Hafızasıyla anılan bir toplum olsak da, görüldüğü gibi o kadar da “unutkan” değiliz. Üzülerek ifade edeyim ki, Semih Kaplanoğlu’ndan “mağdur” çıkmaz.

9 – 14 Ekim 2010 tarihleri arasında gerçekleşen 47. Altın Portakal’ı Emir Kusturica’nın merkezinde olduğu bir festival olarak nitelendirmek sanırız yanlış olmaz. Uluslararası Yarışma’nın Jüri Üyesi olarak festivale davetli olan Boşnak asıllı Sırp yönetmenin gelmesinden önce, Bosna’da yaşanan katliama destek verdiği gerekçesiyle başlayan protestolar, Kusturica’nın kente girişiyle doruk noktasına ulaşır. İşaret fişeğini dönemin Kültür Bakanı Ertuğrul Günay’ın yaktığı olaylar, kısa bir süre sonra Semih Kaplanoğlu’nu da içine alır. Yönetmen, o dönemde gösterime girmeye hazırlanan “Bal” filminin ekibiyle yaptığı açıklamada, 1992 – 1996 yılları arasında Bosna’da yaşanan olayların uluslararası mahkemeler tarafından soykırım ve insanlık suçu olarak tanımlandığını hatırlatmakta ve Kusturica’yı “insanlığa karşı işlenmiş bir suça sözle de olsa katkı sağlayarak soykırımı ve tecavüzü meşrulaştıran bir zihniyet” şeklinde nitelendirmektedir. Kaplanoğlu, organizasyonun eleştiriler karşısında kaleme aldığı “Bizim için üst kimlik sanatçıdır” açıklamasına içerlemiş ve 11 Ekim’de gerçekleşecek “Bal” filmi gösterimini geri çekmiştir.
Olguya “hassasiyetle” yaklaşan ve “gerçek bir aydın duyarlılığıyla” (!) tepkisini ortaya koyan Semih Kaplanoğlu ve ekibinin unuttuğu küçük bir şey vardır: CHP’li Belediye tarafından Antalya’ya davet edilmesine tepki gösterilen Kusturica, 25 Haziran 2010 tarihinde; yani olayların patlak vermesinden sadece üç buçuk ay önce Bursa Belediyesi’nin davetlisi olarak Türkiye’ye gelmiş ve kentte bir konser vermiştir! Malum gazetelerin, “Kusturica, Bursa’yı kırdı geçirdi” manşetine mazhar olan yönetmene gösterilen bu çelişkili tavra ilk tepkilerden biri “Off Karadeniz” filminin yönetmeni Nur Dolay’dan gelir. Dolay, kaleme aldığı bildiride Kaplanoğlu’nu hedef alarak şu ifadelere yer verir: “Dünya kültürüne pek çok güzel eser vermiş bir film yönetmene karşı kulaktan duyma, yarım yamalak, eksik ve yanlış bilgilerle sözlü linç girişimlerinin başlatıldığı bir ülkede olmaktan da utanç duyuyorum. Üstelik bu ilkellik bir başka yönetmen tarafından kışkırtılıyorsa utanç daha da büyük. Bir sanat ve kültür insanının rolü bu mudur? Yargısız infazın kapılarını açmak mıdır, yoksa diyalogu, uygarca tartışarak birbirini anlamayı teşvik midir?”

Bu gelişmelerin ardından Kusturica, festivalin uluslararası jüri üyeliğinden çekildiğini açıklar. Antalya’da öğrencilere yapacağı atölye çalışmasını da iptal eden yönetmen, kentten ayrılmadan önce yaptığı toplantıda, “Kariyerime başladığımdan beri benim anti-emperyalist bir duruşum var. Çalışmalarımı ve anlayışımı bunun üzerine kurdum. Bana bu noktadan gelen saldırıları anlamsız buluyorum. Benim uğruna savaştığım şey birleşik Yugoslavya’ydı” der. Kusturica, “Kültür Bakanı’yla aynı partiden olan Belediye Başkanı bizi öpüp kucaklıyordu. Başörtülü kadınlar el çırpıyordu. Bu benim için çok büyük bir mutluluktu. Benim anneannem de başörtülüydü. Hayal ettim; hayatta olsaydı onlarla dans ediyor olacaktı. 1.5 ay sonra bir Kültür Bakanı’yla karşılaşıyorum. Ben geldiğim için festivale katılmayacağını açıklıyor. Bu bir skandal ve çok büyük bir ilkellik” ifadelerini de kullanır.
Dönemin Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın’ın, “Kusturica’nın geleceği iki ay önceden belliydi. Neden bu tepkiyi Altın Koza bitimine kadar sakladı da, orada ödül alınca sahneledi?” eleştirisine de maruz kalan Semih Kaplanoğlu’nun yolu, festivalden kovulan Emir Kusturica ile yıllar sonra ve yine Antalya’da bir kez daha kesişecektir.
. . .
Chris Harman, “Halkların Dünya Tarihi” adlı ünlü eserinde, İspanyolların iki ayrı savaşla Aztekleri yok etmesini betimlemek için, “Tarih ender olarak tekerrür eder, burada yaşanan da buydu” ifadelerini kullanır. Sanırız durum, yukarıda hatırlattığımız gelişmeler ışığında ve bir film festivali ekseninde, Antalya için de geçerlidir; çünkü 53. Altın Portakal, ilki gibi doğrudan olmasa da Kusturica ve Kaplanoğlu’nu bir kez daha gündeme getirmiştir. Semih Kaplanoğlu bu kez ulusal yarışmanın kalbinde konumlanmakta ve 2016’nın jüri başkanı olarak karşımıza çıkmaktadır; Kusturica ise “bedeniyle değil, fikirleriyle (üretimiyle!)” festivaldedir!
İlk olarak bu satırların yazarı tarafından fark edilen ve Antalya Körfez gazetesinin sütunlarına taşınan yeni durum, festivalin katalogunda ve web sayfasında karşımıza çıkar. 23 Ekim Pazar günü ikinci gösterimi planlanan yönetmenin son filmi “Aşk ve Barış” programda, “Emir Kusturica’nın uzun zamandır yolları gözlenen, kendisinden beklendiği gibi kıpır kıpır ve pervasız filmi” olarak yer almaktadır. Evet, aradan sadece altı yıl geçmiş ve dün kapı dışarı edilen dünyaca ünlü bir yönetmen, festival yönetimi değişince yeniden baş tacı edilmeye çalışılmıştır. Konuya tam da “Kaplanoğlu acaba bu duruma ne diyecek?” şeklinde yaklaştığımız ve haber yaptığımız bir sırada, yeni bir skandal baş gösterir. Yönetim, Kusturica’nın filminin programda “sehven” yer aldığı iddiasıyla gösterimi iptal etmiştir. Filmin, yapımcısı ve dağıtımcısından izinsiz, gümrüğe kopya vermeden ve gösterim ücreti ödenmeden programa nasıl dâhil edildiği ve ilk gösteriminin nasıl yapıldığı hiçbir zaman anlaşılamasa da “burası Türkiye”dir! Festivalin organizatörleri arasında yer alan anlı şanlı sinemacılar ve yazarların sus pus oldukları bu sansür rezaletinden, Başkan Semih Kaplanoğlu’nun bilgisi olmadığını iddia etmek sanırız gülünç olacaktır.
. . .
Uzun sözün kısası, zemini tartışılır olmakla birlikte, Meltem Cumbul’un nedenlerini açık biçimde özetlediği “tokalaşma krizi”, yönetmenin kendisini “yaralanmış / kabalığa maruz kalmış” olarak sunmasına olanak tanımışa benziyor. Hafızasıyla anılan bir toplum olsak da, görüldüğü gibi o kadar da “unutkan” değiliz. Üzülerek ifade edeyim ki, Semih Kaplanoğlu’ndan “mağdur” çıkmaz.

TEILEN
Önceki İçerikFotoistanbul Beşiktaş Uluslararası Fotoğraf Festivali Başladı
Sonraki İçerikOsman Sınav: Bana Derin Olmayan Bir Devlet Söyleyin!
Gazi Üniversitesi ve S. Demirel Üniversitesi’nde resim eğitimi aldı. İlk denemeleri Kırkmerdiven, Şehir Işıkları, Kent ve Sanat gibi dergilerde yayımlandı, 2000’lerin başında illüstrasyonlarından oluşan “Sanalçağa Eskizler” adlı bir dizi kişisel sergiye imza attı. 2007 yılından bu yana, Antalya merkezli Modern Zamanlar Sinema Dergisi’nin editörlüğünü sürdürmektedir. Yazıları; BirGün, Yurt, Aydınlık, Cumhuriyet (Akdeniz) gibi gazetelerde, çeşitli dergi ve bloglarda yayımlanan yazar, 2013 yılında açılan Behlül Dal Sinema Müzesi’nin danışmanlığını yapmış ve kurumda “Film Analizi” ile “Dünya Sinema Tarihi” atölyelerini yönetmiştir.