Ana Sayfa Litera DAUPHINE MEYDANI: “‘YA ÖLÜLER, ÖLÜLER!’”

DAUPHINE MEYDANI: “‘YA ÖLÜLER, ÖLÜLER!’”

DAUPHINE MEYDANI: “‘YA ÖLÜLER, ÖLÜLER!’”

[Bu yazı Margaret Cohen’ın Dindışı Aydınlanma: Walter Benjamin ve Gerçeküstücücü Devrimin Paris’i isimli kitabından alıntılanmıştır.]

Türkçeleştiren: Suat Kemal Angı

***

Nadja’nın giriş bölümüne rehber kitaplar eşliğinde göz atmak, Breton’un tekinsiz duyumlarını, geçmişin isyancı eylemlerine katılmış hayaletlerin bir araya toplandığı, bohemlerin hem geçmişte hem şimdide sık sık gittiği yerlerde tecrübe ettiğini gösterir. Ayrıca, Breton’un anlatıcısı, yaşadığı bu tekinsiz duyumları, belirsiz geçmişin biçimi bozulmuş bir şekilde devam ettiği mekânın çağdaş yönleriyle ilişkilendirir. Breton, Maubert Meydanı’nda gözlerini, “bazı isyanların” gözle görülür tek hatırlatıcısı Étienne Dolet heykeline dikerken, Panthéon’da ise Jean-Jacques Rousseau’ya çevirir. İkincisinde Breton’u özellikle korkutan şey, kesilmiş odun kütükleriyle Rousseau’nun kafatasının üst üste bindirilmiş görüntüsüdür. Panthéon’un devrimci şiddetle ilişkili bir Paris anıtı olduğunu hatırladığımızda, kesilmiş odunların kafalarla oluşturduğu bu birliktelik giyotini akla getirir. Breton [Grands] Boulevards ile Saint-Denis Kapısı’nın çekiciliklerini tartışırken, dikkatini yoğunlaştıracağı gözle görülür hiçbir ayrıntı bulamaz. Bununla birlikte, hissettiği tekinsiz duyumun kaynağını hiçbir şekilde belirleyememesinin, –her ne kadar olumsuz bir şekilde de olsa– bu mekânların akıldan hiç çıkmayan (haunting) gücünden ve bu gücün de bu yerlerin zamansal akışla ve uzamsal konumla ilişkilerinden kaynaklanabileceğini saptaması önemlidir: “(…) Benim için manyetik bir kutup (a magnetic pole) noktası oluşturabilecek bir şeyi –bilmediğim bir şey bile olsa– ne uzayda ne de zamanda göremiyorum” (OC, 661-663; N, 32; vurgu bana ait). Akından hiç çıkmayan o “şey”, Benjamin’in dümeni üstüne kırdığı manyetik kuzey kutbu noktası, gözle görülemez mi?

Bu isyancı geçmişin tekinsiz şimdideki izleri fazlasıyla yoldan çıkmıştır ve Breton’un gerçeküstücü esinle dolu sonraki maceraları olmasaydı muhtemelen hiç fark edilmeyecekti. Biz şimdi, Paris’e özgü tekinsizliğin Nadja’da en kapsamlı anlatıldığı akşama, Pont-Neuf’un hemen yanındaki Dauphine Meydanı’nda yaşanan akşama dönelim. “Bu Dauphine Meydanı kesinlikle bildiğim en tenha yerlerden, Paris’teki en berbat boş alanlardan bir tanesidir. Ne zaman kendimi orada bulsam, başka bir yere gitme arzusunun beni yavaş yavaş terk ettiğini hissetmişimdir ve çok yumuşak, fazla cana yakın biçimde ısrarcı ve nihayet kırıcı bir kucaklaşmadan kurtulabilmek için kendimle tartışmam gerekmiştir” (OC, 695; N, 80). Olaylara Breton’dan daha yakın olan Nadja için bu yerin korkutucu cazibesi çok açıktır. “Bu meydanda vaktiyle olmuş ve ilerde tekrar olacak olayları düşünmek onu rahatsız etmişti. O anda karanlığa/gölgelere karışmış sadece iki üç çiftin bulunduğu bu yerde, bir kalabalık gördüğünü sanıyor. ‘Ya ölüler, ölüler!’” (OC, 695; N, 83).

Paris panoramik edebiyatının Dauphine Meydanı’nın konu edildiği bölümlerinde, bu ölülerin kesin bir tarihsel kimliğe sahip oldukları öne sürülür. Bu rehber kitaplar, her şeyden önce, meydanın bir zamanlar capcanlı geçmişiyle belirgin bir şekilde tezat oluşturan melankolik atmosferi üzerine yorum yapar. Bununla birlikte, yine bu rehber kitaplar, bu geçmişe ait hatıraların, meydanın ıssızlığına rağmen tamamen unutulmadığını vurgular. Bu duruma en ikna edici ve belagatli bir şekilde dikkat çeken kişi, André Billy’dir: “Tıpkı Vosges Meydanı gibi, Dauphine Meydanı da, kendisinin daha önceki hayatı olan bir rüyada uyukluyormuş ve tekrar yaşıyormuş gibi görünür. Melankolisi, kestane ağaçlarının yaprakları artık hiç kimsenin oturmadığı bankların etrafına düştüğünde, daha da belirginleşir” (Breton ve Nadja ekim ayında oraya giderler ve Breton metnine, meydanın terk edilmişliğini açıkça ortaya koyan bir fotoğraf ekler; bkz. Resim 12).1 Meydanda hüküm süren ıssız atmosferin tadını çıkardıktan sonra, Billy, daha sonraki rehber kitap yazarları gibi, meydanın bir zamanlar tanık olduğu renkli olayları betimlemeye devam eder. Tapınak Şövalyesi Jacques de Molay’nin 1314 yılında yakılmasından bahseder; orada toplanan bohemlere, şarlatanlara, avarelere (badauds), şüpheli mal satıcılarına ve genel olarak Tabarin ve Mondor’un performanslarıyla hoşça vakit geçiren çeşit çeşit ve rengârenk kalabalığa dikkat çeker.

12. J.-A. Boiffard. “Şarapçıdan yemeği dışarıya getirtiyoruz…” (Nous nous faisons servir dehors par le marchand de vins…). İllüstrasyonun yer aldığı kitap: Nadja.

Rehber kitaplar bu meydanı sadece Jacques de Molay gibi ilk devrimci figürlerle değil, aynı zamanda Devrimle doğrudan bağlantılı hayaletlerle, “Biri Madame Roland’nun yaşadığı,* diğeri Paris’in mücevherlerinden biri olan bu iki konut”la da ilişkilendirir.2 Adanın geri kalanından söz ettiklerinde de, Conciergerie’yi en çok hükümlü Marie-Antoinette ve Madame Roland ile ilişkilendirirler, ama bazen Terörün hem failleri hem de kurbanları olan diğer şanlı devrimci ölülerden de bahsederler: [Camille] Desmoulins, Danton, [Jacques-René] Hébert, Fabre d’ Églantine ve Robespierre.3 Dahası, devrimci şiddete bulaşmış birçok hayalet, her taraftan, “Devrimin Kral IV. Henri’nin bronz heykelini yerle bir ettiği” Pont-Neuf’ten Komün’nün yaktığı Adalet Sarayı’na kadar, Dauphine Meydanı’na üşüşür.4

Bu bilgiyle donandıktan sonra, Breton’u ve Nadja’yı bu tür korkularla esinleyen görünüşte önemsiz olayları daha yakından inceleyelim.

Nadja’nın bakışları şimdi etraftaki evlerin üzerinde dolaşıyor. “Şu pencereyi görüyor musun? Diğer tüm pencereler gibi o da karanlık. İyi bak. Bir dakika sonra aydınlanacak. Kırmızı olacak.” Bir dakika geçiyor. Pencere aydınlanıyor. Gerçekten de perdeler kırmızı. (Üzgünüm, bu olay inanılabilirlik sınırlarını aşıyorsa, elimden bir şey gelmez. (…) Sadece bu pencerenin siyahken kırmızı olduğunu kabul etmekle yetiniyorum, hepsi bu.) İtiraf edeyim ki, o an içime bir korku düşüyor, sonra Nadja da aynı korkuya kapılıyor. (OC, 695; N, 83)

Breton, tekinsiz deneyiminin açıklamasının, bir zamanlar Nadja’nın “az önce bahsi geçen evin” karşısındaki Henri-IV Oteli’nde yaşamış olduğu gerçeğinde aranabileceğini ima eder ve bu durumu, “bu da yine kolay çözümlerden hoşlananlar için” diye yorumlar (OC, 695; N, 84). Ama daha zor çözümlerden hoşlananlar için, bu tekinsizlik Nadja’nın bakışları altında canlanmaya başlayan yerin pusuda bekleyen hayaletlerinden kaynaklanıyor olamaz mı? Nadja’yı ve Breton’u çok korkutan pencerenin rengi, devrimci şiddetin rengi olan kırmızıdır ve Terör kurbanı olan bir devrimcinin, Madame Roland’nun bir zamanlar yaşadığı bölgede alevlenir.

“Eski Paris artık yok (daha çabuk değişiyor, eyvah! / Bir faninin kalbinden bir kentin şekli).”

Nadja daha sonra, Henri-IV Oteli’ndeki odasının penceresinden atlayarak intihar edebileceği bir anı hatırlamaya başlar: “Ayrıca bir ses vardı: ‘Öleceksin, öleceksin,’” diyordu (OC, 697; N, 84). Rehber kitaplara atıfla söylersek, otelin adının, 1789 devriminin yok ettiği kral imajını pek de çağrıştırmadığını keşfederiz. Nadja’nın ölüm korkusunu, geçmişte kalmış Paris devriminin yüzeye/ortaya çıkıyor olmasıyla ilişkilendirmek bir kez daha fazla zorlama görünebilir. Peki ya takip eden olaylara ne demeli?

Breton, Nadja’nın tuhaf davranışından giderek daha çok rahatsızlık duymaya başlar ve “Sanırım bu yerden gitme vakti geldi,” der (OC, 697; N, 84). Rıhtımlar boyunca yürürler: “Rıhtımlar boyunca, tir tir titrediğini hissediyorum. Conciergerie’ye doğru geri dönmek istiyor” (OC, 697; N, 84). Bu yapının önünde Nadja, Madame Roland gibi Terör döneminde idam edilenlerle kendisi ve Breton arasında yoğun bir bağ kurar: “Burası değil… Ama söylesene, neden hapse girmen gerekiyor? Ne yapmışsın ki? Ben de girmiştim hapishaneye. Kimdim acaba? Yüzyıllar önce. Ya sen peki, sen kimdin?” (OC, 697; N, 84). Sayfanın devamında, Nadja kendisini, Devrimin mahkûm ettiği insanlarla çok daha belirgin bir şekilde özdeşleştirir: “Marie-Antoinette’in maiyetindekilerden acaba hangisi ben olabilirdim diye düşünüyor. Gelip geçenlerin ayak sesleri uzun uzun ürpertiyor onu. Endişeleniyorum ve ellerini tek tek [demir parmaklıklardan] ayırdıktan sonra, nihayet onu peşimden gelmeye ikna ediyorum” (OC, 697; N, 85).

Ancak Breton’un korkusu dinmez, ne de Nadja tuhaf davranmaktan vazgeçer. Nadja’yı, onu çok korkutan yerlerden uzağa götürerek sakinleştirmeyi düşünen Breton’un sonraki güzergâh seçimi, bir kez daha, tekinsiz Dauphine Meydanı’nın anımsattığı hayaletlerle karşılaşır: “Köprüyü geçince Louvre’a doğru yöneliyoruz. Nadja hâlâ çok dalgın. İlgisini tekrar üzerime çekmek için ona Baudelaire’den bir şiir okuyorum, ama sesimin iniş çıkışları onu yine korkutuyor” (OC, 697; N, 85). Breton’un Baudelaire’i eğer Nadja’yı korkuttuysa, bunun nedeni belki de, Louvre’da Baudelaire okumanın Dauphine Meydanı’nın etrafında dönüp duran bastırılmış hayaletleri anımsatmaya devam ediyor olmasıdır. Her ne kadar kaynağını kabul etmese de, Nadja’nın son bölümünde Breton’un açıkça alıntı yaptığı Baudelaire’in “Kuğu”sundan (Le Cygne) başka hangi şiir bu yere daha çok yakışırdı! Bize şöyle der: “‘Bir şehrin biçimi’ne ne olduğu hakkında derin düşüncelere dalacak olan ben değilim” (OC, 749; N, 154). Bu ifadenin esin kaynağı, Baudelaire’in, 1848 devriminin ardından Haussmann’ın bohem ve isyancı bir eylem alanını yeniden inşa etmesine ağıt yaktığı “Kuğu” şiirinin ünlü dizeleridir: “Eski Paris artık yok (daha çabuk değişiyor, eyvah! / Bir faninin kalbinden bir kentin şekli).”5

Nadja’nın Dauphine Meydanı civarında kapıldığı korkunun son örneği, geçmişte meydanla ilgili yaşanan toplumsal bozulma izlerine (her ne kadar bu bozulmayı politik devrimcilerden çok bohemler yaratmış olsa da) bir kez daha yanıt verir. Seine’in sağ kıyısında, nehrin taş korkuluğuna yaslanan Nadja, sol kıyıya ve daha yeni geldiği Île de la Cité (Şehir Adası) yönüne doğru bakar. Çok endişelidir; çılgına dönmüş bir şekilde sorar: “Şu el, Seine’in üstündeki şu el, suyun üzerinde alev alev yanan şu el, neden orada? Ateşle suyun aynı şey olduğu doğru. Ama bu elin anlamı ne? Bunu nasıl yorumluyorsun? Bırak da bakayım şu ele. Neden buradan gitmemizi istiyorsun? Neden korkuyorsun? Çok hasta olduğumu düşünüyorsun, değil mi? Hasta filan değilim ben” (OC, 697; N, 85-86). Breton’un Nadja’nın gördüğü halüsinasyondan duyduğu korku yine onun katıksız tuhaflığıyla bağlantılı olsa da, bu halüsinasyon aynı zamanda edebi bir göndermeyle de zenginleşir. Gözlerini dikip Seine üzerindeki şeytani bir ele bakan Nadja, Gérard de Nerval’in Devrim sonrası fantastik masalı “La Main enchantée”yi (Sihirli El) çağrıştırır; uzun zaman önce Dauphine Meydanı’nda geçen bohem hayatın konu edildiği masalın merkezi temasını, şeytani bir şekilde parçalanmış bir el oluşturur.

J.-A. Boiffard. “Şarapçıdan yemeği dışarıya getirtiyoruz…” (Nous nous faisons servir dehors par le marchand de vins…). İllüstrasyonun yer aldığı kitap: Nadja.

Nadja’nın Paris ayaklanmasının hayaletleriyle dolaylı teması, Breton’la yürüyüşleri boyunca devam eder. Ha bire Paris devrimini hatırlatan halüsinasyonlar gören Nadja, kendisini ve Breton’u genellikle kaybolmuş siyasi yelpazedeki güçlerle tanımlar. Kendisini Marie-Antoinette’le ilişkilendirdikten sonra, Dauphine Meydanı’ndaki gece Breton’u veliaht prens “le dauphin”a (yunus) benzetmesi; Devrimin ilk şehitlerinden birinin (Lepeletier) adını taşıyan metro durağındaki tuhaf maceraları; devrimci ideolojinin ilahlaştırdığı Aydınlanma düşünürü Voltaire’e ev sahipliği yapan rıhtımda kötü bir enerji hissetmesi ve son olarak, Breton’la ortak maceralarının anlatısında kendisini frondeuse (asi) Madame de Chevreuse olarak görmesi; tüm bunlar bu halüsinasyonlara dahildir.

Ayrıca bkz. André Breton, Nadja, çev. İsmet Birkan (İstanbul: Jaguar Kitap, 1. Baskı, Nisan 2019), s. 29. –ç.n.

Ayrıca bkz. André Breton, Nadja, s. 69. –ç.n.

Ayrıca bkz. André Breton, Nadja, s. 70. –ç.n.

1 Billy, Paris vieux et neuf (Eski ve yeni Paris), II, 96.

Kökeni Fransızca “charlatan”a dayanan bu sözcük, açık hava sahne gösterisiyle kendi reklamını yapan ilaç satıcısı anlamına gelir. Genellikle bir hizmet ya da ürün satması, şarlatanı diğer üçkâğıtçılardan ayırır. Parisli sokak şarlatanlarının en ünlüsü, 1618’de Dauphine Meydanı’na bir sahne kuran ve bir cadde adını (Tabarin) sahne ismi olarak benimseyen Antoine Girard’dır. Tabarin ve uydurma ilaç satışından birkaç yıl içinde büyük bir kazanç elde eden kardeşi Philippe (Mondor), seyircilerini komik diyaloglar ve parodilerle eğlendirirlerdi. –ç.n.

