Amerikan sinema/televizyonculuğunun fantezi gibi “popcorn” bir türden bu yönde bir derinlik beklemesi zaman alacaktı. 2003 yılında HBO tarafından yayınlanan “Carnivale”, bugün “American Gods”n konuştuğu dile en yakınsayan en uzun soluklu proje olarak çekmektedir

Geçtiğimiz mayıs-haziran aylarında seyirciyle buluşan “American Gods (Amerikan Tanrıları)” sekiz bölümlük kısa, tadımlık sezonuyla fantezisever seyirciler için hoş bir deneyim oldu. Dizideki gizemli, görece karmaşık güç dengeleri türe aşina gözleri tatmin etti; diğer zihinler için ise tarihteki en eski ve rutin süreç vuku buldu; azımsanmayacak bir kısım büyük resmi anlayamamanın etkisiyle diziye tepki gösterdi, bir kısım ise anlamadığı ancak varlığını sezebildiği farklı mantık çizgisine hayranlığını dile getirdi. İkinci sezonunun çalışmalarına başlanan “American Gods”ın tehlikeli sulardan çıktığını, gelecekte yayın sıkıntısı çekmeyeceğini söylemek için henüz erken; ancak kendisini keşfeden şeyirciyi şimdilik tatmin etti diyebiliriz. Yazar Neil Gaiman’ın tanrıları uzun ve zorlu bir yolculuğun ardından artık Amerikan televizyonlarına geldiler. Peki daha evvel neredeydiler?

“American Gods”a karşı ne kadar özel bir ilgi vardı bilmiyorum, ancak Gaiman’ın hayranları uzun yıllardır yazarın çoğunluğu edebiyat ve çizgiromanda hayat bulmuş eserlerini ekranda görmek istiyorlardı. Diziye adını veren “American Gods” kitabı 2001 yılında raflarda yerini almıştı, oysa Gaiman’a dünya çapında ün getiren ve sonraki (neredeyse) tüm eserlerine taslak alanı oluşturan Sandman serisi 1988 ile 1996 yılları arasında tamamlanmış, geriye bugünün modern fantezisine bolca metot kaynağı olacak büyük bir külliyat bırakmıştı. Gaiman bazı hikayelerinin beyazperdeden çok uzak kalmadığını, “Caroline” ya da “Stardust” gibi filmlerin vizyon yüzü gördüğünü ve seyirciden büyük beğeni gördüğünü biliyoruz. Ancak bu eserlerden farklı olarak Gaiman’ın yetişkin okura yönelik işlerinin uyarlanmalarındaki gecikme, üzerine biraz düşünmeyi gerektiriyor.

ŞEHİR FANTEZİSİ

Yazarın edebiyattaki temel seçimleri belki de bu gecikme hakkında bize fikir verebilir. Arada kendini gösteren farklı işler bir köşede dursun, Gaiman şehir fantezisini (urban fantasy) anlatılarının temel odağı seçen bir yazar. Mitolojik figürlerin modern zamanlarda, modern hayatlara adapte olarak bizimle yaşama fikridir şehir fantezisi. Üst katta yaşayan kedili yaşlı teyze kadim bir cadı, sokakta hep görüp ürktüğümüz tasmalı köpek eski çağlardan bir ulu bekçi köpeği olabilir. Türün çok güçlü bir postmodern dokusu, ezberleri yeniden inşayı talep eden bir ısrarcılığı vardır; her damak sevmez, çıkan her iş de sevilesi olmaz. Ancak Gaiman özgün bir melankoliyi kendi şehir fantezilerine eklemlendirmesiyle dikkat çeker. Zaman her şeyi yenmiş, mitoloji; teknoloji ve şehirleşmeye boyun eğmiştir. Gaiman’ın hikayelerinde şehirde yaşamak bir seçim değil, zorunluluktur; gücü yeten fantezi öğeleri zaten bu diyarı terk etmişlerdir. Gaiman’ın yazdığı ilk Sandman hikayesinde Rüya Efendisi insanlar tarafından kaçırılıp yetmiş yıl dünyada bir cam kapsülde rehin tutulur; yazarın son romanlarından “The Ocean at the End of the Lane”de ise kadim güçlere sahip karakterler, okyanusun ötesindeki vatanları yok edildiği için insanların toprağına gelmek zorunda kalmışlardır. Sandman’in ilerleyen maceralarından Brief Lives albümünde ise Akad mitolojisinden tanrıça İştar’ın günümüzde tüm geçmiş lükslerinden mahrum, bir gece kulübünde dansçı olarak hayatını sürdürdüğünü görürüz. Gaiman’ın fantezisinin besin kaynağı ejderhalar ve kılıçlar değil; aidiyet ve uyum tartışmaları, gurbet bunalımlarıdır. [1]

BÜYÜK BUNALIM
Amerikan sinema/televizyonculuğunun fantezi gibi “popcorn” bir türden bu yönde bir derinlik beklemesi zaman alacaktı. 2003 yılında HBO tarafından yayınlanan “Carnivale”, bugün “American Gods”n konuştuğu dile en yakınsayan en uzun soluklu proje olarak çekmektedir, ve üzerine birkaç cümleyi hak ediyor. Başlangıçta altı sezon olarak planlanan ancak bütçe kısıtlamalarından sadece iki sezon devam edebilen dizi şehir fantezisinin melankolisini bundan on dört sene evvel bize sunmasıyla göze çarpar. Hikayeye göre 1930’larda, Büyük Bunalım’ın yıkıcılığı hala Amerikan taşrasını çorak topraklara boğarken insanlığın pek de haberinin olmadığı, iyilik ve kötülük arasında ilahi bir savaş devam etmektedir. Dizide bu savaşın farkındalığında (hatta belirleyiciliğinde) bir karnaval ekibinin gözünden, eyalet eyalet turlayarak hikayeyi tecrübe ederiz. Carnivale gösterildiği dönem büyük ilgi görür, ancak hikayesini sonuna erdirecek kadar değil. Dizi seyirciyi zorlayıcıdır; Amerikan Rüyası’nın (o en büyük fantezinin) çöktüğü günlerde, her türlü doğaüstü karakterin yaşam savaşı verdiği bir doğayı bize sunar. Şehirleşme ve endüstrileşme karnaval geleneğini de karakterlerimizi de istememekte, sindirmeye çabalamaktadır. Bitmeyen Kavga’nın, Gazap Üzümleri’nin dünyasında tarota ve büyüye yer kalmamıştır.
Dizinin en başında, kısmi anlatıcı rolündeki Samson karakterinin yaptığı açılış konuşması şehir fantezisinin dertlerini özetler niteliktedir:

“Eskiden büyü vardı, asalet vardı ve hayal bile edilemez gaddarlık vardı. Trinity üzerinde sahte bir güneş doğana kadar bu böyle devam etti ve ardından insanoğlu mucizeyi mantık uğruna feda etti.” [2]

On dört senelik bir sıçramayla günümüze geldiğimizde “Carnivale”ın açılış metninin “American Gods”ta da yer edinebileceğini görürüz. Zira yaşanan sıkıntı aynıdır. Modernite yaşam tarzlarını değiştirmiş, teknolojiye verilen önem (mantık) hayal gücünü (mucize) bodur bırakmıştır. Kılıçların kesemediği tanrılar unutularak can verirken ve iletişim çağı yeni tanrılarını yaratırken gelenekselci bir tanrı olan Mr. Wednesday, eski tanrılarla görüşmek için Winsconsin’e doğru yolculuğa çıkar. Bu süreci eski bir mahkum ve Mr. Wednesday’in sağ kolu olan Shadow Moon karakteri üzerinden izleriz. Aynı “Carnivale” gibi “American Gods” da bir yol hikayesi olarak sunulur; iki hikaye de modernite içinde sinerek hayatta kalmayı seçen eski değerleri saklandıkları yerlerde bulmaya, eski tanrılara onları ürkütmeden ulaşmaya çalışır.

FANTEZİLER
Her fantezi anlatısı rasyonelite ile çelişir ve bu sebeple okurunu sıkıntılı yollara saptırmaya (meyili değilse bile) potansiyeli vardır. “American Gods” da geçmişe takılı kalmayı hedefleyen, hatta teknoloji ve modernite karşısında dini ve muhafazakarlığı savunan bir eser olabilirdi. Ne var ki Gaiman’ın eserleri meseleyi organize dinlerden değil, tanrılardan yana seçer. Tanrılar, kendilerine tapınıldığı sürece huzurludurlar; dizi bu tapınmanın metotlarını yüceltmez; kimi tapınmalar (tarih boyu olduğu gibi) bol kan ve sömürü ister. Hatta çoğu tanrı belli ölçüde tatmin kalabildikleri sürece taklit tapınma modellerine, başka inanç sistemlerinin altında azla yetinebilecekleri konumlara da açıktır. Bir insanın yeterince inanırsa kar fırtınası yaratabileceğini defalarca tekrarlayan bir diziyi dini propaganda yapımlarından net bir şekilde ayıran da tam budur. “American Gods”ta göçmen tanrılar doğaüstü plaza çalışanları, dinler ise farklı marka değerleri olan şirketlerdir, inanç ise evrensel para birimi.

Göçmenlik burada kritik bir öneme sahiptir. Zira, göçmenliğin beraberinden doğurduğu statü kaybı “American Gods”ın en temel noktalarındandır. Amerikaya göç, tapılanlara da tapanlara yaşattıklarını yaşatmıştır. Dün tapınaklarda kendileri için sonsuz meşk partileri yapılan eski tanrılar Amerika’da çöpten yiyecek toplarken resmedilir. Eskiden insan kurban edenler mezbahalarda gündelik işçi olur, kadim kahinler kahve falları ile geçimlerini sağlarlar. Tarihini göçle yazmış, yıllar boyu farklı kültürler için bir “eritme kazanı” (melting pot) olmakla övünen, ancak yeni yüzyılda “eritemediğinin” korkusuyla sert politikalara geçen Amerika’nın artık tanrıların uyum sorunlarını işlemesi şaşırtıcı değil, zira (tanrı ya da insan, fark etmez) göçmenin sorunu artık popüler kültürde irdelenmeyi gerektirecek kadar büyük ve görünür. Asıl mevzu dizinin seyircisine meseleyi kendine dönük değerlendirme mesajı verip vermeyeceği.

Şu sıralar diziyle yeni tanışan genç seyirci diziye çekirdeğindeki bunalım üzerinden yaklaşmayacaktır, yaklaşmıyor da. Dizideki hangi karakterin hangi mitolojiye gönderme olduğunu çözmekle geçen bir yoğunluk zihinlerde hakim. Basit bir Google aramasının heyecanına tüm enerjimizi odaklamak bizi tembel zihinlere mahkum eder. “American Gods” bir bütün olarak çağın kendinden olmayana gösterdiği gaddarlık üzerinden değerlendirilirse manalı ve bütünlüklü bir eser olacaktır. Gaiman’ın eseri güçlü bir sistem eleştirisine dönüşür mü bilemem, ama meraklı zihinlerde konu ettiği topraklar hakkında önemli fikirler oluşturabilir. Zaman gösterecek.

 

[1] Gaiman’ın dizi sektörüyle ilk deneyimi “American Gods” değildir. Yazarın 1996 tarihli şehir fantezisi “Neverwhere” aynı yıl BBC tarafından televizyona uyarlanır. Londra’nın altında, farklı bir boyutta varolan başka bir Londra’dan bahseden “Neverwhere” gene Gaiman usülü şehir fantezisine uygun olarak ışıltıdan uzaktır. Fakir ve evsizlerden başkasına kapı açmaz, fantastik öğeler gerçek dünyadan kaçmak için buraya sığınmışlardır.

[2] Burada bahsi geçen Trinity çift anlamlıdır. Bir anlamı Hristiyanlığın Kutsal Üçlüsü’nü kastederken, diğeri Manhattan Projesi’nde patlatılan ilk test nükleer bombasının kodadını kastetmektedir. Trinity’deki sahte ateş teknolojinin fantastik üzerindeki galibiyetini işaret eder.

 

 

 

TEILEN
Önceki İçerikOdipus Behzat ve Baba’nın Adı Ç.
Sonraki İçerikESKİMEYECEK BİR FİLM: ‘Ve Yine Karşınızda’
1987 İstanbul-Beylerbeyi doğumlu popüler kültür ilgilisi/moleküler biyolog. Lise eğitimini İstanbul Erkek Lisesi’nde üniversiteyi Boğaziçi Üniversitesi Moleküler Biyoloji ve Genetik bölümünde tamamladı. Heidelberg Üniversitesi’nde gelişim biyolojisi alanında yüksek lisans yaptıktan sonra Türkiye’ye döndü. İlk gençliğinde Homur Mizah Dergisi’nde yayınlanan yazılarıyla dergiciliğe yakınlaştı. Altyazı Dergisi, Sinematik Yeşilçam, Kahhramangiller, Radikal Kitap, Geekyapar gibi site ve basılı dergilerde sinema, çizgiroman ve video oyunları üzerine eleştiri yazıları kaleme aldı. 2014’te Gezi Direnişi’ni konu alan çizgiroman antolojisi Dirençizgiroman’ın ekibinde bulundu. 2017’de Nümayiş Radyo’da “Tuhaf Günler” isimli programı sundu. Şu an Bilimsol sitesinde bilim haberciliği yapmakta ve Ekdergi ile 221B Polisiye Dergisi’nde popüler kültür üzerine yazılar kaleme almaktadır.