İlk kitabından itibaren kendine özgü bir buluşu olan, derdini iyi anlatan, titiz bir dilin verdiği güzellikle imgeleri ustalıkla kullanan hatta bunu yer yer şiirsel bir anlatımla koluna takıp gezdiren İyi bir anlatıcıdır Doğan Yarıcı. Yakın zamanda Yapı Kredi Yayınları etiketiyle yeni kitabı Hodan – Terk Edilmiş Sofralar 1 raflarda yerini aldı. Bu güzel sebeple Doğan Yarıcı’yla minik bir sohbet gerçekleştirdik.

 

Sizinle ilk kez İstanbul Art News’in İan Edebiyat ekinde yazmış olduğunuz nefis yazılarla tanışmıştım. Özellikle bir mandaldan yola çıkarak yazmış olduğunuz yazı hâlâ aklımda. Nasıl başladı yazma serüveniniz?

Kendimi bildim bileli yazıyorum, nedenini bilmiyorum. Yazmayı da sevmiyorum, bunun nedenini artık aramıyorum. Böyle böyle, itiş kakış buraya kadar geldik. İlkokulda ilk “öykümü” okusun diye öğretmenime verdiğimi anımsıyorum, sınıftaki ikiz kardeşlerden yola çıkarak yazdığım bir metindi. Bendeki yazıya yöneliş, el yordamıyla kendiliğinden olsa gerek diye düşünüyorum. Kimse “ben yazar olacağım” diye kariyer planı yapmıyordur herhalde. Yoksa neden böyle eziyetli ve boş işlere yönelelim ki.

Hulki Aktunç’un Argo Sözlüğü’nden sonra Türkçe Aykırı Sözler Derleme Sözlüğü müthiş bir projeydi bana kalırsa. Nasıl gelişti bu fikir?

Meraktan. Küçük yaştan beri çevremde duyduğum ve sözlüklerde karşılığını bulamadığım pek çok deyim, atasözü ve söz kalıplarını bir kenara not ettim. Defterler çoğaldı. Cut! Aradan zaman geçti, seksenli yıllarda, 19 yaşımda Hulki abiyle tanışıp yanında çalışmaya başladığımda gördüm ki, haldır huldur Argo sözlüğünün ilk baskısına hazırlanıyor. Belki işine yarar diye ezile büküle defterlerimi gösterdim. Çok heyecanlandı. Bunlar argo değil, hepsini daktiloya çek, disipline et ve bir gün mutlaka kitap bütünlüğüne getir diye salık verdi. Bir sözlük ciddiyetinde değil, dilbilimci ya da sözlükçü değilim çünkü her maddeye kendi üslubumda yorumlar yazarak ilerledim. Hulki abi arada yoklardı, boşluyor muyum diye. Bu böyle yıllarca sürdü, ömrünün sonuna dek her pazartesi bir şekilde yeni sözler yolladım ona, önceleri faksla, sonra e-postayla. O da, kimi Argo sözlüğünün yeni baskısına girecek avladığı yeni sözcükler, kavram dizincikleri gönderirdi karşılık olarak. Eğlenirdik. Cumaları da şiir günüydü. Her cuma iş yoğunluğuna rağmen mutlaka şiir yazar, elinde daktilodan çıkmış kâğıt gelir yazarların oturduğu odanın kapısında dikilir, hınzırca güler, “çaylaarrr!” gibi ünleyerek “şiirleerrr!” derdi. (Biliyorsun, şiirlerini çok sonra kitaplaştırdı.) Ben onun işyerinden ayrıldıktan sonra da, bu genç ve toy yazarı küçümsemez, her cuma yazdığı şiiri e-postayla yollar ya da arar telefonda okurdu. Çok özlüyorum o günlerimizi.

Şiir desem, şiirle aranızdaki bağı merak ediyorum. Kimleri okursunuz mesela?

Şiir deyince şöyle bir toparlanırım. Toparlanmalı. Şairlik büyük mertebedir. Şiir yazmışlığım var ama ben asla şair değilim, o somut/soyut bir yaşam biçimi de aynı zamanda. Okur olarak bulaşmadığım neredeyse yok, okuyup peşine düşmediğim de çok. Bilmediğim de vardır epey, şiire kolay ulaşılmaz. Şiir kitabına verilen paraya da acınmaz. Arada kalmış metinler de var, şiir demeye korkulan. Onlara da açlığım var. Nereye konacağı (her iki anlamda da) bilinmeyen metinler her zaman ilgimi çeker. Şiir çok fena çizgi, keskin bıçak sırtı olmuş türler arasında. Gece Kelebekleri ilk basıldığında Seyhan Erözçelik elimden kapıp bir çabuk okumuş ve bunlar şiir, niye “yeni yazı” sıfatıyla basıldı, diye bana kızıp söylenmişti. Hâlâ şaşırırım tepkisine. Oysa ben onları küçürek öykü diye yazmıştım, yoksa yazdıktan sonra mı öyle sanmıştım? Yok ya, yüzlerceydi, dosyayı Necati (Tosuner) abiye göndermiştim hatta azalt bunları demişti o da, ele dörtte üçünü, az sözün ağırlığını alsın. Herhalde, o tarihte YKY’de editör olan Cem Akaş da, bunlar bir şey ama tam olarak bir şey değil, diye düşünmüş olmalı ki, kitabı “yeni yazı” adını verdikleri diziden basmıştı. İlhan Durusel’le, tee o zamanlarda aynı dizide oynamışız, şu işe bak!

Yeni kitabınız raflarda yakın zamanda yerini aldı. Terk Edilmiş Sofralar üçlemesinin ilki olan Hodan nasıl bir kitap? Önceki kitaplarınızla benzer ya da Hodan’ı onlardan farklı kılan nedir?

Söylenecek çok şey var da, bunu söylemek bana düşmez. Fakat bakıyorum, değinecek, saptayacak, sağlama yapacak da kalmadı Ahmet abi. Tartışacak sağlıklı bir “zemin” ya da “merci” de. Ataç, Naci, Fuat artık yok. Elde avuçta olanları da harcadık. Semih Gümüş,’ü, Ömer Türkeş’i, Eray Ak’ı kırdık küstürdük. Dağılmış pazar yerlerine benziyor memleket. Sıkı çoğunluklar, saf tutanlar. Öyle acayip bir zaman. O zaman, çalışsın zaman. Salıyoruz çayıra. Yolunu bulur.

Bir apartman hayal edelim komşularınız edebiyat dünyasından kimler olsun isterdiniz. (Hayatta olan ya da olmayan )

Benimkilere apartman olmazdı, yakışmazdı. İllâ olsun dersek, Anadolu yakasının ilk apartman semti Yeldeğirmeni’ndeki ilk apartman Valpreda (İtalyan) Apartımanı diyeceğim, hani Haydarpaşa garının yapımında çalışan mimar, mühendis ve işçilerin bir arada yaşadığı, rivayet odur ki Levi Kehribarcı’nın garın artan taşlarından inşa ettiği. Şimdi ne durumda bilmiyorum ama biz taşındıktan kısa süre sonra zaten gelir, cânım binayı yıkarlardı. Devlet kapıya dayanmadan önce de üst kat, yan daire, bodrum, çatı, kapıcı dairesi, bütün komşular arasında büyük tartışmalar çıkardı. Haliyle bir apartman yöneticisi de olmazdı. Ne de güzel olurdu.

Yazmak olmasaydı hayattaki meselenizi neyle anlatırdınız?

Yazmak, hayattaki meselemi anlatmak için mi, bilmiyorum açıkçası. Ara toplama baktığımda öyle olmadığını görüyorum. Bir mesele anlatma derdinden uzak, yazmanın dışında kendimce yaptığım başka üretimler de var. Onlar derman aradığım olabilir bak.

Sizce teknoloji edebiyatı nasıl etkiliyor?
İnsan yaşamını etkiliyor, elbette edebiyatı da etkileyecek. Fakat bana göre, kılık değiştirse de edebiyatın içi boşalmaz. Kıpkısa öykü türünün nasıl ortaya çıktığını anımsayalım. Olan insana olur, edebiyata bi’şeycikler olmaz.

Son olarak yeni kitaptan sonra Doğan Yarıcı neler yapıyor?

Aynı anda birkaç şey. Ve bu huyundan bir türlü vazgeçemiyor.

TEILEN
Önceki İçerikTOZ
Sonraki İçerikZAFER (ŞİİR)