Ana Sayfa Kritik Dişsiz Eleştiri, Yargısız Tanıtım

Dişsiz Eleştiri, Yargısız Tanıtım

Dişsiz Eleştiri, Yargısız Tanıtım

Eleştirinin dişlerinin hem keskinleştiği hem kesmezleştiği, dahası, kesatlaştığı günlerdeyiz. Daha sert ama daha az ikna edici yargılar her yerde. Oysa iyi bir kitap, film, albüm… eleştirisi az bulunan bir matah.

Eleştiriyi keskinleştiren, sosyal ağların –özelde Twitter’ın– “ekonomik” dili. Az sayıda karakterle bir şeyler anlatmak isteyen insan, hele de bu kısıda içkin tembelliğe kendini kaptırmaya meyyalse, önüne gelene “dünyanın en güzel şarkısı”, “beş para etmez bir film”, “şu kadar saatim heba oldu” vs. deyiveriyor. Kabul edelim ki daha uzun soluklu mecralar hem daha az okunuyor hem de Twitter’ın “Daha az, daha keskin, daha yüzeysel konuş!” buyruğunun hayaleti her yere musallat olmuş durumda.

Eleştiriyi körelten, “tek dişi kesmez canavar”a dönüştüren de işte bu hayalet. Güçlü sıfatların güçsüz olduğu, yazıyı meslek edinen herkesin er ya da geç (şanslıysa er) tosladığı bir duvar. Hem mecraların “programatik” kısıtları hem de çağın alımlayıcıyı sabırsızlığa eğittiği bir bağlamda, anlatamadığımızı söylüyoruz. Bu da bizi büyük yazarların (örneğin Twain’in) “Sıfatları ve zarfları gördüğünüz yerde vurun” babındaki talimatına umutsuz bir meydan okumaya itiyor. Yargılarımızı üzerine az düşünülmüş, çoktan bayatlamış, dolayısıyla etkisizleşmiş sıfatlarla ilan ediveriyoruz.

Eleştirinin kesatlığı ise daha siyasi bir mesele. İktidarın Gezi’den sonraki süreçteki en büyük başarısı muhalefetin üretim enerjisini zayıflatması. Bu sadece otomatik ve “manuel” sansürle ilgili bir şey değil; sansür dönemlerinin aynı zamanda yaratıcılık patlaması dönemleri olduğu, sanatlar tarihinin orta malı bilgilerinden biri. Kültürel hegemonyayı kendisi ele geçiremese de sola da bırakmadı iktidar. Moralsizlik ve örgütsüzlük birbirinin ateşine benzin taşıyarak bir kısır döngü yarattı. 10 yıl öncesine göre daha az dergi, gazete, makale, kitap yazıyor, daha az kısa film, şarkı, resim yapıyoruz. Ve bununla doğru değil katsayılı bir oranda daha az dişe dokunur eleştiri çıkıyor ortaya.

Eleştiriyi sürekli “diş”le ilgili metaforlarla ifade etmemiz boşuna değil. Dişli bir şeydir eleştiri. Isırır, kavrar, tutar boynundan başka yere götürür, gerekirse öğütür. En azından öyle olmalıdır. Öyle olması için de en az üç şeye ihtiyaç duyar: nesnesini mümkün olduğunca bütünlüklü kavramaya, derinlikli çözümlemeye, sözünü sakınmadan yargılamaya.

Eleştiri metinlerinde iki uçlu bir sorun var: Bunlar ya tanıtıma ya yargıya indirgenmiş durumda.

Eleştirdiğiniz metni tanıtmamanız gerektiği sadece tanıtımdan ibaret sözde eleştirilerin yaygın olduğu bir dönemin olumsuz mirası. Oysa en iyi bilinen metinler bile anlatılmaya, özetlenmeye, çerçevelenmeye ihtiyaç duyar. Sözgelimi, Hamlet’i babasının intikamını alan oğulun öyküsü olarak mı okuyorsunuz, Norveç’in Danimarka’yı işgalinin öyküsü olarak mı? Parazit, yoksulların zenginlerden intikamı mıdır, kötü alt sınıfın saf üst sınıfa attığı kazıklardan biri mi? Her anlatıda buna benzer bir dizi katman vardır ve sizin o anlatıyı hangi katmanlardan tutarak anladığınız onun hakkındaki yargılarınızı da belirler. Okurun kafasında tanıtımı yapılan (geniş anlamda) bir metin hakkında bir imge oluşmalıdır. Bu imgede olaylar dizisinin ve hikâye artalanının yanı sıra autörün üslubuna dair de mümkünse alıntılarla desteklenmiş ipuçları olmalıdır.

Sorunun diğer ucunda da bildiğimiz olay var: Yalapşap olay dizisi anlatımıyla roman, film, oyun eleştirisi yaptığını sanan metinler. Eleştirmenin yargıdan kaçmasının çeşitli nedenleri olabilir: Yargısına güvenmiyordur, sıklıkla tanışı olan yazarı kırmak değil “pazarlamak” istiyordur, olumsuz yargıların okuru ürküttüğünü düşünen editörlerce kulağı bükülmüştür, bir yayınevi için gölge “eleştirmenlik” yapıyordur, bir görüşe sahip olacak sanatsal/siyasal olgunluğa sahip değildir vesaire.

Oysa eleştiride dişe, tanıtımda yargıya ihtiyacımız var. Sanatın herhangi bir dalıyla ilgilenen herkes, eğer umutsuz bir pohpohlanma vakası değilse, ürününün derinlikli ve açık sözlü değerlendirmelerine ihtiyaç duyar. Gerçek eleştiri, en çok eksikliği çekilen şeydir. Yazarlık atölyelerinin, mesailerinin tamamına yakınını ürünlerin karşılıklı değerlendirmesine hasretmesi boşuna değil.

Siyaset gibi sanat da iki tabanca taşır: üretim ve eleştiri.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl