Ana Sayfa Litera BİR KARIŞ TOPRAĞA YERLEŞEMEYEN KENTLER

BİR KARIŞ TOPRAĞA YERLEŞEMEYEN KENTLER

BİR KARIŞ TOPRAĞA YERLEŞEMEYEN KENTLER

Mişar-Art inisiyatifi olarak 2017 yılında başlattığımız konuşma programlarında ve daha önce yine ek dergisi sayfasında yazmış olduğum yazılarda yaşadığımız kentteki sanatsal faaliyetlerin formel durumlarına değinmiştik. Merkezden periferiye gelen tüm faaliyetlerin bir taşma sonucu meydana geldiğini düşündüğümüzü ve bunun da “sanat fazlası” bir durum olabileceğini değerlendirdik. Bu formel durumlara yönelttiğimiz bazı eleştirilerden sonra Mardin Sabancı müzesinin çok uzun süren durgunluğunu Çinli sanatçı Ai Weiwei sergisiyle bozduğunu görmüş olduk. Bizim “eleştiri sonrası” kendilerinin de mutlaka “program takvimi akışı” diyebileceği bu süreçte fotoğraf sanatçısı Murat Germen sergisinin açıldığını görmek, bu dinamiğin kentteki sanatsal döngünün işlevselliğine katkı sağlayacağı payını yadsınamaz noktada göstermektedir…

***

Evet, Mardin Sabancı Kent Müzesinin 10 Eylül tarihinde yer verdiği ve 31 Mart tarihine kadar sergileyeceği Fotoğrafın Türlü Halleri-Murat Germen-Kesit Retrospektif sergisini dolaşma imkânı buldum. Dolaşma ve imkân diyorum, çünkü fotoğraflardaki “yerleşemeyen kentlerde” oturabileceğin bir alanla karşılaşmak o kadar zor ki, her şey seni ayaküstü karşılamak üzerine kurgulanmış.

Yirminci yüzyılın etkili mimarlarından Le Corbusier’in yapıkredi yayınlarından çıkmış olan “Bir mimarlığa doğru” kitabında “Her çağ, düşünce sisteminin açık bir imgesi olan mimarlığını yaratır” sözüyle, Murat Germen’in dijital müdahalelerle fotoğrafa yansıttığı “Yeni Türkiye” imgesini bir arada düşünmeye başladığımda, Ara Güler’in eski İstanbul için “Kendisi yok ama fotoğrafları var” sözünü “artık yeni sahiplerinin kendilerine çok benzettikleri fotoğrafları var” diye okumam mümkün oluyor Murat Germen sergisini…

İnsanın doğaya neden olduğu tahribatlara odaklandığını belirten sanatçının bu üretim anlayışına, insanın kendisinden önce orada olana karşı hıncını da bir not olarak geçtiğini söyleyebilirim. Çok önce orada olanın yaşam alanını oluşturan bütün bir kültürün sonradan gelen “ötekiye” hep yabancı bir dilden konuşur gibi durması, “ötekinin” mevcut kültürle ilişkilenmesi için çareyi işaret dilinde bulmasına yol açıyor. Bu işaret dilinin en yaygın sözcüğü kendi içerisinde tarihi, doğayı, kenti, çevreyi, mimariyi barındırma özelliğine sahip olan “bir karıştır”…

Kimseye vermemek üzerine sözlenilmiş hâkimiyet alanı olan “bir karışın” alt ve üst alanlarında meydana gelen tüm bozum, yıkım ve tahribatlar söz konusu “ bir karışa sahip olan elin gözünde” gökdelenler, kuleler, köprüler, otoyollar, uydu kentler, termik santraller ve barajlar olarak bir zenginlikten çok evvelsi günü unutmak isteyen bir bellek anlamı da kazanıyor. Evvelsi günle ilgili her şeyi unutmak isteyenin, dünü her an için “daha az önce” olarak gören coşkusu ve heyecanı bugün bir karış kalmış toprağın dün ölçülemeyen rüyasından gelmektedir belki de…

Çünkü bu yeni inşa sürecinde artık hâkim olan el, ne kadara denk düştüğünü anlamak istediği “karışını” deneyimlemek istediğinde, öncekine ait ve her haliyle ölçümü engelleyecek olan herhangi bir “girinti-çıkıntıyla” karşılaşmamak adına spatulayı kullanmıştır en fazla…

Karadan gemiler yürüterek giriş kapısı aranan kentin bir imkânsızlık hikâyesine dönüşen kaderi, orada yaşam alanları kuracak her müteahhidin bu sefer gökdelerekolmaz dediler, yaptım olacak!” inadıyla başka bir imkânsızlığın ilham kaynağına dönüşüyor işte… (Bkz. Maslak 1453)

Bu imkânsızlığa öykünme hali siyasetin dilinde de kentin hep bir kale olarak tanımlanmasında karşımıza çıkabiliyor. Böylece fethedilenin, fethedene hep sonsuz bir fethetme tekrarını yaşatarak kendi cezalandırma sistemini de kurmuş olduğunu düşünebiliriz.

Murat Germen’in sergisinde ele alınan tarihi ve merkezi kent bozumlarına, yerleşememiş olanın telaşına, öncekinin geri dönme ihtimaline karşı yaratılmış olan yabancılığa, üzerinden geçen spatuladan sonra arta kalmış küçük izlerin, minimal alanların görünür olma tedirginliğine, dikey yapıların dünyadan taşmasına baktıkça, İbnü’l-Arabî’nin Fütahat-ı Mekkiye eserinde tasvir ettiği insanla karşılaşmak bana göre kaçınılmaz oluyor.

Görülen suret ne senin ayn’ın, ne de senden başkadır!”

Murat Germen’in sergisindeki tüm fotoğraflarda geçen kentler, yapılar, sonralar ve yeniler, kendisini sahip olduğu tüm alana dağıtmak isteyen suretin, kendisinden çok önce orada olanın uzun yaşamış yüzünün çizgileri arasında her sıkıştıkça bir bıçakla kendi çehresine çizikler atarak objektife muhitin eski bir sakiniymiş gibi poz veren sadist bir ergenin nevrozu gibi durmaktadır.

Ve bitirirken fotoğraflarda tedirgin duran eski ve küçük evlerin pencerelerini Şair A. Zekai Özger’in vasiyetine uygun olarak açık tutuyorum, bir ihtimal belki “gök dolabilir içeri!”

Bu da onun imkansızlığı olsun!..

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl