Naomi Shihab Nye

Babası Filistinli, annesi Amerikalı olan şair 1952 yılında, Missouri’de doğdu. Babasının anlattığı hikâyelerden etkilenen Nye çok küçük yaşlarda şiir yazmaya başladı. Anne ve babasıyla birlikte bir yıl Kudüs’ün Ramallah bölgesinde yaşadı.  Kendisini ‘gezgin şair’ olarak tanımlayan Nye uzun yıllar boyunca çeşitli ülkelere, sık sık da Ortadoğu’ya seyahat etti.  Kültür farklılıkları ve farklı kültürler onun şiir ve yazılarını etkiledi. Yirmi beşten fazla kitabı bulunan Nye pek çok önemli ödül kazandı. Ceylanın 19 Türü: Ortadoğu şiirleri Ulusal Kitap Ödülünü aldı. Nye, kuşağının en dikkat çekici şairlerinden biri olarak değerlendirilmektedir. Şairin çocuk şiirleri kitapları, editörlük yaptığı yayınlar ve Dünya Şairlerinden Şiir derlemeleri  de bulunmaktadır.
Şiirlerinde günlük yaşamdan küçük detayları ve gözlemleri sade ve coşkulu bir dille aktarmasıyla dikkat çeker. Arap -Amerikan kültürünün etkilerinin şiirlerinde barışçı ve insancıl bir ruhla birlikte aktığını hissederiz. Shihab’ın poetikası için şair William Stafford şöyle diyor: “Nye’ın şiirleri aşkın bir canlılığı, insanı sıcaklık ve sezginin kıvılcımlarını birlikte taşıyor. O edebiyatta cesaret ve yürekliliğin savunuculuğunu yapan bir şairdir. Onun şiirlerini okumak hayatı zenginleştirir.”
Amerika’da uzun yıllar Filistinli göçmen bir babayla yaşayan şair toplumda farklı olanı anlamak ve saygı göstermek konusunda şiirin çok önemli bir rolü olduğunu düşünüyor.  Nye;  “Şiir bize başka insanların yalnızlıkları ve çaresizliklerini anlamak için bir pencere açar, onları bizimle aynı odaya davet eder.”
Naomi Shihab Nye’ın; Babam ve İncir Ağacı, İki Ülke, Ceylan’ın 19 Türü, Mülteci Kampından Geçerken, Kudüs, Süpürge Yapan Adam gibi bir çok şiiri farklı çevirmenler tarafından Türkçeye çevrilmiştir. İyilik (Kindness) ve Binici (The Rider) bilebildiğimiz kadarıyla Türkçeye ilk kez çevriliyor.

BİNİCİ

Oğlanın biri söyledi bana
Patenleriyle yeterince hızlı kayabilirse eğer
yalnızlığı ona yetişemezmiş,

şampiyon olmak isteyen biri için
duyduğum en güzel gerekçe

Neyi merak ediyorum şimdi
King William Caddesi boyunca pedallara yüklenirken bu akşam
bisikletlere  de uyarlanabilir mi bu düşünce.

Galibiyet! Yalnızlığını nefes nefese bırakmak arkada, bir sokak köşesinde
özgürce süzülürken sen birden bire azelya bir bulutun içine

ne kadar yavaş düşerse düşsünler
asla yalnızlık çekmeyen pembe taçyapraklar

İYİLİK

İyiliğin ne olduğunu iyice anlamak için
önce bir şeyleri kaybetmelisin,
geleceğinin bir anda nasıl dağıldığını hisset
bir tutam tuz gibi yavan çorbada.
Avucunda  tuttuğun,
senin addedip, dikkatle sakladığın her şey
hepsi uçup gitmeli ki bilebilesin
manzaranın nasıl da kasvetli olabileceğini
şefkatli topraklar arasında.
Nasıl da yaşayıp gidiyorsun
otobüsün hiç durmayacağını sanarak
sanki mısır ve tavuk yiyen yolcular
sonsuza kadar camdan bakacaklar

İyiliğin nazik ağırlığını öğrenmek için önce
gitmelisin beyaz pançolu Kızılderilinin ölüsünün
yol kenarında yattığı yere.
O ölünün sen olabileceğini hissetmelisin,
o adamın bir hayatı olduğunu
gece boyu planlar içinde yolculuk yaptığını
ve onu da basit bir nefesin hayatta tutmuş olduğunu anla.

İyiliğin içimizdeki en derin şey olduğunu kavramadan önce,
en derin diğer şeyin keder olduğunu anlamalısın.
Kederle uyanmalısın sabahları
Kederle konuşmalısın ta ki sesin
keder yumağının ucunu yakalayıncaya
ve sen kumaşın büyüklüğünü fark edinceye kadar.
İşte o zaman, artık anlamı olan tek şeydir iyilik
sadece iyilik bağlar bağcıklarını
ve seni her gün hayatın içine, ekmeğe bakmaya yollar,
sadece iyilik kaldırır kafasını dünyanın kalabalığından
o benim, senin arayıp durduğun diye seslenir,
ve seninle her yere gider
bir gölge veya bir arkadaş gibi.

Çev: Elif Firuzi

The Rider

A boy told me
if he roller-skated fast enough
his loneliness couldn’t catch up to him,

the best reason I ever heard
for trying to be a champion.

What I wonder tonight
pedaling hard down King William Street
is if it translates to bicycles.

A victory! To leave your loneliness
panting behind you on some street corner
while you float free into a cloud of sudden azaleas,
pink petals that have never felt loneliness,
no matter how slowly they fell.

Kindness

Before you know what kindness really is
you must lose things,
feel the future dissolve in a moment
like salt in a weakened broth.
What you held in your hand,
what you counted and carefully saved,
all this must go so you know
how desolate the landscape can be
between the regions of kindness.
How you ride and ride
thinking the bus will never stop,
the passengers eating maize and chicken
will stare out the window forever.

Before you learn the tender gravity of kindness
you must travel where the Indian in a white poncho
lies dead by the side of the road.
You must see how this could be you,
how he too was someone
who journeyed through the night with plans
and the simple breath that kept him alive.

Before you know kindness as the deepest thing inside,
you must know sorrow as the other deepest thing.
You must wake up with sorrow.
You must speak to it till your voice
catches the thread of all sorrows
and you see the size of the cloth.
Then it is only kindness that makes sense anymore,
only kindness that ties your shoes
and sends you out into the day to gaze at bread,
only kindness that raises its head
from the crowd of the world to say
It is I you have been looking for,
and then goes with you everywhere
like a shadow or a friend.