Performans karar süreci.

16.İKSV İstanbul Bienali küratörü Nicolas Bourriaud kavramsal çerçeve olarak “ Yedinci Kıta” temasını seçmişti. Hoş ve enteresan bir rastlantı ki yakın tarihlerde İstanbul’da iki bienal bir arada yapılacaktı. İlki Gülsüm Erbil çevresinde oluşuyordu. Bu bienalde yakın bir arkadaşım bulunuyordu ve onun aracılığıyla bana teklif geldi. Bu garip bir durumdu, ne yapmalıydım, biraz düşündükten sonra İKSV bienaline dikey birkaç iş yapmış biri olarak bunun benim duruşumda bir gariplik olmayacağına karar verdim. Hatta iki tane az üçüncü bir bienal de olabilir diye düşündüm. İlk bienal İKSV den bir hafta önce açılacaktı, o bienale daha önce yaptığım bir işin benzerini kuracaktım. Bu çalışmanın adı “Çanakkale’den Birkaç Metre Küp Hava” idi. Yine çevre sorunlarına ve plastiğe vurgu yapan bir iş olacaktı. Hemen ardından gelecek İKSV bienaline ise temayı duyar duymaz aklıma gelen ve çocukluğumda sık sık gördüğüm bir deliyi taklit eden bir performans yapmaya karar verdim. Bu deli vücuduna bağladığı iplere yolda bulduğu tüm naylon torbaları sıkıştırıp kentin caddelerinde dolaşırdı. Bu delinin durumu çok anlamlı gelmişti. Dünyanın bütün olarak delirdiğini ancak bu delinin durumun aracılığıyla ve bir yansıtma ile verebilirdim. Üstelik iki iş de birbirini destekleyecekti.

Performansı Pera Müzesi ile Mimar Sinan Resim Heykel Müzesi arasındaki yollarda yapmaya karar verdim. Ancak daha sonra arkadaşlarla konuşurken bienal mekanlarına girmeli miyiz yoksa girmemeli miyiz konusunu tartışıldı ve bir delilik olarak tasarlanan performansın bundan çekinmemesi gerektiğine karar verdim. Performans bienalin kavramsal çerçevesine uygundu, herhangi bir zarar vermiyordu. Bir tarafım da bienalin ve buraya bağlı kurumların bu duruma nasıl tepki vereceğini merak ediyordu.

Performansı Nasıl Yaptık ve Neler Oldu

Performans hazırlıklarını eski öğrencilerimden ve sanatçı arkadaşlarımdan oluşan beş kişilik bir ekiple artık çalışma merkezimize dönüşmüş olan Tophane Parkı’nda bitirdik.

İlk adresimiz olan İstanbul Resim ve Heykel Müzesi zaten hemen yanı başımızdaydı. Hazırlıklar sırasında olduğu gibi yürümeye başlar başlamaz yoğun bir ilgi başladı. Yanımızda bulunan basın duyurularını ilgilenip fotoğraflarımız çekenlere dağıtarak müzenin önüne geldik. İşte her şey bu noktadan sonra başladı.

Üzerimizde bulunan büyük naylon poşet yığınıyla müzeden girer girmez önce kapıdaki görevlilerden başlayarak şaşkınlık, sonra bir telaş başladı. Bizim nasıl dışarı çıkarılacağımıza ilişkin bir mesai yürütülüyordu. Yönetici pozisyonunda olanlardan bir kişi hemen yanımızda bitti. Bize burada bu şekilde bulunmamız gerektiğini söylüyordu.

Biz ise bienal içindeki gezimizi sürdürüyorduk, İzleyiciler şaşkınlıkla bize bakıp fotoğraf makinelerine ve cep telefonlarına sarılıyorlardı.

Bu arada bizle yürüyen görevli bir yandan telefonla görüşmeler yapıyor, bir yandan da dışarı çıkmamız gerektiği ve bu şekilde burada bulunamayacağımızı söyleyip duruyordu. Biz ise burada bu şekilde bulunmamızın yasal, ahlaki ve sanatsal anlamda bir sakıncasının bulunmadığını, hiçbir şeye zarar vermediğimizi, aksine bienale katkı vermek için burada bulunduğumuzu anlatıyorduk. Ama üzerimizdeki baskı zaman geçtikçe artıyor, dışarı çıkmamız konusunda ısrar sürüyordu. Fotoğraf çekemeyeceğimiz, bu şekilde burada dolaşamayacağımız söyleniyordu.

Bu arada üst yönetimden gelen telefonlara ekipteki Gökhan bakıyordu ve hararetli bir konuşma yapıldığını gözlemliyordum. Yanımızdan hiç ayrılmayan görevli nezaketi elden bırakmamaya dikkat ederek dışarı çıkmamız konusundaki ısrarlarını yoğunlaştırınca, eğer çıkmazsak zorla mı çıkarılacağımızı sordum. Biraz durduktan sonra hayır dedi. O zaman bırakın sergiyi gezelim dedim. Ancak bu şekilde gezerseniz bienal sanatçılarıyla karıştırılırsınız deyince, bunun izleyiciyi ilgilendirdiğini söyledim. Ama siz bienal sanatçısı değilsiniz deyince, tüm sorun buysa bienal sanatçısı olabileceğimi söyledim. Üst yönetimden gelen telefonlar devam edip, üzerimizdeki baskı artınca bir karar vermem gerekiyordu. Bienalden çok oradaki görevlileri düşünüyordum. Zor durumda kalmışlardı. Telefondaki konuşmaların hararetini artığını görünce Gökhan’dan telefonu istedim. Karşımdaki kadın görevli yanımdaki görevliyle aynı şeyleri söylüyordu. Telefondaki yöneticiye, artık olayı büyütmek istemediğim için tamam dedim, biz çıkarız ama şunu bilin ki burada yaşadığımız şeyleri ne eksik ne de fazla tamı tamamına yazılı hale getiririz ve yayınlarız, artık bu moral, sanatsal bir testte dönüştü dedim. Telefonda uzun sayılabilecek bir sessizlik oldu. Tekrar konuşmaya başlayan kadın yönetici biraz tekleyerek yazacak mısınız dedi. Evet dedim. Yine bir boşluk olunca ne yapıyoruz gezebiliyor muyum bienali deyince, evet gezebilirsiniz dedi. Peki fotoğraf ve video çekebilecek miyiz? Evet dedi. Görevliye daha önce böyle bir şey yaşanmadı mı hiç diye sordum. Hayır dedi. Hiç kimsenin bunu düşünmeyeceğini ya da yapmayacağını aklıma getirmemiştim. Birden ortam yumuşadı. Artık istenmeyen bir sanatçı değildik. Hatta artık orda kabul edilmiş sanatçı konumundaydık. Yöneticiye o zaman biz şimdi Pera Müzesi’ne çıkacağız lütfen oraya haber verin kapıda biri bizi karşılasın dedim. Tamam dedi. Pera’ya taksiyle gidip oradan tekrar aşağıya doğru yürümeyi düşünüyorduk. Aslında daha önce iki şişe deniz suyuyla bienal için on gün yol yürüyerek İstanbul Modern’e ulaşmış ve şişeleri Carolyn Christov-Bakargiev teslim etmiş bizim için bu yol çok kısaydı; ancak sağ ayak küçük parmağımı bir ay önce çatlamıştım ve ayağım şişmiş ağrıyordu. Pera’ya taksi tutup çıkacaktık, ancak birden bienal arabalarından birini gelip sizi biz götüreceğiz dedi. Birbirimize bakarak gülümsedik. Ben naylon torbalarla zar zor ön tarafa bindim. Görüntüm çok garip ve komikti. Pera’ya vardığımızda bizi bekleyen Ulusal Kanal’dan Zafer Bilgin’le kısa bir röportaj yaptık.

Pera’nın kapısına yöneldiğimizde bir görevli bu sefer bizi engellemek için değil yol göstermek için bekliyordu. Pera’da üç katı izleyicilerin şaşkın ve gülümseyen suratları eşliğinde dolaştık. Arada elimdeki asayı durup üç kez yere vurmam ilginç görüntülerin oluşmasına yol açtığını da söylemeliyim. Ayrıca bazı görevlilerin gizlice yanımıza gelip çalışmayı çok beğendiklerini söylediklerini de.

Çok yorulduğumuzdan Pera’nın cafe bölümüne üzerimde naylon yığını olduğu halde oturmaya karar verdim. Oldukça sürrealist görüntülerin yaşadığı anlardı ve doğal olarak çok ilgi çektik ve neredeyse herkes bizi fotoğrafladı. Orada çay, su, soda gibi şeylerle kaybettiğimiz sıvıyı alarak, yorgunluğumuzu bir ölçüde giderdik.

Pera’dan çıktıktan sonra bankalar caddesi üzerinden aşağıya doğru yürüyüşe geçtik. Yolda çoğunlukla insanlar bize büyük bir sempati ile bakıp fotoğraflarımızı çektiler. Bazı cafelerdeki insanlardan otuma daveti aldık, bir kişi sarılmak istedi. Genellikle sempatiyle bazen garip bir şaşkınlıkla karşılandığımız yürüyüşümüzü aşağıya doğru sürdürdük.

İstanbul Modern’in önüne geldiğimizde orada durup bir iki fotoğraf çekmek istedik. İçeri girmek gibi bir derdimiz yoktu sadece İstanbul modern yazısı önünde bir iki fotoğraf çekecektik. Burada beklemediğim ilginç bir durum gelişti. Nedeni bilinmez ama İstanbul Modern önünde duran güvenlik görevlileri gereksiz bir tavırla fotoğraf çekemeyeceğimizi söyleyerek sert bir şekilde üstümüze geldi. Ben gereksiz bu duruma karşısında birden gerildim ve askeri bir bölge olmadığına göre yolda istediğim yerde fotoğraf çekilebileceğimi sert bir şekilde söyledim. Güvenlik görevlisi arkadaşını telsizle yanına çağırdı. Bu anlamsız tavırla uğraşabilirdim ancak naylon torbaların yarattığı ter, yorgunluk ve ayağımın gittikçe kötüleşmesi sonucu, geriye epey yolun da olduğunu düşünerek görevliye saçmaladığını söyleyerek yoluma devam ettim.

Yürüyerek yolumuza devam ederken, oldukça sempatik tepkiler alıyorduk. Yolda arabalar yavaşlıyor, fotoğraflarımızı çekiyor, bienal izleyicileri yanımıza gelip açıklama isteyerek, fotoğraflarımız çekiyordu. En sonunda tekrar Mimar Sinan resim heykel Müzesi’nin önüne vardık. Burada girişte yine biraz fotoğraf çektirdikten sonra, yine oradaki dinlenme maslarına oturarak bir şeyler içmeyi tercih ettik. İçeri tekrar girip girmeyeceğimizi konuştuk, çünkü oradan çıkarken görevlilere tekrar dönüp gireceğimizi söylemiştik. Ancak oldukça yorgun olmamız, ayağımın durumu, bunun bir tekrar olması ve tekrarların anlamsız, sıkıcı bulduğum için bunu istemedim.

Tekrar Taksim’e çıkmamız ve Cumhuriyet Galerisindeki ilk işimin yanına giderek bu performansı bitirmem gerekiyordu. Yine İKSV Bienalinin bir arabasıyla ( bu seferki daha büyüktü) yukarı çıktık. Taksimin göbeğinden şaşkın bakışlar altında Cumhuriyet Galerisi’ne geldik. Burada bizi Gülsüm Erbil ve arkadaşları karşıladı. Tüm galeriyi törensel bir edayla yürüdükten sonra kendi çalışmamın başında durup performansı bitirdim.

Performansın Düşündürdükleri

A-Her alanda olduğu gibi o alanda üretilmiş olanın değil, o alana ilişkin oluşmuş statükonun kendi içinden ürettiği otorite, yapı, kontrol çok daha önemli. Yaşanılan şaşkınlık, telaş, korku ve kafa karışıklığının, doğrudan ve dolaysız kurgulanmış bir sanatsal eylemin, bienal benzeri yapıların sistemsel bağları nedeniyle kendi varlığına karşın bir tehdit olarak görmesinden kaynaklandığını söyleyebiliriz. Kendi kurgusu ve izni dışında birinin varlığının her şeyi parçalayacağına, kontrolün kaybolacağına ilişkin bir korkuyu doğurduğunu da söylemek mümkün. Bienalin çok uzun süredir gene belli bir çevrenin kontrolünde olduğunu ve sürekli olarak aynı çevreye bağlı sanatçıların dâhil edildiğini düşünürsek bu durumu daha iyi anlayabiliriz. Maalesef bu durumun sadece İstanbul Bienali’ne özgü değil, buna benzer neredeyse tüm etkinlik ve organizasyonlara sirayet ettiğini görebiliyoruz. Bunun ciddi sanatsal ve kültürel sonuçları olduğunu söylemek için çok zeki olmaya gerek yok.

Hakan Mustafa Çelik arkadaşımızın hatırlattığı gibi: Biyolojik çeşitlilik kuramınca söylenirse bir türe ait çeşitliliğin azalması o türün gelecekteki varlığına zarar vermektedir. Çeşitliliğin bastırılması o türün direncini ve hayatta kalma şansını düşürmektedir. Biyolojideki bu durumun benzerinin kültür ve sanat dünyasında da yaşandığını söylemek gerekiyor. Çok sesliliğin bastırılması, sürekli kontrol ve filtrelere tabi tutulması sanatsal yaratıcılığın ve enerjinin düşmesine neden olmaktadır. Bir de Türkiye gibi sanatsal gelenek ve kuralların yeterince netleşmediği, iyi ile kötünün eserler ile değil ilişkiler üzerinden okunduğu bir ortamda bunun etkileri tahayyül edilebilir.

B- Gerçek sanatsal enerji ve yaratıcılığın sürekli yukarıdaki nedenlerle, hem de bu nedenlerin bir sonucu olarak oto sansür ( korku) ile baskılandığı anlaşılmıştır.

C – Her şeye rağmen dolaysız, içten, düşünülmedik, beklenmedik bir şekilde ortaya çıkan sanatsal yaşamsal bir aksiyon karşısında tüm sistemin afalladığı, kilitlendiği, kafasının karıştığı, zayıflıklarının ortaya çıktığını şimdilik söyleyebilirim.

D-Sanatsal alanda yaşayan sanatçıların çoğunun sanat sistemi karşısında kendilerini zayıf, çaresiz hissettiklerini, yılgınlığa kapıldıklarını söylemek mümkün. Bunu nedeni sanatsal yapı karşısında bir alternatif ya da yolun olmadığına ikna olmalarıdır. Sanatçılar için iki yol var gibidir, ya sanatsal ana yapı ile uzlaşacak ve onun kendilerine lütfettiklerini bekleyecekler ya da kendi küçük dünya ve köşelerinde belirsiz bir gelecekte var olmayı bekleyeceklerdir. Bu psikolojik bir tanımla öğrenilmiş çaresizliktir. Sanat ve sanatçılar birbirlerini rakip olarak gördükleri için bu durum daha girift ve imkânsız bir manzaraya dönüşmektedir. Sanatçılar bir başka ihtimalin olabileceği ve bunun mümkünlüğüne inanmamaktadır.

Tüm bu nedenlerle bu performası belli bir sanatçı çevresi kucaklamış ve benimsemiştir diyebiliriz. Çünkü bu performans göstermektedir ki her zaman bir yol vardır.

Günümüz sanatçısı için en iyi yol bir araya gelmek ve kendilerini onaylatmak yerine üretimleri ile kendi dünyalarını kurmaktır. Günümüz iletişim dünyasında artık her şey mümkündür.

E- Yukarıda sıraladığımız düşünceler sadece sanatçılar için değil, sanat sistemini kontrol eden “yapı” için de geçerlidir. Kendi varlığından ve sisteminden o kadar emindir ki bunun aşılabileceği akıllarına gelmemiştir. Yaşanılan şaşkınlık, telaş ve korkunun sebebi bu yüzdendir ( aslında biraz daha zorlansa daha çarpıcı ve etkili görüntülerin çıkması mümkündü ama bu yola gitmedik).

F- Performans zayıf noktaları ve gedikleri ortaya koymuştur. Muhtemelen bu durumu telafi edecek tedbirler ardından gelecektir. Ama unutulmaması gereke her durumda sanatsal enerji ve yaratıcılığın bir yol bulacağıdır.