* Jeanne Manon Roland (ya da Madame Roland) (1754-1793): Jirondenlere gösterdiği yakınlıkla ünlenen ama daha çok, giyotine götürülürken söylediği, devrimci romantizmin simgesi, “Ah özgürlük, senin adına ne suçlar işleniyor!” sözüyle anımsanan, Fransız Devrimi’nin renkli politik simalarından, “salon”u bütün devrimcilere açık Fransız yazar. –ç.n.]

2 Billy, Paris vieux et neuf (Eski ve yeni Paris), II, 95-96.

Fransız Devrimi sırasında giyotine götürülecek mahkûmların hapsedildiği bina. Île de la Citénin (Şehir Adası) batısında bulunan bina, (Adalet Sarayı ve Sainte-Chapelle’le birlikte) eski kraliyet sarayı Palais de la Citénin bir parçasıydı. –ç.n.

3 1907 tarihli Coins de Paris’den (Paris’in Madeni Paraları) 1924 tarihli Les Guides Bleus: Paris et ses environs’a (Mavi Rehberler: Paris ve çevresi) kadar uzanan metinlere bakınız.

4 Fegdal, Dans notre vieux Paris (Eski Paris’imizde), 146.

Ayrıca bkz. André Breton, Nadja, s. 70. –ç.n.

Ayrıca bkz. André Breton, Nadja, s. 70, yazarın notu. –ç.n.

Bu ve sonraki iki paragrafta yer alan alıntıları karşılaştırmak için ayrıca bkz. André Breton, Nadja, s. 70 ve 72.

Ayrıca bkz. André Breton, Nadja, s. 133. –ç.n.

5 Charles Baudelaire, “Le Cygne” (Kuğu), Oeuvres complètes içinde, I, 85. [Ayrıca bkz. Charles Baudelaire, Elem Çiçekleri, çev. Vasfi Mahir Kocatürk (Ankara: Edebiyat Yayınevi, 2. Baskı, 1966), s. 135. –ç.n.] Bu yerin eski hayatının daha gerçekçi bir tanımlaması için bkz. Balzac, La Cousine Bette (Bette Abla); ya da bkz. Jules Champfleury: “Gravür satıcıları, resim satıcıları, eski kitap satıcıları, sihirbazlar, her çeşit kuş satıcısı. Burası; yaşamdan, hareketten, antika ve nadir eşyalardan, gravür baskılara göz gezdirirken sohbet etmekten, mekanik olarak açılmış eski kitaplardan hoşlanan ve elleri, kulakları ya da gözleriyle boş boş oturmak istemeyen beyinler için harika bir yerdi.” Grandes figures d’hier et d’aujourd’hui’den (Dünün ve bugünün büyük figürleri) (1861), alıntılandığı yer, Pierre Citron, La Poésie de Paris dans la littérature française de Rousseau à Baudelaire (Fransız edebiyatında Rousseaudan Baudelairee Paris Şiiri), II, 3 12. Breton, Baudelaireden yaptığı alıntıyı, Flaubertin (yukarıda anılan 1848 olaylarından bazılarını temsil eden) LEducation sentimentale (Duygusal Eğitim) isimli eserine atıfta bulunarak takip eder.

Ayrıca bkz. André Breton, Nadja, s. 72-74. –ç.n.

Marie de Rohan (1600-1679): Genellikle Madam de Chevreuse olarak bilinen Fransız saray mensubu ve siyasal eylemci. 17. yüzyılın ilk yarısında, Fransadaki pek çok entrikanın odağında yer aldı. Fronde (1648’den 1653’e dek süren iç savaş) sırasında XIV. Louisnin Saint-Germain Kalesine kaçmasında önemli bir rol oynadı. Renkli biyografisi Romantik çağda edebiyat için cazip bir konuydu. Alexandre Dumas onu romanlarında kullanmıştır. Üç Silahşor’da Aramis’in metresidir; Yirmi Yıl Sonra’nın kahramanı Raoul ise, Chevreuse Düşesi ile silahşor Athos’un gizli oğludur.–ç.n.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl