Dilin yetersiz kaldığı yerde ihtiyaç duyduğumuz göstergelerin bina edilmesiyle başlar sanat. Burada kast edilen dil, alfanumerik ve fonetik işaretlerle oluşandır. Kendi içinde bile katmanları vardır. Yine kendi içinde katmanları olan üst dil olarak ‘Sanat’ ise, her katmanında oluşturduğu disiplinlerle çok farklı (alfanumerik ve fonetik işaretlere) eklemlenir. Bu bağlamda yapılan okumalar sanatçının oluşturduğu kişisel dilinin standart gösterenlerle biçimlenmesine bağlıdır.

Nesne olarak deforme edilmiş, obje olarak şekillendirilmiş materyal; subjektif içselleştirmenin, objektif dışavurumla boyutlandırılması olarak, mekanı süslemekten çok, zamanla ilişkiye işaret eder bu durumda. Materyalin Babek Sobhi’nin elinde biçim ve boyut kazanması, subjektiftir. Dolayısıyla gösteren olarak, gösterilene yansıyış biçimi de subjektiftir. Kamusal alandaki aktarım ile özel alandaki aktarım arasında nitelik farkı yoktur. İzleyicilerin bütününe Babek Sobhi tarafından aktarılan, bireysel olarak bakan gözlere projekte edildiğin de oluşturulan ortak aklın ürünüdür. İşte tam bu durumda yabancılaşmanın reflekte olarak yarattığı algı kırılmaları, yine aynı reflekte durumda oluşturduğu yansımayla ‘biz’den, ‘ben’e evrilir.

İlksel olan ile çağdaş olanın arasında köprü kuran kayıtdışı notların satır aralarında gezinen Babek Sobhi, kamusal alan ile kişisel alanın iç içe geçtiği yerlerde oluşan yabancılaşmanın, mahcubiyetten umarsızlığa evrilen halini biçimlendirirken, materyalin dekoratif kırılganlığından yola çıkarak, körleşmeye de atıfta bulunur.

Körleşmenin duyularda yarattığı deformasyonun, içbükey bir odaklanmadan çok dışbükey yansıtmaya neden olduğu gerçeğinden yola çıkarak sanatçı, modern insanın algısal süngere dönüşen gözlerini eliptik olma halinden çıkarıp geçirimsiz boşluklara dönüştürür ve yabancılaşmanın simgesi olarak gölgelere saklar.

Uzamsal kıvrımların mekan içindeki haraketsizliği ışığı absorbe edip zamanda boşluklar yaratırken, usdışı bir akılla oluşturulmuş kusurlara atıfta bulunur. Yukarıda bahsi geçen (alfanumerik ve fonetik) yetersizliğin kırıldığı ve oluşan yeni gösterenlerle yeniden biçimlendiği yer tam da burasıdır. Yüz yüze olma halini bir iletişim, okuma ve okunma hali olarak düşünürsek ki kısmen doğrudur, modern insanda obje-subje ilişkisine indirgenmiştir. Tam bu noktada yüzlerin birbirinin çaprazlarına bükülme hali, gözlerdeki derinliği kaybolmuş boşluk ilişkilendirmesi yabansılıktan çok yabancılaşmaya işaret eder.

İnsanın dekoratif anlamdaki faydacılığının, dekorasyon materyal (sürekli bir alıcı, ve izleyici) olmaya dönüşme yani meta-meta konformizmine eklemlenme hali, farkına varmadığı bir yabancılaşmanın (postmodern ilkelliğin) sonucudur. İlksel olan ile arasındaki bağın dijital göstergelere dönüştürülmesi sonucu olarak yaşadığı tam da bu yabancılaşmadır. Burada izlediğimiz bu sanat objelerinin işaret ettiği de tam budur. Bir tırtılın metamorfozunun, onu kendi naturasına yabancılaştırmadığı, tam tersi, bir uyum süreci olduğu gerçeğinden yola çıkarak sanatçının yabancılaşmasının da işaret ettiği yabancılaşmaya eklemlenme hali değil; tam tersi, bir arada olma hallerinden birinin uğradığı bozulmaya işaret etme telaşıdır.

Modern insanın maruz kaldığı ideamorfozun etkisinin kırıldığı ender alanlardan biri olarak sanatın aynı durum içinde eridiği ve ideamorfoik süreci hızlandırdığı ve buna katkı sunduğu bilinen bir gerçektir. Sanatın geçirimliliği halidir bu.

Tam da bu noktada Babek Sobhi’nin eserlerindeki dışa vurumun çağrıştırdığı değil, işaret ettiği yabancılaşmanın yarattığı tekinsiz boşluklardan bakmaya ve yukarıda bahsi geçen sürecin etkilerini azaltma yollarını arayarak ‘biz’ olma hallerini yine-yeniden yaratma cesaretini göstermeye davet ettiğini düşünüyorum. Her bir heykelin önünde bir dakika durup, aynanın önünde değil, arkasında olduğunuzu hayal edin. Gözlerinizde oluşan boşlukların yok olduğunu fark edeceksiniz.