Ana Sayfa Kritik Bavul’dan Dökülenler: Aslı Tohumcu Olayı

Bavul’dan Dökülenler: Aslı Tohumcu Olayı

Bavul’dan Dökülenler: Aslı Tohumcu Olayı

Bu tip işleri, Yeni Türkiye’nin Edebiyatı diye tasnif etmek makul görünüyor. Ülkemizin edebiyat ortamının durumu budur; çünkü bu ortamın öznelerinin, ülkemizin çöplüğe çevrilmesine tutarlı bir ideolojik-politik itirazı bulunmuyor.

Yedi liralık ot çöp dergilerinin popüler sol soslu olanının, Bavul’un yani, geçtiğimiz sene Turgut Uyar’ın kapak yapıldığı sayısında, editörlerinin, şaire ait bir şiirin internette tahrif edilmiş halini aslolan zannedip yayımlaması, yine aynı editörlerin olayın ardından özür dileyip (çok marifetmiş gibi) otuz beş bin nüshayı toplatarak dehşetli kâğıt israfına sebep olması vakası henüz unutulmamışken -ki kamuoyunda konuşulmaları hep böyle tuhaflıklar neticesinde oluyor- şimdi de dergi yazarlarından Aslı Tohumcu’nun taciz meselesini, kendi başından geçtiğini iddia ettiği olayları ve bunları olayın faillerinin ağzından anlattığı yazı ile tartışılıyor.

Yazar; anlatısında sekiz taciz, hatta tecavüze yeltenme hadisesini yazmıyor, adeta resmediyor; pek ve ince ayrıntılı biçimde adeta bir storyboard çiziyor. Ancak bu da okurların tepkisini çekiyor. Pek çok kişi, sosyal medya denilen mecralarda, Tohumcu’yu, bir belediye otobüsünde, bir ilkokul öğrencisi küçük kızın yaşadığı travmayı anlatırken; taciz öyküsünü failin ağzından pornografik bir dille sunarak yaşanan kötü olayı meşrulaştırmakla suçluyor.

Somutlaştırmak açısından, ilgili kısımdan, her ne kadar bunu okumak kadar buraya taşımak da hoş olmasa bile, birkaç kısa alıntı yapmak gerekiyor. Yazar; “Ben de sürtündüm belediye otobüsünde bir ilkokul öğrencisine… Okuldan eve gitmek dışında yaptığı, yapmak istediği bir şey yoktu. Siyah beyaz jilesinin altındaki pamuklu donunu hayal ederek yasladım aletimi küçük kıçına. O kalabalıkta kaçacak yeri yoktu. İlk kez geliyordu böyle bir şey başına ve yaşı da çok küçüktü… Sağa sola öne arkaya gidip gelirken boşaldım hatta. Herkes inerken o kıpırdamadan duruyor, ağlıyordu. İnip aynı hatla döndüm gideceğim yere. Kızsa liseye kadar otobüse binmedi.” satırlarını kaleme alıyor.

Önce, işin tartışılan yönü bir tarafa, Aslı Tohumcu gibi, yirmi yıldır yazmakla övünen birinin, şu kısacık anlatıda bile kurgusal hatalar yapması, edebiyatımızın niteliğine ilişkin önemli veriler sunması bakımından önemli bulunuyor. Tacizci kişi, sanki mağdur olan kızla yıllar öncesinden tanışıyor ve olaydan sonra da hep onu izliyor. Bu olabilir mi, evet; ama bunu düşündürecek hiçbir ipucu verilmiyor. Bu tacizci, küçük kıza çok acıyor, onunla empati kurup, zavallıcığın aslında hiç suçu yoktu, deyip işini görmeye devam ediyor. Yazar, olayın ne kadarını tacizcinin ne kadarının kızın ne kadarını kendinin anlatacağına karar veremiyor. Eh, neticede yazılan dergi de yazarca çok özeni hak etmediğinden olacak, yazı on dakikada kotarılıp mailleniyor. En azından benim anladığım bu oluyor.

Okurların, konunun asıl noktasına itirazı ise, yukarıda söylediğimiz gibi, dilin kullanım şekline oluyor. İtiraz eden hemen herkes, bu üslubun ve kelime seçimlerinin farkındalık yaratmaya falan yaramayacağını söylüyor ve yazar kadar, yazarın metnine itiraz etmeyen dergi editoryasını da eleştiriyor.

