Bartu Ben, televizyon reklamları arasında gösterilen berbat diziler tarihimizde hem derdi hem de konuyu işleyişi ile farklı bir yerde duruyor. Dizinin bir platform dizisi olması otosansürden fersah fersah uzakta olmasına, şimdiye dek herhangi bir yerli yapımda görmediğimiz sahneleri izlememize de olanak sağlıyor. Türkiyeli bir dizi karakterinin 31 çektiğini, nihayet 2018 yılının sonlarına doğru görebiliyoruz.

Elbette hem Türkiye’de hem de dünyada benzer diziler çekildi. Bir oyuncunun kendi hayatının kurmaca içinde yansıtılması İşler Güçler ve Curb Your Enthusiasm ile denendi. İşler Güçler, işlerini düzeltmeye çalışan, para kazanmaya çalışan, daha ünlü olmaya ve var olan ünlülüklerini korumaya çalışan, “yolunda”, absürt karakterler üzerinde yükselirken, Curb Your Enthusiasm, hikayeler ve durum komedisiydi. 20 dakika içinde üç farklı hikayeyi birleştirebilme başarısının ardındaki isim ise Larry David’di. Kendini bir “sosyal suikastçı” olarak tanımlayan baş karakter bu özelliği ile insanları ve onların yarattığı olayları sabote ediyordu.

Bartu Ben’de ise hem işlerini düzeltmeye çalışan bir karakter hem de Larry kadar olmasa da bir sosyal suikastçı görebiliyoruz. Onu Larry’den ayıran şey ise bunu daha çok düşünce uzamında gerçekleştirmesi: Kafası karışık ve etrafındaki insanların kafasını da karıştıran sorunlu bir karakter. Dizide de dendiği gibi “hep kakası var.”

Bartu Ben’in senaryosu işte bu iki dizinin karışımı üzerinde yükseliyor ancak onu diğerlerinden ayıran yönü bir kimlik sorununu da beraberinde taşıyor olması. Şu bizim Türkiyeliler olarak sürekli yanı başımızda duran devasa kimlik sorunumuz üzerine.

Kimlik sorununun ilk belirtileri İstanbul’da, “Cihangirli” çevresi ile yaşayan Bartu’nun kuzeni ve dayısı ile tanışması: Kimse ailesini Cihangir’e sokmak istemez. Bu biraz annenizin Twitter denen Gayya Kuyusu’na yazdıklarınızı okumasına benziyor. Oysa biliyoruz ki onların sosyal platformu Facebook’tur ve orada kalmaları gerekir. Ancak Bartu’nun akrabaları Facebook’tan Twitter’a geçmekte bir hayli istekli.

Bir yandan marjinal denebilecek bir hayat yaşayan karakter, bir yandan da Türkiye işi bir dayı ve onun kendini en azından cinsellik konusunda özgürleştirmeyi başarmış kızı ile bir çelişkiler dünyasına adım atıyor ve olaylar gelişiyor. Dizideki “Türkiyeli” karakterlerin ortak özelliği ise aslında bu sosyolojiden oldukça uzakta olmaları. Dizideki her iki kapıcı hem Türkiyeli hem de bu kapıcı sterotipinden oldukça uzaktalar. Dayı da yine aynı biçimde hem tam bir Türkiyeli hem de kızına olan yaklaşımlarında bir hayli açık. Ancak bu yine Bartu Ben’in başarısı çünkü Türkiye gerçekten de iki hayatlı yaşayan insanlar cenneti: Doblosundan inen, polo yaka, enine çizgili tişörtlü bir tip gördüğünüzde onu kafanızda bir yere oturtursunuz ama girdiği apartmanda bir grup seks partisine katılmak üzere olduğundan bihaber yaşarsınız. Polo yakalımız ise orjiden çıkıp sokağa geri döndüğünde yine hemen o “erkek”liğini üzerine geçirir ve kendisine “ibne” diyen birini bıçaklayabilir. Çünkü bizim sosyolojik sebze çorbamız toplumsal dinamiklerimiz yüzünden ikiyüzlü bir yaşamı yansıtır. Bartu Ben’deki tek tutarlı karakter de eşcinseldir. İkiyüzlülüğünü aşabildiği için insanlarla olan ilişkisinde açık ve tutarlıdır. Saklaması gereken bir hayatı yoktur. Kurduğu cümlelerde de bu yüzden nettir.

Baş karakter Bartu’nun kimlik sorunu işte böyle bir ikiyüzlülük üzerine kuruludur: O televizyon dizisi saçmalıklarında oynamak istemeyen sorgulayıcı bir karakterdir ama bir yandan da para kazanması gerekmektedir. Gerçek hayatta Bartu Küçükçağlayan’ın bu sorunu hem Jet Sosyete’de hem de Kelebekler’de oynayarak çözmeye çalıştığını biliyoruz ancak kafası gerçekten karışık olmalı ki bu zorunlu ikiyüzlülük üzerine bir dizi çekme cesaretini kendisinde bulabilmiş. Türkiyeli bir ünlü için bu da oldukça şaşırtıcı çünkü bir internet bilgesinin de dediği gibi “bizim ünlülerimiz asla intihar etmez.” Onların keyfi her zaman yerindedir.

***

Türkiye’nın Doğu/Batı sorununu anlatan ünlü bir metafor “Batı’ya giden bir gemide yüzünü Doğu’ya dönmüş insanlar” üzerine kuruludur. Şimdi bu cümlenin tam tersini söylemek de mümkün, aynı biçimde artık bu cümlenin sağlıklı ve doğru bir biçimde kurulmasının imkansız olduğunu söylemek de. -Tüm ceberrutluğuna rağmen- Batı’ya doğru giden gemi, 16 yıl önce bir fırtınaya yakalandı ve rotasız bir yolculukta savruluyor. Geminin içindeyse dünyanın tüm yönlerine bakan bir yolcu kalabalığı var. Bazen bir başkasının yönünü ödünç alan bir başkası, bazen onu da alan bir başkası ve bir başkası… Aynanın içindeki yüzler bu tutarsızlıklarında adeta birbirleri ile yarışıyor.

***

Tüm senaryonun aslında bunun üzerine kurulu olduğunu ise ancak son bölümde açıkça görebiliyorum çünkü dizinin final bölümü tamamıyla bununla ilgili: Uzlaşma. Doğru olduğuna inandıklarınız dünya ile karşılaşır ve uzlaşırsınız. Kimimiz buna yenilgi demeyi tercih ederiz. Ama ne dersek diyelim, çoğumuzu bekleyen son budur.

Dizinin finalinde, hikaye boyunca sadece sarı çorap giyen Bartu, iyice çıkmazın içine giren hayatını düzene sokabilmek için ödün vermek zorunda kalır ve bir televizyon dizisinde karikatür bir eşcinseli oynamayı kabul eder. -Ki bu “karikatür eçsinsel” ile ilgili olarak yine dizinin bir bölümünde eleştirisini Türkiye dizilerinin senaristlerine karşı tam da vermesi gerektiği gibi verir.- Bu kabul anını ise benim tüm dizinin çözülme noktası olarak gördüğüm, kendi sarı çoraplarının üzerine oynayacağı yeni dizide giymek zorunda olduğu kırmızı ve desenli çorapları geçirerek yapar. Biri, “kimlik” mi dedi?

***

Bartu Ben’i izlediğim günlerde, kalabalık bir masada yanımda oturan insanların sohbetine dahil oldum. Sohbet, 21 yaşında bir öğrencinin okuduğu okulun kendisini köreltmesi ve bu sorundan bir çıkış araması üzerineydi. Kurmaca bir otobiyografi, gerçek yaşamdan bir kafa karışıklığı ve bir büyük soru: Yapmak istediklerimi gerçekleştirmek için ne kadar ödün verebilirim ve bu ödünler sonrasında ne kadar kendim kalabilirim?