Ana Sayfa Vizör Ekranda Şiddet: Haftaya Aynı Gün ve Saate Randevu Veren Canavar

Ekranda Şiddet: Haftaya Aynı Gün ve Saate Randevu Veren Canavar

Ekranda Şiddet: Haftaya Aynı Gün ve Saate Randevu Veren Canavar

Televizyon yazmayı sürdüreceğim. Dizilerin genel durumuna dair naçizane tespitlerde bulunacağım bu yazıda kimi eğilim ve değişimlerin altını çizmeye çalışacağım. Öncelikle her ikisi de televizyona, televizyon anlatısına has anlatıların çekişmesini ele alalım: internet dizileri ve cam ekranın (çok kanallı platformların) daveti… Ülkemizde, malum, alışmadık iç çamaşırın giyilen vücuda uygunluğu dikkate alınmaz. İnternet platformlarının ABD’deki yaygınlığını ithal ettik. Ettik etmesine de bir kez daha bazı noktaları ıskaladık. Söz gelimi ABD televizyon seyircisi çok güçlü bir seyircidir. Hani birleşseler ve aynı anda zıplasalar korkarım dünya yörüngesinden sapabilir! Şaka bir yana her gücün karşıtını da güçlendirerek yükselttiği diyalektik bakışı önemsediğimiz takdirde Hollywood’un bir dönem televizyona mağlubiyetini geçiştiremeyiz. Türkiye’de ilk yayın denemeleri yapıldığı sıra ABD’de büyük bir gösteri dünyası savaşı verilmekteydi. 60’ların ikinci yarısında Hollywood Rönesans’ı geldi. Hollywood; setlerden çorak topraklara, uzun geniş yollara; şehirlere, sokak aralarına çıktı. Bu önemli değişimin paralelinde ülkemizde yeni yeni ancak Vizontele filmine konu olacak gelişmeler yaşanıyordu. Biz hep birkaç adım geriden izledik gelişmeleri. Bizim 60’larımızda ise sinema büyük şehirlerde devasa salonlarından kasaba açık salonlarına değin müthiş bir rağbet görüyor ve Yeşilçam, bir sokak merkezli işletmeler etrafında yerel zenginlerin finansörlüğünde büyüme eğilimi gösteriyordu. 

Günümüzde haberleşme imkânları geniş diye her yeniliği yahut her trendi taklit etmeye kalktığımızda yüzümüze gözümüze bulaştırma ihtimalini doğru hesaplayamıyoruz. Bu kopyala yapıştır algımızda evrime inanmayışımızın da büyük bir payı olduğunu düşünüyorum ancak konumuz bu değil.

Yeniden meseleye dönersek ABD televizyon seyircisi özelleşmiş bir seyircidir. Çünkü ABD bir federatif devlettir, eyaletlerin tepesindedir. Her bir eyalet farklı sosyokültürel yaklaşımların kontrolünü şart koşmaktadır. ABD TV seyircisinin birkaç anlamda özelleştiğini ve ayrıştığını öne sürebiliriz. Eyaletler bazında, kanallar bazında ve tematik bazda… Türkiye’de ‘‘aval aval bakılan’’ garaj mezadı gibi programlar ABD’de başka bir aval aval seyrin merkezindedir. Türkiye’de şaşkınlıkla bakılan programlar -esasında tematik diye pazarlanan programlar- ABD’de hayranlıkla yahut kör alışkanlıkla, mecburiyetten türemiş bir budalalıkla izlenmektedir. Şöyle de izah etmek mümkün… Amerikan toplumu tüketerek var olduğundan tüketilecek şeylerin hiç tükenmemesi görüntülerin ve yanılgıların rotasyonuna bağlanmaktadır. Tematik baza bir çentik daha atıp periyotlar belirleyebiliriz. ABD televizyonları şenlik kutlarlar: Superbowl, Christmas vs. Türkiye’de diziler, ithal diziler dolayımında denenen internet yayıncılığı ne ölçüde başarılı oldu, tartışılır. Ancak ilk raundun galibine televizyonu yazabiliriz. İnternette en çok tutan dizi olma iddiasındaki ‘‘Fi Çi Pi’’ serisi bir özel televizyon kanalında yayınlanacak. İnternette yayınlanan bölümlerin tekrarının yayınlanacak olması başta zaferi internet yayın anlayışına mal ediyor görünse de son sözü bir TV kanalının söylemesi büyük balık-küçük balık yahut kürk-kürkçü dükkânı ilişkilerini anımsatıyor.

Uzun Süreli (140 +) Dizilerde Şiddet Kutsanıyor mu Yoksa Suistimal mi Ediliyor?

Bu başlıkta meseleyi ikiye ayırmak istiyorum. Her dizide silah, kan görüyoruz ancak hepsinde birden şiddetin kutsandığı görüşünü savunmuyorum. Esasında hiçbirinde şiddetin kutsandığı sonucuna varamıyorum. Dizilerimiz artık şiddeti suiistimal seviyesine tutunma gayreti sergiliyorlar. Şiddet uygulanması ve silah kullanımı, cana-mala zarar, yaralama, kasten öldürmeye teşebbüs nerdeyse her anlatının vazgeçilmezi haline geldi. Bu vazgeçilmezi bir sigorta biçiminde ele alabiliriz. Bir öykünün yeterince ilgi çekeceği düşünülmüyorsa akla gelen ilk sos şiddet oluyor. Öyküye döküyorlar şiddet içeren sahneleri, şiddetle adalet sağlanıyor, iyi-kötü çatışması karşıtı yok etme mantalitesine dayandırılınca tüm sıkıntılar giderilmiş oluyor. 

Öte yandan yaklaşık bir yıldır Güneydoğu’da yaşanan çatışmalar üzerine inşa edilmiş nice dizi izledik, izliyoruz. Bu dizilerde bol miktarda zırhlı araç, kamuflaj, devlet gücü belirtisi, resmi üniformalar görüyoruz. Milliyetçi bir çizgi ve iyi-kötü keskinliği bir hayli belirgin…

İkinci bir damar TRT dizileri biçiminde anabileceğimiz tarihi kostümlü dramalar. ‘‘Tarihi değiştirme’’ kaygısıyla çekilen bu dizilerde hemen her döneme rastlamak mümkün… Türk Tarihi, Türk-İslam Tarihi, Osmanlı son dönemi… Ne ararsak rastlıyoruz.

Üçüncü damar, mafya-çete dizilerinin mirasını paylaşmak için reytinge talip oluyorlar. İçlerinden en güçlüleri Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz dizisi… Yine aynı kanalda gösterilen Bahtiyar Ölmez dizisi zayıf ve Kertenkele dizisinin ruhen devamı pozisyonunda…

Çukur dizisi geniş oyuncu kadrosu ve müzikal zenginliğiyle geldi. Her bölümde rap müzikten Anadolu folkloruna içkin türlü parçalar çalıyor dizide. Ancak Çukur’da da hem karakter sayısı haddinden fazla hem hikâye çok karışık… Çukur dizisi İçerde dizisinin takipçisi niteliğinde… Bu dizilere yönelik birkaç detaya daha değineceğim fakat iki başlığa yoğunlaşmak istiyorum. Salı akşamlarını parselleyen kadın entrika ve erkek iktidar savaşı dizilerinin rekabeti… Diğer taraftansa bir Karadeniz dizisinin günümüzde nasıl pazarlandığı?

Kadın Entrikayla Erkek Silahla Eş Tutulur ve Var Edilirken

Salı akşamları bir kanalda bir ABD dizisi uyarlaması olan Ufak Tefek Cinayetler’i izliyoruz; bir öteki kanalda ise Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz’ı. Eşkiya, Kurtlar Vadisi’nin yayından kalktığı bir dönemde bu dizinin ilk yıllarındaki mafya anlatımını son derece güçlü sunuyor. Kurtlar Vadisi’nin ilk sezonları yani iki binlerin başlarında diziler bu denli hantal değildi. Daha hareketli anlatılar seyrediyorduk. Üstelik Necati Şaşmaz oyunculuktan bihaber gezinirken bile çatışmalı sahnelerin sayısı günümüze oranla yüksekti. Eşkiya dizisinde çatışma, vurdu kırdılı sahne artsa dahi çatışmalı anlatı geri çekildi. Hantallık silahların gölgesinde yahut namlusunda ama hep aynı çerçevede dizileri esir alıyor. 

Uzun süreli mafya dizilerinde her karede bir silahın patlaması görünen köyü gözlerden kaybetmiyor. Eşkiya dizisi de hantal bir dizi ama kendini izlettiriyor. Neden? Kurtlar Vadisi’ni başarısızlığa sürükleyen bir etmeni iyileştiriyor da ondan! Eşkiya dizisi dengeyi doğru kuruyor. Mafya anlatılarında aileler olmak zorundadır! The Godfather’ın remake serisinden itibaren bu artık böyledir. Popüler Sopranos dizisine bakalım veya Sicilya mafya geleneğini işleyen tüm anlatılara… Aileler daima ön plandadır ve Aile Her şeydir! Breaking Bad’de Meksikalı uyuşturucu kartellerinin aileyi vurgulaması ve Amerikalı başkarakter Walter White’nin asıl içe dönük problemi karısı ve oğluyla dahası dedektif hısım akrabasıyla yaşaması tesadüf değildi. Mafya dizilerinde yalnızca silah sıkarsanız kurmacayı köpürtmüş olursunuz ve seyirci kurmacadan sıkılmaya hep meyleder. 

