Ana Sayfa Art-izan CİHANOĞLU’NUN JUNGYAN AYNALARI

CİHANOĞLU’NUN JUNGYAN AYNALARI

CİHANOĞLU’NUN JUNGYAN AYNALARI

Ahmet Hamdi Tanpınar, ‘içe bakış’taki (introspection) yetersizliğimiz dolayısıyla roman sanatımızın güdük kaldığından dem vururdu. Tespitine katılıp katılmamak, veya bugün için geçerliliğini sorgulamak gibi, iç görü eksikliğimizin nedenlerine dair çeşitli fikirlere denk gelmek de mümkün: Doğu kültüründe kusurları örtmek, karanlık taraflarımız hakkında konuşmamak, fazla kurcalamadan kabul ve şükretmek öğütlenirken, Batı’nın kiliselerinde günah çıkarma alışkanlığı, itiraf etme geleneği asırlardır sürdürülür; aydınlanmayla beraber psikanaliz ve varoluşçuluk da devreye girmiş, bir entelektüel faaliyet alanına dönüşerek gelişmiştir iç gözlem. Daha önemli sebepler ise ‘yerleşik toplum – göçebe toplum’ ve ‘kentli toplum – kırsal toplum’ ayrımlarından kaynaklanır; göçebe ve köylülerin yaşam koşulları içe bakmaya, iç görüsel ifadeler aramaya müsaade etmez.

Barış Cihanoğlu, yeni sergisi ‘İçgörü’de, hem anlatımını geç öğrendiğimiz, hem de görüntüden ziyade edebiyata ait bir meseleyi tuvale aktararak risk alıyor; kolay tüketilen, dekoratif süs ya da teknik beceriden ibaret resimler arz etmiyor. Cihanoğlu’nun önceki eserlerinde de iç gözlemsel arayışlara rastlıyoruz, örneğin ‘Hisli Madde’ serisinde, çocuk gelin – çok eşlilik kompozisyonlarında, toplumsal gerçekçi konuları sürrealizmle yorumlama eğiliminde… Onun uzamla oynayan, içsel ile dışsalı birbirlerine dönüştüren, bedenleri mekânlarla bütünleştiren, figürleri eriten, oranları bozan, rüya estetiğindeki… kurgularını seyrettik. ‘İçgörü’de de aynı yönelimleri sürdürüyor, ama bu defa içe bakışın kendisini merkeze alarak bilinç, bilinç dışı, tabiat ve insanı, yine birbirlerine dönüşebilir, hangisi nerede başlar diğeri nerede biter belirsizliğinde, aralarındaki sınırlar ve yapay hiyerarşiyi anarşistçe kaldırarak resmediyor.

Devcileyin çocukları kafalarından hapseden, gövdelerini yeraltında tutan, zeminsiz evlerle karşılaşıyoruz İçgörü’de; bazen dış cepheleri çocuk yüzleriyle örtüşüyor. Terrence Malick filmlerinden, Thomas Hardy romanlarından, Andrea Kowch ya da Andrew Wyeth tablolarından çıkmışa benzeyen kır evleri, gerçeküstü boyutlamalarla dönüştürülüyor. “Bilinç ve dışı, insanın, onu hapseden yuvasıdır” cümlesini kurmakla kalmayıp, izleyeni kendi içsel ev hapsiyle yüzleşmeye de davet eden resimler bunlar. Kaygı, hüsran, korku, çocukluk, ego, öğrenilmiş çaresizlik, atalet, tükenmişlik… gibi, insanı içeriden sınırlayan tuğlalarla örülmüş, onu biçimlendirip karakterini belirlemiş, penceresinden özlemle bakılan, dışarı çıkıp kurtulmayı sadece kişinin kendisini aşmasıyla mümkün kılan, soyut yapıların temsilleri.

Sükunet ve gerilim aynı anda hissediliyor İçgörü resimlerinde. Lynch’i, Cosmatos’u çağrıştıran bir tekinsizlikle uyumsuzca, son derece sakin, huzurlu ve hüzünlü yüzlere bakıyoruz. Kent insanının tabiatla yüzleşirken duyumsadığı, isabetli seçilmiş bir hissiyat aralığı bu. Büyük ve ıssız bir ormanda, yalnız başına kaybolma fikri çoğu insanı korkutur mesela; ormandan nasıl çıkacağını, neler yiyip içeceğini, herhangi bir canlının saldırıp saldırmayacağını, hele ki gece olduğunda ne denli savunmasız kalacağını… düşünmek tedirgin eder; ama bir yandan da sessizlik, bol oksijen ve bitki örtüsü içinde, isterse çıplak dolaşabileceği bir özgürlükle, anlamsız sesler çıkarıp şuursuzca dans etse bile esrikliğini görüp yadırgayacak kimse yokken, toplumsal hayatın sayısız kaidesinden, mesailer, sorumluluklar, statü endişesi ve teknolojiden muaf kalmışlığın huzurunu, antropolojik kökenleriyle uyumlanmanın mutluluğunu hisseder. Benzer bir duygu durumu uzay tasavvurlarında da mevcuttur. İçe bakarken kendi doğasıyla karşılaşan insan ise aynı gerilim-huzur ikilemini yaşıyor Cihanoğlu’nun resimlerinde: Kuş ölüleri, çiçekler ya da ağaçlaşıp yaprak veren bedenlerle, içinde yaşadığımız ve içimizde yaşattığımız evrenleri çakıştıran, yoğun bir rüya deneyimi. Biraz kâbus biraz cennet; tam da varoluşumuz gibi.

“Bilinç dışı iç çatışmaların etkilerinden muzdarip hastalarımı, bunları resmetmeleri için teşvik ediyor; böylelikle de bilinç dışı içeriğe erişmeyi amaçlıyorum” demiştir Carl Jung ve soyut dışavurumculuk ya da sürrealizm gibi akımları etkilediğinden, rüya estetiği sıklıkla Jungyan okunmuştur. Jung’a göre bilinç ve (kolektif ya da kişisel) bilinç dışının tüm seviyeleri tek bir bütünlük, zihin, ruh, ‘psişe’dir ve psişe ise doğanın bir parçası, çok katmanlı, çelişkili, enigması sınırsız bir karmaşadır. Psişe’deki dürtülerin sembolik imajlar vasıtasıyla kendilerini hayal ve rüyalarda ortaya çıkardığını düşünen Jung, bu arketipleri belirlemiş ve incelemiştir. İçgörü’de karşılaştığımız çocuk, dev, ağaç ve hayvan figürleri, Jung’un en önemli arketiplerinden bazılarıdır. Jung’un, bir diğer meşhur kavramı ‘persona’ (maske) hakkında, kişinin bazen personasıyla, kendisini tanıyamayacak kadar özdeşleştiği durumlardan söz etmesi de akla gelebilir; Cihanoğlu resimlerindeki, yuvalarıyla özdeşleşmiş çocukları seyrederken. Bu bağlamda İçgörü, aksinde ruhumuzu yansıtan ‘aynalarla’ dolu, psikanaliz meraklıları için özellikle cezbedici, zengin ve kaçırılmaması gereken bir sergi.

MAJİ Luxury Art Gallery & Event ; B Salonunda ’’İÇ GÖRÜ’’ isimli sergisiyle BARIŞ CİHANOĞLU’nu, 29 Şubat 2020 tarihine kadar sanatseverler ile buluşturuyor.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl