını sorar. Iran, Nasser Ali’ye kendisini hatırlamadığını söyler. Buruk bir şekilde evine dönen Nasser Ali daha önce beğenmiş olduğu kemanı artık beğenmez. Nasser Ali ve Iran’ın karşılaşması ilk başlarda havada kalmaktadır. Ancak film ilerledikçe düğüm çözülür ve Nasser Ali’nin yeni kemanından ve hayatından neden vazgeçtiği anlaşılır.

Filmde kullanılan keman aslında Nasser Ali’nin Iran’a karşı duyduğu büyük aşkın bir sembolüdür. Nasser Ali ve Iran yıllar önce bir saatçide karşılaşırlar. İkili bir süre görüştükten sonra evlenmeye karar verirler. Ancak Iran’ın babası bu evliliği onaylamaz. Çünkü Nasser Ali bir müzisyendir ve çok para kazanamamaktadır. Nasser Ali ve Iran bu nedenle ayrılmak zorunda kalırlar. Yıllar içerisinde Iran, bir askerle evlenerek yeni bir yuva kurar. Çocukları ve torunları olur. Nasser Ali ise müziğe odaklanır. Iran’la tanışmadan önce çok iyi müzik tekniğine sahip olan Nasser Ali’nin müziğinde hocasının deyimiyle “nefes” eksiktir. Iran’dan ayrılmanın acısı onun müziğine nefes katar. Nasser Ali kemanı bütün dünyayı dolaşıp çalarken aklında tek bir şey vardır: Iran. Ancak yıllar sonra Nasser Ali de ailesinin zorlamasıyla sevmediği Faringuisse ile evlenir. Bu evlilikten iki çocuğu olan Nasser Ali ne karısına ne de çocuklarına ilgi gösterir. Onun tek ilgilendiği şey müziğidir.

Bu bilgiler ışığında bakıldığında kemanın kırılmasının pek önemi olmadığı görülmektedir. Öyle ki Nasser Ali’nin müziğe devam etmek istememesinin nedeni Iran’ın onu tanıyamadığını söylemesidir (ki Iran aslında yalan söylemiştir). Yıllar boyunca Iran’a duyduğu aşkın karşılıksız olduğunu düşünen Nasser Ali ölmeye karar verir. Bu aşamada iki şeye dikkat çekmek isteriz. Bunlardan ilki: nihilizm. Yazının başında belirttiğimiz gibi gerçek dünyaya karşı zihinlerimizde gerçeküstü bir dünya vardır. İmgeler, hayaller, idealar vs. insanın gerçeküstü dünyasının bir ürünüdür. Yani yaşamak istediğimiz hayat zihnimizin içindedir. Ancak ne zaman gerçeküstü dünyamız gerçek ile karşılaşır ve yıkıma uğrarsa nihilizm kaçınılmaz olur. Nasser Ali’nin aile, iş ya da gündelik hayat gibi bir dertleri yoktur. Bunlar onun için bir anlamsızlık kümesidir. Onun için önemli olan kafasında oluşturduğu ve kemanı ile dışa vurduğu aşkıdır. Kendi kafasında oluşturduğu Iran imgesine sığınır. Ne zaman ki bu imge, gerçeği tarafından kırılır, karakter nihilizm boşluğuna düşer. Bu nedenle Nasser Ali, dünyanın en iyi kemanını bulsa bile ölmek isteyecektir. Çünkü kemanın kendisi değil temsil ettiği şey önemlidir. Ve o temsil artık yıkılmıştır.

İkinci olarak Freud’un görüşlerine yer vermek isteriz. Freud, kişinin bir başkasını sevdiği zaman egosunda büyük bir özgüven kaybı oluştuğunu, bu özgüven kaybının giderilmesinin ancak sevgisine karşılık bulabilmesi ile gerçekleşeceğini söyler. Eğer kişi sevgisine karşılık bulamazsa egosunda büyük bir yıkım oluşacaktır. Böylece kişi matem ve melankoli aşamasına geçecektir. Matem, normal bir süreç olarak karşılanabilir. Tehlikeli olan ise melankoli aşamasıdır. Bu aşamada kişi içine düştüğü ruhsal bunalımdan ancak ve ancak kendi isteğiyle kurtulabilmektedir. Yoğun bunalım, iştahsızlık, ilgisizlik, intihar düşüncesi melankolinin semptomları olarak belirtilir. Nasser Ali’nin egosunda yaşanan bu yıkım onu hızlı bir şekilde melankoliye sürüklemiştir ve sekiz gün boyunca melankolinin semptomlarını yaşamıştır.

Faringuisse için de Freud’un söyledikleri geçerlidir. Karakterin Nasser Ali’ye karşı duyduğu aşkın karşılıksız olması onun özgüven kaybına neden olmaktadır. Ancak karakter, matem ve melankoli aşamasına geçmez. Onun bu kaybını dışavurum şekli öfkedir. Nasser Ali’yi çok sevmesine karşın her gün eve gelir ve ona bağırır. Gündelik hayatın zorluklarından bahseder. Çalışıp para kazanmasını ister. Oysa onun istediği Nasser Ali’nin müziği yani Iran’ı bırakmasıdır. Bunu başaramayınca Nasser Ali’nin kemanını alır ve kırar.

Satrapi’nin İran ve Amerikan Eleştirisi

Sol görüşlü ve modern bir ailenin çocuğu olan Satrapi hem çocukluğunda hem de gençliğinde İran’ın çalkantılı yakın siyasi tarihine tanıklık etmiştir. Yönetmen kendisinin yazmış olduğu çizgi roman Persepolis’i sinemaya uyarlamıştır. Film, İranlı bir kadının gözünden devrim öncesi ve sonrası İran’ın ahlaksal otorite sorunsalını, siyasi otoritenin bunaltıcı ama çelişkiler ile dolu baskısını ve İran’da kadın olmanın zorluklarını ele alır. Satrapi, İslam devrimi sonrası İran’ı özgürlüklerin kısıtlandığı, gericiliğin arttığı, toplumsal yozlaşmanın hüküm sürdüğü bir yer olarak gösterir. Satrapi’nin kullandığı siyah-beyaz ve dışavurumcu tarz, anlatılmak istenen ortamı desteklemektedir.

Persepolis filmi ile İran İslam devrimine eleştiri getiren Satrapi, Azrail’i Beklerken filmi ile devrim öncesi İran’ı övmektedir. Azrail’i Beklerken filminde Tahran modern bir kültüre sahiptir. Kıyafetler, saç kesimleri, kadın karakterlerin üniversite okumuş olmaları ve toplumsal hayata daha fazla katılmaları, aile yapısında Batı’nın örnek alınması gibi unsurlar ön plana çıkartılır. Dolayısıyla Satrapi’nin iki filmi karşılaştırıldığında İran’ın yaşamış olduğu kültürel değişim dikkat çekmektedir. Satrapi filmleri üzerinden bakıldığında geriye gitmiş bir İran görülür.

Azrail’i Beklerken filminde Amerikan kültürüne de ince bir gönderme vardır. Nasser Ali’nin oğlu oldukça huysuz ve aptal (Nasser Ali’nin deyimiyle) olarak sunulur. Nasser Ali, onun geleceği hakkında endişelenir ve bu çocuğun ne olabileceğini düşünür. Bu aşamada film, Nasser Ali’nin oğlu Cyrus’un hayatına geçiş yapar. Üniversite de öğrenci eylemlerine katılan Cyrus, devrimden sonra Amerika’ya gider. Burada Nancy ile tanışır. Nancy hamile kalınca evlenirler. Bu evlilikten üç çocuğu olan Cyrus’un hayatı sitcom tarzında çekilir ve Amerikan rüyasını tiye alır. Tüketim ve popüler kültüre vurgu yapan sahnede karakterlerin zekâ seviyesinin oldukça düşük gösterilmesi dikkat çekicidir.

Sonuç

Satrapi’nin İran’da yaşadıkları ve Fransa’da almış olduğu eğitim onun sanatının temelidir. İlk filminde kullandığı dışavurumculuk (Persepolis), ikinci filminde (Azrail’i Beklerken) sürrealist tarz ile filmlerini farklı bir perspektiften yansıtmaktadır. Yönetmenin yazdığı kitaplar, yönettiği filmler ile İran’ın yakın tarihine de tanıklık ederiz. Yönetmen ele aldığı konulara mizahi unsurlar katarak seyirciyi sadece dram ile boğmaz aynı zamanda eğlendirir. Azrail’i Beklerken filminde keman-aşk simgesi başarılı bir şekilde işlenmiştir. Karakterin yıkılan egosu onu nihilizmin karanlığına çok hızlı bir şekilde iter. Daha önce hayatın bütün anlamını müziğe yükleyen Nasser Ali, müziğini anlamlı kılan objeyi (Freud’un deyimiyle) yani Iran’ı kaybeder. Doğal olarak karakter bütün hayatını bir hiç uğruna geçirmiş olduğunu düşünür. Bu aşamadan sonra Nasser Ali için ölüm tek kurtuluş yoluna dönüşür.

Ortadoğu ve Kültür Sorunsalı

Sanat, kültürel bir değerdir. Toplumlar sanat eserlerine ne kadar sahip çıkarlarsa o denli kültürel birikime sahip olurlar. Ne yazık ki Ortadoğu ülkelerinin basiretsiz yönetim anlayışı yüzünden sanatçılar ve bilim insanları göç etmeye zorlanmakta, Batı’nın sömürgesine davetiye çıkarılmaktadır. Ortadoğu coğrafyası birçok sanatçı çıkarmakta ancak bu isimleri elinde tutamamakta hatta başından def etmeye çalışmaktadır. Kendi yetiştirdiği değerlere sahip çıkamadıkları için bu değerlere Batılı devletler sahip çıkmaktadır. Sartapi ve benzer durumda olan diğer İranlı yönetmenler sanatlarını Batı ülkelerinde icra etmek zorunda kalmaktadır (ki bu durum bütün Ortadoğu için geçerlidir). Her ne kadar Sartapi İran’ı ya da İranlı insanları ele alsa da film, Fransız filmdir ve Fransız film kültürüne katkı sağlamaktadır. Bu durum oryantalist bakış açısıyla Doğu’ya bakmayı seven Batı ülkelerinin de işine gelir. Farklı kültürden gelen eseri Batı kalıpları içinde eritilerek sunulması kültür emperyalizminin bir sonucudur. Ancak bu durumu oluşturan Batı’dan ziyade Ortadoğu’nun zihniyet sorunudur.