Kurtlar Vadisi’nin ilk sezonlarında birden fazla aile vardı. Bunlardan biri (Polat Alemdar’ınki) muhafazakâr, bazıları racona göre bir ağırlıkta, bazıları uçarı kaçarıydı ya da alışılagelmiş aile kalıplarının dışına taşıyorlardı. Mafya ailelerini edepli bir düzenle hemhal çizmek risktir. Seyirci düzenin ayrıştırıcı vasfından bihaber sayılmaz. O yüzden Eşkıya’nın ailesi geleneksel, düzene dair kaygı ve yaşam kalıplarına göbekten bağlı olsa da sivri hatlar sunmaktan geri durmuyor. İlginç bir şekilde mafya reisi Hızır’ın eşi Meryem evde baskın figürü canlandırıyor.

Eşkıya’da ailelerin durumu buyken karşısına konulan Ufak Tefek Cinayetler’de çürümüş burjuvazinin bir siteye (Sarmaşık’a) sıkışmış dalaverelerini izliyoruz. Bu diziye tamamen kadın çekişmesi hâkim ve dizinin izlenirliği kadınların çevirdiği dolaplara bağlanmış. Öyleyse şunu söyleyecek miyiz? Eşkiya, erkek seyirciye; Ufak Tefek Cinayetler ise kadın seyirciye dönük yayın yapıyor. Bunu söylemektense şunu söylemeyi yeğlerim: bu iki dizi toplumun iki kesimine sesleniyor. Orta üst sınıflar ve aileler ile alt sınıfa tabi muhafazakâr geleneksel seyirci. Zira Ufak Tefek Cinayetler gerek introsu gerek günlük çekişme ve çekiştirme ihtiyacını dedikodularla karşılaması itibariyle Batı’ya öykünen bir yapım. Batı’dan uyarlanmasının etkisi elbette yadsınamaz.

Benzer bir introyu ve doku uyuşmazlığını ‘‘Monk’’ uyarlaması Galip Derviş dizisinde de deneyimlemiş, sezinlemiştik.

Eşkıya’da erkekler savaşıyor, Ufak Tefek Cinayetler’deyse kadınlar… Eşkıya’da eşkiya bayağı dünyaya hükümdar fakat Ufak Tefek Cinayetler’de cinayet yok; buna karşılık cinayet sebebi çok! Eşkiya sınırları aşıyor, Ufak Tefek Cinayetler sabırları sınıyor, aklı zorluyor. Tüm bu ayrışmalar alıcı kitledeki beklenti ve talepleri değiştirse bile özün korunduğuna tanık oluyoruz. Eşkiya Dünyaya Hükümdar Olmaz’da mevcut siyasi iktidara destek, illegal silahlı kuvvetlerin istihbarat servisiyle ilişkileri ekseninde devlet düşmanlarıyla mücadele enstrümanı haline geliyor. Şiddet ekrandan taşıyor ancak Ufak Tefek Cinayetler’in şiddetten büsbütün bağımsız bir yapıda ilerlediğini, sırf akıl oyunlarının ön planda tutulduğunu iddia etmek güç… Psikolojik bir şiddete bulanıyor ekran bu kez ve şu mesaj veriliyor laik seyirciye: belli bir zekâ ve algı çıtasının üzerine seslenerek şiddeti entrikalar düzeyinde sabitleyelim. Bu yönüyle Ufak Tefek Cinayetler, Fazilet Hanım ve Kızları dizisinden ayrılıyor. Yine bir uyarlama Umutsuz Ev Kadınları (2011) ve geçtiğimiz sezonlarda yayınlanan Güllerin Savaşı dizilerinin çizgisini de aşıyor. Her karakterin kötücül taraflarının sivrildiğini not ettiğimizde umutsuz bir şamatanın, kirli ve küçük hesapların, statü savaşının, ayak oyunlarının propagandasıyla yüzleşiyoruz. Dizinin salı akşamı eril şiddetinin adeta ekrandan fışkırdığı bir dizinin tam karşısına yerleştirilmesini zaten başka türlü nasıl açıklayabiliriz?

Bir Tuhaf Karadeniz Dizisi: Sen Anlat Karadeniz

Evvela Sen Anlat Karadeniz bir Karadeniz dizisi falan değil. O kültürel yapıdan beslenmiyor, istismar ediyor ve yine erkek şiddetinin yükseltildiği, reklam edildiği bir anlatıyı harmanlıyor. Daha ilginci dizi, ilk bölümü yayınlandığında, kadına şiddet sahnelerinin abartılı (özendirici ve pornografik) aktarımı ile tepki toplamıştı. Başroldeki kadının bir el parmağının kırılışı, zengin bir adam tarafından sistematik, şiddet, taciz ve tecavüze maruz kalması ‘‘objektif, olanca gerçekliğiyle’’ resmedilince şiddetin can yakıcı bir boyutta reyting avcılığına anahtar eylendiğini gördük. Sen Anlat Karadeniz güya kadına yönelik şiddete dikkat çekecek, diğer yandan Karadeniz insanının mertliğine, deli doluluğuna yaslanacaktı.

Bu niyetlerin çözülüşünü fark etmemiz gecikmedi. Sen Anlat Karadeniz açıkça silah düşkünlüğüyle nam salmış ve büyük şehirlere ciddi göç vermiş bir mahalli kültürün övücülüğünü ve aklayıcılığını, açıklayıcılığını üstlenmişti. 

Tuhaflığına bu noktadan sonra değinebileceğimizi umuyorum. İki binlerin başında Nejat İşler ile Şevval Sam’ın başrollerini paylaştığı Gülbeyaz (2002) gibi diziler Karadeniz folklorunu, balıkçılığı pek başarılı sayılamayacak bir şive kullanımıyla birlikte, tüm hataları yanlarına rağmen topluma tanıtmayı, sevdirmeyi amaçlıyordu. Ticari işin doğası gereği başat amaç elbette reyting toplamaktı fakat dizi salt Karadenizlileri ekran başına çekmek için çekilmiyordu. Sen Anlat Karadeniz ise bir dayatmaya dönük geliyor diyebiliriz: Karadenizliler izlesinler ve gururlansınlar! Ortaya serilen eser pek iç açıcı sayılmasa da dizinin yapımcıları kendilerinden eminler.

Kadına şiddetin eleştirildiği bir diziyi erkek korumacılığı ve ahlakçılığına bina ediyorlar. Eleştirel bir bakışın ilgi çekmeyeceğini, ilgi çekmek bir yana yadırganacağını gayet iyi biliyorlar. Popüler ahlâk kendi doğrularından şaşmıyor!

Günlük Taze Diziler ve Yeni Başlayanlar

Son olarak günlük diziler hakkında birkaç şey söyleyeceğim. Hafta içi haber bültenlerinden önce yayınlanan günlük dizilerimiz esasında TRT kökenliydi, sonra özel kanallarda pıtrak gibi çoğaldılar ve uzun süre Ankara merkezli çekilmeye devam ettiler. Bugün baktığımızda ulusal kanalların birden fazla günlük diziyle pastaya talip olduğu ortada… Bu diziler daha kısalar, kadın izleyiciyi hedef kitle belirliyorlar. Evlilik programlarının, öğle sonrası kuşağın realty şovlarının geri çekildiği bir geçiş sürecinde yayıncıların can simidi oldular. 

Bu dizilere fason yakıştırması yapabiliriz. Fasonun da fasonunu öğle öncesi bir saat diliminde izleyebiliyoruz. Akşam dizilerini sırf kadınlar izlesin diye çekemiyor ve mecburen şiddet kartını oynuyor kanallar. Şiddet kartının kullanılmadığı dizilerde güçlü oyuncu kadroları kurulması elzem oluyor. Yığınla yüz tutmayan akşam dizilerinde henüz eskimeye fırsat kalmadan harcanıp gidiyor. Akşamın öncesinde akşam haberlerine kadar bir kuşak var. Bu kuşakta günlük dizilerin mirası yeniliyor. Daha basitleri, ucuz imal edilenlerineyse sabah dizilerinde rast geliyoruz. Dizi pazarı giderek genişliyor. Eskiden tutmayan dizilere bir şans daha tanınacak imkân ve genişlik sağlanabilirken artık hiçbir yapımın gözyaşına bakılmıyor.

İşte bu kurtlar sofrasına; üç ayrı kanala üç dizi geldi: 8. Gün, Avlu ve Mehmet: Bir Cihan Fatihi dizileri… Üçünün de izleyici kitlesi farklı ama benzer yollardan yürüneceği muhakkak. Fragmanlardan ve ilk bölümlerden gördüğümüz kadarıyla şiddette kesişiyorlar. Şiddet, fizikisi ruhsalı ayırt olmaksızın tüm dizilerde son sözü söyleyen bir canavar… Haftaya aynı saat ve yerde ağzını açmış avını yutmayı bekliyor!

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl