Ana Sayfa Vizör Don Kişot’u Dirilten Adam!

Don Kişot’u Dirilten Adam!

Don Kişot’u Dirilten Adam!

Ben Don Kişot, Don Kişot’u öldüren adam! Çeyrek asır önce dünyaya, çevrilmek için geldim!

Terry Gilliam’ın Don Kişot’u Öldüren Adam’ı kuşkusuz bu sözlerle başlamıyor fakat filmin yılan hikayesine döndüğü, çekimlerinin ancak yirmi beş yılda tamamlandığı ve bu bakımdan magazinel bir değer kazandığı da gerçek… Bununla birlikte film de gerçekle hayalgücü arasında gidip gelen yapısını tam bir sürüncemeye inşa ediyor ve filmin karakterleri olmayacak olan‘la, olmakta olan‘ın buluştuğu bir aralıkta sergiliyor eylemlerini.

*

Olmayacak olan’la olmakta olan’ın kesişimini açmaya çalışacağım ama öncelikle konuyu kısaca aktarayım.

Bir reklam setinde açılan Don Kişot uyarlaması, reklam yönetmeni Toby’nin öyküsüne odaklanıyor. Toby (Adam Driver) seneler evvel düşük bütçeli bir öğrenci filmi çekmek için geldiği topraklara bu kez hedefine ulaşmış, reklam dünyasına kapak atmakla kalmayıp çevresinde “dahi” diye çağrılan, pohpohlanan biri olarak dönmüştür. Tesadüfen – yine film boyunca çeşitli vesilelerle karşısına çıkacak- bir çingene satıcıdan (Oscar Jaenada) eski filminin korsan kopyasını edinir. Cervantes’in Don Kişot’unu işleyen ve tamamen yerel olanaklarla kendi halinde bir köyde çekilmiş bu film bir lanet gibi yakasına yapışır. Toby eski günleri anmak için reklam setinden ayrılıp köye vardığında her şeyin değiştiğini görür. Sancho Panza rolünü oynayan kişi ölmüştür, hoşlandığı genç kız (Angelica – Joana Ribeiro) yıldız olmak amacıyla Madrid’e gitmiş ve köydeki barı işleten babasının (Raul – Hovik Keuchkerian) nefretini kazanmıştır. Toby’i bekleyen esas sürpriz ise Don Kişot’tur. Don Kişot rolünü verdiği ayakkabı tamircisi (Jonathan Pryce) rolüyle özdeşleşmiş ve delirerek Yaşayan Don Kişot unvanlı turistik bir malzeme halini almıştır. Film bu karşılaşmanın ardından bir hesaplaşmaya evrilir. Genç Toby reklamcı Toby’nin yakasına yapışır. Toby bu hesaplaşmaya Sancho Panza hüviyetinde katılır çünkü Don Kişot onu sadık silahtarı sanıp himayesine almıştır.

Baştan sona bir “açılma” sorunu yaşayan film bu karşılaşmadan itibaren komediden ziyade trajediye doğru yol alır. Toby bir daha Toby olamaz ve Sancho Panza kimliğini finalde Don Kişot’la değiştirir. Yaşayan Don Kişot’u yanlışlıkla da olsa öldürmüş, özgürlüğüne kavuşturmuştur fakat bu kez deliliğin çemberi kendisini ölümsüz kılmış ve yaşadığı tüm maceralar aklını yitirmesine yol açmıştır.

Don Kişot’un Panza’sı, Sistemin Samsa’sı: Toby Samsa Panza!

Don Kişot’u Öldüren Adam seyirciyi ister istemez beklentiye sokuyor. Terry Gilliam’ın mizahı Don Kişot gibi edebiyat tarihine yön vermiş büyük bir romanla birleşince anlatının gücü nerelere varacak merak konusu oluyor. Ayrıca çeyrek asırda ancak çekilebilmiş oluşu, yapım süreci hakkında belgesel üretilişi filmi efsaneleştiriyor. Oysa Don Kişot’u Öldüren Adam konusu itibariyle serbest uyarlama-çağdaş yorumlama izlenimi uyandıran bir film… Ne denli serbest kaldığıysa tartışılır. Gilliam filmini çekerken hikayenin akışına ve karakterlerine büyük ölçüde sadık kalmış. Örneğin “hana uğrama” pasajı göçmenlerin saklandıkları izbe han üzerinden aktarılmış. Filmden beklenense belki romanı ne ölçüde modernize edebildiği… Bu noktada kuşkusuz göndermelerin derinliği belirleyici oluyor. Don Kişot kime karşı savaşıyordu? Toby kime karşı savaşıyor? Don Kişot’un ülküsü neydi? Toby’ninki ne? Şu kaba hatta biraz ilgisiz gözüken karşılaştırmayı yapmak istiyorum. Franz Kafka’nın Don Kişot’tan asırlar sonra yazdığı malum eserinde Gregor Samsa bir sabah uyanıp kendini dev bir böcek olarak buluyordu. Bu buluş, bu “dönüşüm” bir sürecin ürünüydü fakat Samsa adeta bir mısır gibi patlıyor, birden dönüşüyordu. Samsa bir yenilginin kesin hükmüne ve cismine kavuşmuş ürünüyken Don Kişot başlı başına bir meydan okumaya denk geliyordu. Zira Don Kişot maceraya atılırken dününü ve yarınını da yolculuğuna katıp okuduğu öykülerin, efsanelerin etkisi altında kalıyor, şövalyeliği canlandırma sevdasına kapılıyordu. Samsa sonucu, Kişot başlangıcı imgeliyordu. Gregor Samsa varlığına karşı olanların dünyasında, yerinin olmadığı bir dünyada acı çekiyordu. Don Kişot’un dünyasında bu denli acımasız bir karşıtlık sezilmiyordu. Çevresindekiler onun delirdiğine ikna olsalar bile acıma duyuyor ve nispeten caydırma gayreti sergiliyor, zabitlik üstleniyorlardı.

Don Kişot yel değirmenlerini savaşılması gereken devler görürken Gilliam’ın filminde bu devleri/değirmenlere yahut zabitleri kimlerin temsil ettiğini kestirmek güç olmuyor: görgülü-görgüsüz kapitalistler, bir diğer ifadeyle servetlerine dayanarak tüm insani ilişkilere tahakküm kuranlar ve gönlünü sistemin değirmenine kaptırmış yardakçıları!

Altın ve Dulcinea’ya Aynı Mesafede, Aslen ve Vekaleten

Toby’nin macerasını ikiye ayırırsak; ilkin Sancho Panza kimliğinde bir “Gregor Samsa yoksunluğu” yaşadığını öne sürebiliriz. Toby reklam sektöründe zirveye tırmandığı on yılın bedelini Samsalaşarak, gençliğine, heyecanlarına yabancılaşarak ödüyor ve kendini bir anda Sancho Panza olarak buluyor. Panza ise bir eşlikçi… Panza belki değirmenlere su taşıyan bir görevli, sistemin bir parçası. Görevi Don Kişot’un aşırılıklarını yönetmek… Don Kişot, başka bir dünya hayal edemediğinden dolayı küçümsediği muhafazakar Panza’ya küçük bir krallık vaat ediyor. Bu “küçük krallığı” Samsa kimliğinde yitirilmiş öz saygının yeniden kazanımıyla, insanlaşma mücadelesiyle de örtüştürebileceğimizi düşünüyorum.

Toby’nin macerası olgunlaştığındaysa “başka bir dünya tasavvuru” devreye giriyor ve Panza’dan Kişot’luğa sıçranıyor. Bu sıçramada kapitalizm ve kariyerizm eleştirisi öne çıkıyor. Aslında tek bir sahne filmi özetlemeye yetiyor. Toby handan çıktığında bir hayvan cesedi üzerinde altın para buluyor ve yaşadığı onca şeyi unutarak ganimetine sarılıyor. Toby’nin altın görünce tuhaf ve gönülsüz macerasını dahi unutması, bir dönem keyifle sürdürdüğü amatörlüğü reddedişini anımsatıyor. Daha sonra zengin Rus’un şatosunda altınların hırdavat olduğunu kavrasa dahi sonuç değiştirmiyor, geriye hayal kırıklığı ve “iş işten geçmiş” duygusu kalıyor. Toby on yıl önce tam da aynı refleksi gösterdiği için mutsuz bir yaşama sürüklenmiş, yaratıcılığı sürekli körelmiş.

Bir başka sahnede Don Kişot, zırh kuşanmış iri yarı bir şövalyeye meydan okuyor; dövüşüyorlar ve talihinin yardımıyla Kişot galip geliyor. Bu iri kıyım şövalyenin köyden Raul olduğu anlaşılıyor. Raul, on yıl önce film çeken Toby’nin gözünde, hoşlandığı genç kızın korkutucu babasıdır. Toby on yıl önce bu adamla karşı karşıya gelmekten çekiniyor fakat Don Kişot için bu korku değersiz çünkü o egemen aklın ve öğretilmiş çekincelerin çiğnendiği bir iradeyi kılavuz belliyor. Filmin sonunda Toby’nin gözüne yeni Sancho Panza olarak gözükse de Angelica bir nevi Dulcinea kimliğine bürünüp erişilmez payesine yükseliyor. Toby vekaleten dahi olsa Raul’un karşısına Don Kişot’u çıkarabiliyor.

Zaten Don Kişot’u Öldüren Adam’ın hemen her sahnesinde bir vekalet durumu belirgin… Kişot-Panza ilişkisi, Dulcinea (ideal coşku/ideale duyulan özlem) ve Malambrino (maskeli kötülük) göndermeleri asil-vekil bağını, gerçek düş çatışmasının desteğiyle kuruyor.

Çizgisel Fantastik Bir Düzlemde Sonsuz Anlatı

Gilliam’ın filmi için, olmayacak olan’ın, olmakta olan hali almasıyla şekillendiği yorumu yapmıştım. Bu basit tarif bir yönüyle absürd anlatının temellerine uzanırken öte yandan anaakım anlatının çizgilerine de uyum sağlayabiliyor. Don Kişot’u Öldüren Adam’da akıl almaz tesadüfler, absürt kovalamacalar, gerçeküstü duyumlar romandakine benzer üslupla gerçekçi bir imkandan nasiplenerek yoğuruluyor ve çıkışsız bir dünya elde ediliyor. Filmde pek fazla sürprize rastlayamıyoruz, daha doğrusu bir sonraki sahnenin güldürmekten ziyade hüzünlendirmeye hizmet edeceğini çok geçmeden anlıyoruz. Bana kalırsa filmin özgün metni karşısına almayıp pek serbest bir nitelik kazanmayışını fakat aynı ölçüde güncel yorumlar arayışını bu anlatım tarzından kestirmek mümkün.

Fantastik (denebilecek) malzemenin çizgisel anlatımı dünya sinemasında her zaman rağbet gördü diyebiliriz. Yakın bir örnek olarak yine romanlardan uyarlanan Yüzüklerin Efendisi serisi kapalı (çizgisel) bir dünyayı, –Orta Dünya– Hollywood sınırlarında betimlemişti. Aynı mantıkla Star Wars vb. filmlerin bilim kurgu vasfı edinemeyerek uzay operası/uzay westerni biçiminde anılmasında kalıpların değiştirilmeyişinin payı yadsınamaz.

Don Kişot’u Öldüren Adam da başlıyor, gelişiyor, Don Kişot’un ölümüyle sona yaklaşıyor ve finalde yolculuk at üstünde yeni bir Don Kişot ile tamamlanıyor. Bu çizgisel akış Gilliam’ın filminde belki avantaja dönüşüyor. Gilliam hiç ters köşe yapmayarak ters köşe yapıyor. Filmin bir türlü açılamayışının ve sürünceme hissinin de böyle açıklanabileceğini düşünüyorum. Seyirci filmdeki dünyanın bir yerden kırılmasını, hesaplaşmanın çarpıcı gerçekleşmesini, nihayetinde alışılmış hayata dönülmesini bekliyor fakat serüven hiç hasar almadan belli bir tempo izleyerek sürüyor. Toby’nin Panza’lıktan Don Kişot’luğa geçişi de o delilik çemberine karşın döngüsel değil çizgisel bir anlatı öğesi olarak dikkat çekiyor.

Gilliam’ın ve elbette filmin çeyrek asırdır devam eden yolculuğu gün batımına doğru sürülen bir at ve eşekle “son” buluyor. Sanırım filmimizdeki tek “gerçeklik” de bu sonun sonsuzu barındırması ve Don Kişot’u dirilterek düşlerin galibiyetine bir fırsat daha sunması…

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl