Deniz Demirel buluntu üzerine çalışan bir sanatçı. Geçtiğimiz ay Kaş Sanat Galerisi’nde Buse Feruhpur küratörlüğünde “İnside” adlı bir sergi gerçekleştiren sanatçıyla konuştuk.

Heykellerinizin üretim aşamasına nasıl başladınız? Bir toplayıcılık hali ve koleksiyonculuk söz konusu. Koleksiyonunuz nelerden oluşuyor biraz hikayesinden bahseder misiniz?

Küçük yaşlarımdan beri koleksiyon yapıyorum. Koleksiyonumun içerisinde karada yaşamış vahşi hayvanların iskelet yapılarından örnekler bulunuyor. Koleksiyonuma son iki buçuk senedir de lodos ile karaya vuran ağaç parçaları eklendi. Özetle sadece doğal nesneler topluyorum.

Heykellerinizdeki organik malzemeleri, gördüğümüz son haline gelene kadar nasıl aşamalardan geçiriyorsunuz? İlk kez hayvan kemikleri ve ağaç parçalarının bir arada olduğu bir üretim şekli görülmekte. Malzemelerinizin bir araya geliş yolculuklarından söz edebilir misiniz?

Öncelikle kemiklerden bahsedeyim, bulduğum hayvan kemiklerini ilaçlı suda kaynatıp, kurutuyorum ve kemiklerin kondisyonunu sağlamak için koruyucu sürüp işlenmeye hazır hale getiriyorum. Bu süreci tamamladıktan sonra renklendirme aşaması başlıyor. Ağaçlarda ise şöyle bir durum söz konusu, lodos ile denizden gelen ağaç parçaları, denizde tuz tutmuş oluyorlar. Ancak ben bu toplama işlemini genellikle kışın yaptığım için yağmur suyunda ilk tuzları akmış oluyor. Ben de fırçalayarak temizleme işleminden geçiriyorum. Hiçbirinin formunu bozmadan yine koruyucularını sürüp ilk kurutma işlemine bırakıyorum. Kuruduktan sonra yine ağaçların kondisyonu için diğer koruyucu katmanlarını tamamlayarak renklendirme işlemine hazır hale getiriyorum. Kemik ve ağaçları bu aşamalardan geçirdikten sonra benim “yap-boz” tabiriyle hitap ettiğim birleştirme işlemine geçiyorum. Doğal nesneler içerisinde ağaçların ve kemiklerin birbirini en iyi şekilde tamamlayan parçalar olduğunu düşünüyorum.

Hayvan kemikleri oldukça enteresan bir malzeme. Start-up bir sanatçı olarak nasıl tepkiler alıyorsunuz?

İzleyici, benim işlerimden ya çok etkilenir ya da hiç etkilenmez. İki zıt kutup söz konusu. Benim gibi vahşi doğayı ve doğadan örnekleri seven insanlar zaten pozitif dönüşlerini esirgemiyorlar. Ancak bir yanda oldukça rahatsız hisseden insanların da olabileceğini seziyorum.

Üretimlerinizde gelecek zamanda farklı malzeme kullanımı söz konusu olabilir mi?

Tabi olacaktır. Ben sürekli öğrenmeye ve gelişmeye önem veren bir sanatçıyım. Ancak keşfetmeye başladığım zaman doyum noktama ulaşabileceğimi düşünüyorum. Bu da beraberinde sonsuz bir keşfetme isteği getiriyor.

Inside Sergisi’ndeki eserleriniz ortak bir konu ve anlatıma sahip görülüyor. Vahşi doğa, doğal dönüşüm ve mutlak son soyut bir anlatım ile izlenmekte. Peki eserlerin her birinin kendi içlerinde başka birer alt metinleri var mı?

Kesinlikle var fakat birbirlerinden çok farklı değiller. Hepsinin sonu aynı yere çıkıyor. Yaşamdan sonra ölüm geliyor. Aslında bir nevi vanitas sezgisi mevcut. Birçok şey yaşamdaki görevini tamamladıktan sonra işlevini yitiriyor. Şu an çoğunluğun içinde bulunduğu, kaotik olan metropol şehirlerde yaşamak ve sürekli zamanla yarış halinde olmak birçok şeyi bizden alıyor. Doğayı unutmak, doğaya doyamamak ve doğaya dokunamamak… Doğa şu an bizdeki en eksik parça. Doğa ile yeteri kadar bağlantı kuramıyoruz. Hele ki büyük şehirlerde yaşayanlar gerçekten birçok şeyden mahrumlar.

Doğa ve sanatsal yaklaşım nasıl bir kesişim noktası ile işlerinize yansıyor?

Sanat zaten doğadan etkilenme ile başladı. Özellikle kendim için şunu söylemek isterim; ben tam bir doğa aşığıyım. Hem içinde yaşıyorum hem doyamıyorum. Ayrıca malzeme olarak doğada yaşamış olan parçaları kullanıyorum. Doğadan geleni tekrar doğaya atfetme durumu var işlerimde. İnsanların hayatına doğadan parçalar ile dokunabilmek iyi hissettiriyor.

Size esin veren bir sanatçı ya da akım var mı ?

İtalyan sanat akımı Arte Povera’nın esintileri işlerimde hissedilebilir. O da yalnızca buluntu nesne kullanmamdan kaynaklanan bir durum. Onun dışında yalnızca doğadan etkileniyorum.