Bu düşüncelere sahip olanların sesleri yükselince, Aslı Tohumcu ve Bavul ekibi de cevap verme gereği duyuyor. Ben bunları okudum, bunlar bazı internet sitelerinde özür diye sunuluyor; ancak açıklamalarda bir özür veya özür tavrına rastlanmıyor. Hatta benim hissettiğim kadarı ile hem Tohumcu hem de Bavulcular, bu “saçma” çıkışlara epeyce öfkelenmiş görünüyor. Yazar: “Ben dilimi böyle kurdum, bu derdi böyle vahşi bir dille anlatmak istedim. Söyleyin, nasıl yapmalı; tacizin ifşası konusunda literatür atölye önerilerinizi bekliyorum.” derken; editörler de onu desteklemekle yetiniyor.

Bunları okurken, aklıma hemen, yakın zamanda Can Sanat Yayınları’ndan çıkan, Ezgi Polat adlı genç kadın yazarın Susulacak Ne Çok Şey Var Aramızda adlı kitabı geliyor. Eylül ayında buna dair kaleme aldığım eleştiri metninde tam da bu dile, bu üsluba, bu kelime seçimlerine ilişkin birkaç şey tarafımca not edilmiş bulunuyor. Belki şaşırılacak buna; ama Polat’ın kitabındaki, Şekerkamışı isimli öyküde, yine bir tacizci, tacizcinin ağzından dökülen şu cümlelerle konu ediliyor: “Pembe elbisesinin etekleri havada, mor çiçekli külotu açıkta… Elini minicik eteğinden içeri sokup kaşınmaya başladı. Etek sıyrıldı. Külotunun yana kayan yerinden yumuşacık, tüysüz eti görünüyor.”

Maalesef ve üzülerek tekrar edelim ki, bunlar, Bavulcuların ukalalığına, diklenmelerine falan boyun eğmeyecek kadar seviyeli okurların söylediği ve isyan ettiği üzere, edebiyat falan değil, açık ve kaba pornografik tasvirlerden başka bir şeye denk düşmüyor. Üstelik bunları kaleme alanların kadın olması da ayrıca düşündürücü görünüyor. Zaten dikkat edilirse; Aslı Tohumcu ile Ezgi Polat’ın öykü anlatım tarzları, üslupları, kurgusal hataları bile birbirine çok benziyor.

Buradan varılacak yer, daha geniş ve önemli bir konuyu teşkil ediyor. İstedikleri yazarı var edip yükselten, istemediklerinin kitaplarını tozlu raflara hapseden yayınevleri, gazeteler, dergiler, dağıtım ağları, zincir kitabevlerinden oluşan (üstelik de sol etiketli) ağ, sözüm ona edebiyat şebekesi; bizlere niteliksizlikten, özensizlikten, bayağılıktan fazlasını sunmuyor.

Yeni Türk Edebiyatı, Tanzimat’tan sonraki sürece başlık oluyor; dolayısıyla kullanamıyoruz; ama bu tip işleri, Yeni Türkiye’nin Edebiyatı diye tasnif etmek makul görünüyor. Ülkemizin edebiyat ortamının durumu budur; çünkü bu ortamın öznelerinin, ülkemizin çöplüğe çevrilmesine tutarlı bir ideolojik-politik itirazı bulunmuyor. Çocuk gelinlerin dramını, mağdur kadınların tecavüzcüsüyle evlendirilmesini, Orta Çağ’ın da gerisinde bir telakki ile ve yasal değişikliklerle “çözüme kavuşturma”ya çalışanların hükümet ettiği bir ülkede; onların, akılları ve kalemleri liberalizmle lekelenmiş muarızlarının da seviyesi, işte Tohumcu’yla Polat’ın yazarlığında net biçimde ortaya çıkıyor. Kadın düşmanlığına, toplumsal cinsiyetçiliğe karşı geliştirilen refleks, işte üçüncü sınıf sağ-feminizm teorileriyle ancak bu kadar oluyor.

Bu konuyla, isimler üzerinden, daha fazla meşgul olmaksa zaman kaybı gibi görünüyor. Kültürel alana devrimci müdahale yapılamadığı sürece, bunlarla daha çok karşılaşacağız, bu çöplere daha çok maruz kalacağız; açık, anlaşılıyor.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl