Ana Sayfa Röportaj DURMUŞ AKBULUT: “BEKÇİ FİLMİMDE, RESME OLAN İLGİMİ SONUNA DEK GÖSTERDİM.”

DURMUŞ AKBULUT: “BEKÇİ FİLMİMDE, RESME OLAN İLGİMİ SONUNA DEK GÖSTERDİM.”

DURMUŞ AKBULUT: “BEKÇİ FİLMİMDE, RESME OLAN İLGİMİ SONUNA DEK GÖSTERDİM.”

Senarist-Yönetmen dostum Durmuş Akbulut’u, “bir ayrıntı işçisi olarak” tanımlamak yanlış olmaz. Resim, edebiyat, senaryo alanları üzerine kendisiyle yapılan bir söyleşi sırasında şunları söylüyor: “Sinema edebiyatın en zeki çocuğu, resmin asil kardeşi, mimarinin yakın akrabası, sosyolojinin sıkı dostu, psikolojininse tedaviye en iyi cevap veren hastasıdır.” Akbulut’un bu tespitine katılmamak elde değil. Ressamlar üzerine yaptığı belgesellerin yanı sıra, 52 bölümlük ‘Ressamın Gözü’, 78 Bölüm ‘Sinemanın İlkleri’ şimdiden sinema ve resim alanı içerisinde yapılmış ‘kült’ çalışmalardır.

Bekçi filmi Durmuş Akbulut’un ilk uzun metraj film çalışmasıdır. Filmi izleyince göreceksiniz ki Bekçi, ilk filmin olmasının çok ötesinde bir yerlerde duruyor; duygusundan atmosferine, renklerinden ışığına, sesinden kahramanların jestlerine kadar ‘yönetmen sineması’nın bütün unsurlarını, Bekçi filmi kendi bünyesinde barındırıyor.

Tabii ki bundan sonrası, söz izleyicinin! Ama benim kararım kesin ve net: Dünyaya hızla hepimizi iliklerimizden, ruhumuza kadar işleyecek bir BEKÇİ geliyor.

Bekçi filminiz, Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde ve Ankara Uluslararası Film Festivali’nde yarışmalı bölümlere seçildi. Oraya gelmeden önce sizi biraz tanıyabilir miyiz?

Sinemadan önce Dokuz Eylül Üniversitesi Fransız Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde dil ve edebiyat okudum. Daha sonra Fransa’da, Lyon’da sinema eğitimi aldım. Plastik sanatlara olan merakım da orada başladı. Özellikle resme. Resim yorumlarına ait birkaç kitap yazdım. Ülkemizin tanınmış ressamlarına ait belgesellere imza attım. Devrim Erbil, Adnan Çoker, Kezban Arca Batıbeki gibi çok sayıda ressamı izleyiciyle buluşturdum. Bunların yanında, TRT Türk için 52 bölüm ‘Ressamın Gözü’ adlı kısa belgesel serisini yazıp yönettim. Aynı şekilde yine TRT için 78 bölüm ‘Sinemanın İlkleri’ adlı seriyi yazıp yönettim. Kısacası, sinemayla resmi hep atbaşı götürmeye çalıştım; hala da devam ediyorum.

Kitaplarınızı, belgesel film çalışmalarınızı takip ediyoruz. Bekçi filminin senaryosunu yazmaya karar verdiğiniz anda film hakkında ne düşündünüz?

Bekçi aslında, resmin ve edebiyatın içinden süzülerek geldi. Her iki sanat da benim için vazgeçilmez. Dolayısıyla, tüm bunların etkisini filmde de yansıtmamak olmazdı. Bunu bilinçli yaptığım gibi, kendiliğinden de gelen bir durum oldu aslında. Bekçi’nin öyküsünde güçlü bir Çehov etkisi var. Ama Çehov’la, Giovanni Papini’yi tek potada eritmek filmi bambaşka bir noktaya taşıdı. İnce mizahın yanında, gotik etkiler taşıyan fantastik izler Bekçi’nin omurgasını oluşturdu. Senaryo bittiğinde, aslında, nasıl bir filmin ortaya çıkacağını az çok tahmin edebiliyordum. Ama şimdi, itiraf etmem gerekirse, film, senaryoyu tamamladığım anda hayal ettiğimden epey farklı noktada duruyor. Mekan ve oyunculuk çok şeyi değiştirdi.

Yazdığınız kitaplardan özellikle, “Resim Neyi Anlatır” kitabından resim/ressamlarla olan ilişkiniz çok iç içe. Bekçi filminizde de, bir ressamı kıskandıracak kareler var. Burada şunu sormak istiyorum, Bekçi filminde, asıl ressam kim? 

Resim Neyi Anlatır, kitabım gerçekten Türkiye’de bir ilkti. Bunu zaten yazdılar. Ben akademisyen ya da sanat tarihçisi değilim; bu yüzden, bu kitapta yaptığım şey sadece yorumdu. Tek bir resmi alıp önce parçaladım; sonra parçaları yeniden birleştirdim. Yorum, parçaların birleşme şeklindeydi. Yani bir şeyin ne olduğunu değil, nasıl olduğunu gösteriyordum ve bunu baştan sona öznel bir bakışla yapıyordum. Bunda aslında Roland Barthes’ın ve elbette John Berger’in etkisi büyüktü. Aslında yaptığımın, sinemayla organik bir ilişkisi vardı. Her resim yorumunda okura farklı bir kurgu sunuyordum ama sonuç hep aynıydı. Yani, Umberto Eco’nun dediği gibi, “ormandan denize çıkan yolu bildiğiniz halde, bilerek farklı yollara sapıp yine aynı yere çıkmak” hazzı çeşitlendirir; sıradan hayata kurgu katar.. Sinemada da sıradan vakaları öykü haline getirirken bunu yapıyoruz aslında; zamanı bozuyoruz, estetize ediyoruz ve aynı sonuca farklı yollar/hazlar ekliyoruz. Sanatın özü de bu zaten… Bekçi filmimde, resme olan ilgimi sonuna dek gösterdim. Gündüz sahnelerinde izlenimci ışığı ve tonları kullanmaya çalıştım; gece-iç sahnelerde de barok ışığın gücünden yararlandım. Hatta salt barok ışığı kullanabilmek için, iç mekanlarda elektriği kestirdim. Yani öyküye bunu yedirdim. Elektrikler birden gidiyor ve oyuncu gaz lambası yakmak zorunda kalıyor. Yüze yansıyan kızılımsı kor ışığın gücünü çok severim. Bunu nereden biliyoruz; Caravaggio’dan, Georges de la Tour’dan hatta Rembrandt’tan… Daha da ileri gittim; bir rüya sahnesinde, Füssli’nin “Kabus” adlı resmini neredeyse birebir canlandırdım. Bekçi’nin bir türlü kurtulamadığı kabusu, genç kız ve at kafası filmin öyküsüne birebir uyuyordu. Şimdi, filmdeki asıl ressam ben miyim, karar izleyicinin. Ama sırtına yaslandığım ressamlar ortada…

“Bekçi filmimde, edebiyattan, resimden, psikolojiden süzülmüş bir dili denemeye çalıştım.”

Bekçi iki festivale yarışma filmi olarak seçildi. Şunu merak ediyorum; filminiz, hayatın neresinde duruyor?

Bu sorudan önce bir şey belirtmem izin verin. Bekçi’de, kesinlikle bir dil denemesi yaptım. Benim kendi dilim bu. Edebiyattan, resimden, psikolojiden süzülmüş bir dili denemeye çalıştım. Bence bu çok önemli. Sizi ayıran da bu olacaktır zaten. Bu konuda da ısrarlıyım. Bazılarına anlamsız, anlaşılmaz hatta saçma gelebilir. Ama diğer filmlerimde de benzer dil ortaya çıktığında kendi yolunu bulacaktır…

Evet, Bekçi Uluslararası İstanbul Film Festivali’nde ve Ankara Uluslararası Film Festivali’nde yarışıyor. Sonuç ne olur bilemem ama seçilmek bile güzel bir duygu. Görünür olmak. Bekçi, ne klasik bir öyküye/öykülemeye, ne de olay örgüsüne dayanmıyor. Çok daha minimal şeyler üzerinden ilerliyor. Şunu açıkça söyleyeyim; Bekçi, toplumsal hiçbir yaraya parmak basmıyor. Bu tabirden ve bunu yapmak zorunda olmaktan kesinlikle nefret ediyorum. Neden her film görünür bir yaraya parmak bassın ki? Filmin, sanat yapıtlarının varlık nedeni asla bu olamaz. Ama, izleyici bunu alır, hayatının bir yerine koyar. Belki de kendinde olan bir yaraya karşılık gelir. Benim için bu önemli. Allah aşkına, Bresson’un Köy Papazı hangi toplumsal yaraya parmak basıyor? Ama var mı, var. Sanatçı, eserini üretirken elbette kişiliğini ortaya koyar. O kişilik nerede şekillendirmiştir peki? Toplumun içinde. Demek ki toplumsallık zaten eserin içinde var. Bunu bir de göstermeye soyunmak sanat eseri adına çok iyi sonuçlar vermeyebilir. Ama Bekçi hayatın neresinde, illa görmek istiyorsak; küçük bir arkeolojiyle bunu söyleyebilirim. Bekçi’nin kendisi, hayatın olabilecek en sıradan insanı. Ama içine girdiğinizde hiç ummadığınız bir karaktere tosluyorsunuz. Vicdan azabı çeken; umulmadık şekilde şiddete bel bağlayabilen; geçmişte zoofilik sorunları olmuş, annesini yanlışlıkla av tüfeğiyle öldürmüş ve bu travmadan hiç kurtulamamış bir karakter… Anadolu’da hatta Akdeniz coğrafyasında yaygın bir insan tipi… Bekçi işte hayatın tam burasında; her yerinde.

“Bekçi filmimin asıl gücü, zaten baştan sona atmosfere dayalı bir film olmasıdır.”

Yönetmen olarak, oyuncu kıstaslarınız üzerine neler söylemek istersiniz? Buradan yola çıkarak şunu da sormalıyım; görüntü yönetmeni olarak Serdar Özdemir, Kurgu olarak Aziz İmamoğlu, ses olarak Tolga Turgay Uygur’la çalışıyorsunuz. Bu tercih konusundaki nedenleriniz üzerine neler söylemek istersiniz?

Çalıştığım oyuncular genelde tiyatro kökenli. Bu elbette kendiliğinden olmadı; tiyatroya yakınlığım bir şekilde onlarla tanışıklığı getirdi vesaire… Ama tiyatro kökenli oyuncularla çalışmanın benim için ilk başta şöyle bir dezavantajı oldu; oyuncuyu eğip bükmek, teatrallikten kurtarmak yani sadeleştirmek epey zorladı. Ama bir kez bunu başarınca, inanılmaz bir aktör çıkıyor karşınıza. O zaman da hem ben hem de ekip rahatlıyor; şevkle çalıyor… Israrla çalıştığım ve çalışmaya devam ettiğim, sorduğunuz üç arkadaşıma dair net bir cevap vereceğim. Serdar Özdemir, tanıdığım en dinamik görüntü yönetmeni; resim bilgisi kesinlikle çok iyi ve birçok konuda kafalarımız çok uyuşuyor. Bir yönetmenin arayıp da bulmadığı şey! Aziz İmamoğlu, bence Türkiye’nin en iyi kurgucularından biri. Öneriyle gelen, kurguya dil katan ve farklı alternatifler sunan biri. Tolga Turgay Uygur’a gelince. Birincisi, sesçi olarak müthiş bir disipline sahip. Alman disiplini. Gerçekten. Zaten Berlin’de yaşıyor. Filmin tüm ses tasarımı da Berlin’de yapıldı zaten. Tolga, tanıdığım en kibar ve en nezih insanlardan biri… Bekçi filmimin asıl gücünü de, zaten baştan sona atmosfere dayalı bir film olduğu için, ses tasarımını muhteşem yaparak gösterdi. Onunla her zaman çalışırım.

Geçtiğimiz aylarda, Türk sinemasının ve tiyatrosunun önemli bir oyuncusu Turan Özdemir’i kaybettik. Bekçi filminde kendisiyle çalıştınız. Bu konu da neler söylemek istersiniz?

Turan abiyi yirmi beş yıldır tanırdım. Geçen Ocak ayında kaybettik. Işıklar içinde yatsın. Çok özlüyorum… Bekçi, onun ikinci başrol filmi. Genelde komik karakterlerle özdeşleşmiş birini, Bekçi gibi trajik-travmatik birine dönüştürmek kolay olmadı elbette. Ama birlikte uzun uzun çalıştık. Benden habersiz psikologlarla görüşmüş… İşte bu oyuncu sorumluluğu. Turan abi bunu yapıyordu. Muhakkak tiyatrodan gelme bir disiplinle yaptı bunu ama muhteşem yaptı. Filmin bir sahnesi hariç tüm sahnelerinde var. Oyunu hiç düşmedi. Bu büyük bir başarı. Onu çok özlüyorum, çok üzülüyorum… Ama sevincim, onu bu filmle ölümsüzleştirmiş olduğum.

Film Hakkında

BEKÇİ

Bir Gece Masalı

İde Yapım’ın yapımcısı olduğu, Durmuş Akbulut’un senaristliğini ve yönetmenliğini yaptığı BEKÇİ filmi 37. İstanbul Film Festivali’nde ‘Seyfi Teoman En İyi İlk Film Ödülü Yarışması’nda olmasının yanında film, Türkiye prömiyerini yapıyor.

BEKÇİ, filminde geçtiğimiz aylarda kaybettiğimiz Türk sinema ve tiyatrosunun önemli oyuncularından Turhan Özdemir’i Salih rölünde izleyeceğiz. Salih, bir kasaba mezarlığında gece bekçiliği yapmaktadır. Her gün, akşamüstü, bekçi kulübesine gelip sabah gün doğmadan geri dönmektedir. İlerlemiş yaşına rağmen yaklaşık iki kilometrelik yolu her gün, aynı rutinle kat etmektedir. Yıllardır yaptığı iş nedeniyle kendi içine kapanmış, gerçek yaşamdan kopmuştur. Kasaba yolunda yaşadıkları, gece kulübeye gelen tuhaf adamlar ve her gece rüyasına giren genç bir kız, bekçi Salih’te derin bir paranoyaya dönüşmüştür. Gerçekle gerçekdışı birbirine karışmıştır… Ta ki sabahın ilk ışıklarına dek… BEKÇİ, Anton Çehov’un ince mizahı ve Giovanni Papini’nin fantastik karakterlerini birleştiren barok bir masal anlatıyor.

BEKÇİ filminde; Turan Özdemir’in yanı sıra, Serhan Süsler, Koray Ergun, Uğur Karabulut, Pelin Ermiş, Fırat Turgut, Engin Çelik rol almaktadırlar.

BEKÇİ filmi, 37. İstanbul Film Festivali’nden hemen sonra Ankara Uluslararası Film Festivali’nde yarışmalı bölümde yer alacak sonrasında da ulusal ve uluslararası yolculuğuna, film festivallerinde devam edecek.

Filmin Künyesi:

Yönetmen ve Senarist: Durmuş Akbulut

Türkiye/2017/DCP/Renkli/91´/Türkçe; İngilizce altyazılı

Görüntü Yönetmeni: Serdar Özdemir

Kurgu: Aziz İmamoğlu

Özgün Müzik: Emin İnal

Oyuncular: Turan Özdemir, Serhan Süsler, Koray Ergun, Uğur Karabulut, Pelin Ermiş, Fırat Turgut, Engin Çelik.

Yapımcı: Elçin Çelik

Yapım Şirketi: İde Yapım

Dünya Hakları: İde Yapım e-mail: info@ideyapim.com

Web: www.bekcifilmi.com

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl