Ana Sayfa Kritik ENİS BATUR: OPERA’YI KENDİ BAŞINA BIRAKMAK

ENİS BATUR: OPERA’YI KENDİ BAŞINA BIRAKMAK

ENİS BATUR: OPERA’YI KENDİ BAŞINA BIRAKMAK

Genel olarak bilim inceleyeceği nesneyi kurucu birimleriyle görgül bir biçimde önünde bulmak ister. (1) Pozitif bilimlerde incelenecek nesneler; duyularla algılanabilen, mikroskopla gözlenebilen, sosyal olarak istatistikleştirilen fenomenler olarak ortadadır. Oysa soyut kavramlarla uğraşan bilimlerde duyularla algılanamayan nesneleri tözel olarak tanımlamak zorundadır. Genel olarak şiir incelemelerinde kullanılan üç ayrı yöntem biliyoruz: yazınsal, dilbilimsel ve gösterge bilimsel şiirbilimleri.(2) Şiir tözsel olarak nitelendirilen, kendi içinde farklı öznel duruşlar sergileyebilen bir öznel faaliyet veya pratiktir. Dil, biçim, anlam, gösterge, güzelduyu gibi değerlendirilmeye niteliklerine bağlıdır.

Yazınsal, dilbilimsel, göstergesel veya metne bağlı kalarak şiir çözümlemesi yapmak, mutlaka doğru sonuçlara bizi ulaştıracaktır ama eğer karşımızda çok üretken ve geniş bir ilgi alanına sahip biriyle karşı karşıyaysak eleştiri başka alanlarla da desteklenmelidir. Metne bağlı eleştiri bir zenginlik olarak düşünülebilir ama şiir çözümlemesinde gerçek sonucu veremeyebilir de. Eleştirinin yalnız metni temel almasının da yeterli olmayacağı açıktır. Eleştiride toplumsal koşullar ve şairin kendine özgü sorunu da belirleyicidir. Şairin öznelliğini, yaşadığı dönemi eleştiriye katmak gerekir (P. Sartre), diyelim ve biz de metne bağlı kalarak “Opera” hakkında birkaç gözlemde bulunalım.

Şiirin nesnesi, düşünülebilen her şeydir. Bunlar, şairin algılama yetisinden soyutlanamaz. Doğal olarak okuyucunun veya eleştirmenin algılama yetisi veya kaygısı (önyargı) farklılık gösterdiğinden yukarıda sunulan şema ve ‘şiirbiliminin’ kendi başına şiir çözümlemesinde yeterli olacağı zaten düşünülemezdi. Veya eksik kalırdı. Şiiri bilimsel disiplinlerden uzak tutmayarak sezgi, duyumsama, esin, işlev, yoğunlaşma, yaşam deneyi, ‘gelenek’, estetik ve benzeri algı ve izlenimlerle çözümlemelerle desteklenmesinin sağlıklı olacağını düşünüyorum. Tersi düşünüldüğünde her bilimsel yöntem, mekanik bir algıyı zorlar ve şiirin geleneksel hazzını eritir. Şiir, şiir olmaktan çıkar; sosyal bir konu olarak kalır. Oysa şiir yaşayan, kendini sürekli yenileyen ‘estetik’ bir yaratı.(Kant)

Enis Batur’un “Opera” adlı şiir kitabı üzerine birkaç şey karalama ihtiyacı hissetmem; “Opera” Türkiye’de modern şiirin iyi bir örneği, kanonu olarak gösterilmesinden kaynaklanıyor. Bu bağlamda “Opera” üzerine sesli düşünürken, eleştirel değerlendirmesini kitap boyutunda ortaya koyan Ahmet Oktay’ı da sık sık anacağım. Öncelikle şunu söylemeliyim: “Opera” Türk şiirinde bir kopuşu veya sıçramayı temsil eder. Kesinlikle 2. yeni şiir anlayışını aşan bir şiirdir. E. Batur ‘geleneğe’ eklenerek anılacak bir şair değildir, ‘geleneği’ aşan, kendi dili ve sesini yaratmış bir şairdir.

“doğdum işte bunu böyle bilip,

doğdum bir yerden bir yere

giderken annem. Neydi yanımda

getirdiklerim, hangi nişanlardı

söküp getirdiğim öteden? ” (3)

Bu güçlü mısralara tanık olan okuyucu bir şairin lirizm içinden ne kadar etkileyici ve sarsıcı olabileceğini çok açık hissedebilir. Ve bizden, içimizden biri olarak yani ‘Doğulu’ bir söylem olarak çok sıcak karşılar.

“Biliyorum

ben de sağırım ötekine,

sağırım yanıbaşımda

yanlış anlaşılan öfkesiz

kardeşimin öfkesine,

sağırım en yaralı

günümde

kendime bile.”(4)

Bu mısralar ‘Doğu’ duyarlılığı taşıdığı gibi Türk modern şiirinde ‘anlatımcı’ geleneğin devamı olarak da görülür. Ancak E. Batur şiirinde hâkim dil bu değil. Başka bir damar daha var; modernist, avagard damar. Bu kitap da olduğu gibi diğer kitaplarında da bu serpilmeyi görmek olası. Bunun bir şair için ‘tutarlı’ olup olmadığı tartışılır, ama dili imgeye, çağrışımlara yaslanan, söz’e kısmen yer veren, düşünceyi, eleştiriyi önceleyen, ideolojik kaygıları önde tutan şair izlenimi vermektedir. Genel olarak E. Batur şiirinde anlatımcı, öykülemeci, konulu ama kapalı şiirler. Kapalı olması ‘çok anlamlılığa’ açık olmasını getirmiyor. Şair kapalı yazarak da özneyi yani okuyucuyu metne, metnin anlamına bağlayabilir. E. Batur’un kapalılığı şiirindeki anlamı imgeyle anlatmasıdır, bu anlam zenginliği sağlamıyor yalnızca duyarlılık, yeni bir şiirsel dil yaratıyor. “Çok anlamlılık” daha farklı bir şeydir. Okuyucuya sınırsız özgürlüğü, sınırsız bir hayal dünyası sağlaması gerekir. Bu ne yazık ki E. Batur şiirinde yok.

“ Opera” –Ahmet Oktay’ın saptamasının doğru olduğu kabul edilirse– kriptografik(5) bir metin denilebilir. Şunu açık kabul etmek gerekir ki “Opera” kültürel, ideolojik bir okuma(6) olarak algılanmalıdır. Ahmet Oktay’ın kriptografik bir metin vurgusundan daha çok kültürel ve ideolojik okumaya karşılık düşen ve ‘imgenin’ araçsallaştırıldığı bir metindir.

Bu dört bölümlük (Tekvin / Küre / Tesniye / Mahşerin Dört Atlısı) kitap insanlık tarihini özetler nitelikte geniş bir düşünsel alana yayılmıştır. Bir tür tarih okum, ama bununla yetinilmemiş, tarihin yapıcı ‘öznesi’ olan insan da ‘birey’ temelinde konu edinilmiştir. Dolaysıyla moedern insana, ‘özneye’ de büsbütün saldırı niteliği taşıması da gözden kaçmamalıdır. Yer yer çok açık diyebileceğimiz “satirik” şiir söylemlerine de rastlamak olası. Gerçi eleştiri iktidardan ziyade iktidarın yarattığı, parçası olmakta sorun duymayan, edilgen ‘bireydir’, ama eleştiri çok keskin ve politiktir.

“İnin otobüslerden, diyorum,

atlayın pencerelerden,

terk edemeyeceğiniz bu gemiye

ne olur söndürün. İşte köpük,

işte kum çölü ile akarsu yatağı.” (7)

Artık modern olanla modernleşen iç içe geçmiş durumda. Bu durumu en iyi açıklayan ‘postmodern’ durumdur. ‘Geçmiş, gelecek ve şimdiki’ zamanın iç içeliği. Modern eleştiri modernist düşünürler tarafından başlatılmıştır. Kültür eleştirisi temelinde T. Adorno bu anlamda önemli bir yeri vardır. T. Adorno modernzm eleştirisini ‘aydınlanma’ geleneğine kadar; 17. yüzyıldan Descartes, Montaigne ve Shakespeare’e dayandırır. Modern birey ‘radikal’ bireydir. Modernle ortaya çıkmış bu ‘radikal’ birey ne yazık ki ‘aydınlanmanın’, ‘modernin’ bir diğer deyişle kapitalist toplumun insanlara refah ve mutluluk getirme vaadinin aşınmasıyla bu ‘radikal’ birey kültür endüstrisi tarafında pasifize edildiğini ortaya koyar T. Adorno. Bunun en kullanışlı aracı ‘kültürdür’. ‘Popüler Kültür’, ‘Kitsch’, ‘kitle kültürü’ için Antikçağdan beri iktidarın uzantısı olarak kullanıldığını öne sürürken modern çağda bu iktidarın ikamesi için ‘totalite’ içinde değerlendirmek gerektiği vurgulanır. J. Baudrilrard bunun ‘distopya’ yol açacağına vurgu yapar. T. Adornu’nun ‘totalite’si ile Baudrillard’in ‘distopya’sı örtüştüğü söylenebilir. Bütün bu verilerde modernist dünürlerin modern eleştirisini Marks’ın temel aldığı ’emek-sermaye’ çelişkisi veya uzlaşmazlığı yörüngesinin dışındadır. Ancak bu ‘antogonist’ çelişkinin inkârı değildir. Onun tamamlayıcı unsuru veya ’emek-sermaye’ çelişkisinin toplumsal hayat içinde, özellikle kültür alanındaki yansımasıdır. Bu anlamda birbirlerini tamamlayan, kendi içinde süreklilik olan bir eleştiri çizgisi olarak görülmelidir. Modernist düşünürler açısında, buna M. Weber, G. Simmel, M. Faucault’yu da katmak gerekir. Bu düşünürler için ‘birey’ öncelikli durumdadır. Artık birey yalnız ’emek’ sömürüsü, bağımlılığıyla kuşatılmamıştır. Marks’ın öngördüğü ‘toplumsal-bireysel’ kurtuluş ’emek-sermaye’ çelişkisini yeterli bulmazlar. Marks’ın ‘sınıf bilinci’ gelişimin önünde duran ve Marks’ın keşfedemediği ‘kültür endüstrisidir’. Bunun farkında olan T. Adorno, Baudrillard, Faucault bireyi çalışma alanı dışında kuşatan kültürel araçlara, bunların işleyişleri ve bu araçların yarattığı yaşantı, kültürel değerlere haklı olarak yoğunlaşırlar. E. Batur “Opera”sı da bu alanda söz almaya çalışan şiir metnidir.Ancak bu yalnızca şiirin modern araçlarının yanında postmodern sanat anlayışının yarattığı olanakların da kullanılmasıyla yapılmaya çalışılmaktadır.

E. Batur için ‘birey’ yanimodern insan; somut düşünen, gündelik yaşamın içerisinde tosladığı her bendin sonunda soyut bir sorgulamaya yönelen insandır aynı zaman da. M. Heiddeger’in ‘Desain’i, G. Deleuze’un ‘Organsız Bedeni’dir. Bu, modern zamanların bireye dayattığı bir kriz veya cezadır. ‘Birey’ sosyal yaşamın hiyerarşisi içinde soluk aldığı sürece dışarıda durması, kendini ve hiyerarşiyi sorgulaması olanaklıdır. Ne ki bu soruşturma, hiyerarşinin çatırdamasıyla ortaya çıkar. Böyle bir toplum krizi, kitlesel kalabalıkları değişim için harekete geçirir. Bugünün dünyası bu süreçten geçiyor. Şair, bu soruşturmanın ilk çığlığını atar gibidir. E. Batur’un modernizme kuşku ve eleştiriyle yaklaşmasını olumlu buluyorum; ama modernizmi rasyonelleştirmesine de karşı çıkıyorum: “…terk edemeyeceğiniz gemiyi” mısrasında “gemi” modernizmin imgesidir; “söndürün” derken de bizi modernizmle uzlaşmaya davet eder. Modernizm kökten yadsınmadığı için rasyonel söylem E. Batur’un düsturu olur. Modernliğin eleştirisi, rasyonel işleyen mantığın yaşam ve mekansal algı anlayışını kökten yıkmasıyla olasıdır. Bu bağlam “iktidar karşıtlığı”na, “uzlaşmaz tutum”a ve bir “gelenek karşıtlığı”na evrilir.

E. Batur’u modern şiirin içinde Rimbaud, Wallerme ve Valery’ye eklendirmek olasıdır.(8) Pek tabi buna B. Yeats, R. M. Rilke, W. Stevens, E. Pound Dadaist şairleri de eklemek gerekir. Kapalılık ve eleştiri temelinde B. Necatigil, E. Ayhan gibi şairler yakın görülebilir. E. Batur: “inin otobüslerden”, “ ne olur söndürün” diye söz açarken kendi muhalif kimliğini ortaya koyar. Modern aydının kendine biçtiği toplumsal misyonla söz alarak kalabalıklara yol göstermekten geri durmaz. E. Batur öncesi modernler ya da tarihsel avangard; aslında modernizmin doğal ürünüydü ve doğdukları ortama bir tepkiydi. Usa, bilime ve teklonojiye güvensizlerdi, verili yasaya ve töreye isyan ediyor ama özgürleşmiş imgelem ve düşlemin öngördüğü yeni bir erdem töresini öne sürüyorlardı. E. Batur’un modernliğinin postmodern söylemle uyuşmadığı açıktır. (9) E. Batur postmodern söylemi kullanmasına karşı postmodern bir şair değildir.

“Bir nehir için yatak,

bir başka nehir için bir başka yatak

hazırlıyor sözümüzdeki giz:

Akıyorum uykusuz bir çağdan uyanış deltasına doğru

iki koldan buluşuyorum

dışımdaki tanıklar ile: Dünya içindeki dünyadır

beni kovalayan simsiyah düş

dünya içinde dünyadır

dinle

sıratta çaldığım benzersiz ezgi” (10)

“Opera” da tarih soruşturmasını sürdürürken; kendisinin geçmiş, şimdiki ve gelecek zamanda bir felsefeci, bir kültür mağduru olarak görüldüğünü vurgulamıştım. E. Batur’un felsefî düşünceyle içsel bağlarını kurmaya çalıştığı ve bunları imgeler, simgeler ve eğretilemeler ile yumuşatmaya çalıştığı metnin genelinde şiirsel sözdizimini başarıyla yakalamış olsa da bazı aksaklıklar, kaymalar gözlemlenir. Şairler için böyle uzun metinler zor ve belli tuzakları vardır. Tekrar, şiirsellikten uzaklaşıp düzyazıya kayma gibi sorunlar söz konusudur. E. Batur bazen bu tuzaklara düşer. Şiirden uzaklaşılan bölümler kendini sırıtır:

“… Birileri

kesimliyor, umuyor birileri,

başkaları onaylıyor

büyük tufan ile büyük yangının

modern

diyalektik

bilimsel

nesnel

ve pozitif motifler olmadığını.” (11)

İdeogramların şiir dilinin boyutlarını zenginleştirdiği düşüncesine katılıyorum. Antikçağda kullanılan bu ideogramların bugünün şiirine anlam zenginliği kattığı gibi okuyucuda şiiri sorgulatan, çeperinden çıkaran bir düşünsel etkinliğe dönüştürüyor, bunu da E. Batur çok iyi beceriyor. Yabancı bir dille/dilde yazılmış mısraların şiire sokulmasını bazılar dil cinayeti olarak yorumlayanlar olabilir oysa başka bir okuma algısı yaratmaktadır. “Metinlerarasılık” yabancı dil veya ‘gelenekle’ hemhal olunması şiire bir zenginlik kattığı artık her kes tarafından kabul edilmiş durumdur. Ancak bunu yaparken çok dikkatli olunmalıdır. Her dilin kendi ezgisi, sentaksı, sözdizimi vardır. E. Batur’un bunu göz ardı etmiyor. Ayrıca okuyucuyu geleneksel şiir okumasından arkeolojik okumaya, bir tür kazıya davet ettiğini de söylemek isterim.

Octavio Paz’ın: “Yalnız başımıza doğar, yalnız başımıza ölürüz.” değinisini anımsayarak, E. Batur; doğumda ve ölümde yalnız kalsak da şiiri yalnızlığın kapısını aralamak için yazıldığını “Opera” ve diğer kitaplarında aynı izlekle ve kaygıyla soruşturmasını sürdürür.

“Opera” bir anlamda ahlak destanıdır da demek olası. Ancak bu ahlak, cinselliği bir köşeye sıkıştırmıştır. Onun üzerinden anlatılmak istenir olup bitenler. E. Batur’un cinselliği birey ve tarih öznelinde önemini vurgulayan şu lirik mısralar farklı bir gerçekliği önümüze serer:

“Oyuyorum yatağımı

ilk kez bir yabancıyla sevişen

taşkın bir ana gibi.”(12)

Veya

“Ademler komada,

birer kadavra Hâvva’lar,

her şey Kabil ile Habil’in

tükenmez kavgasının sonucuna

ayarlı aslında…”(13)

E. Batur, cinselliğe vurgusu arkaik kimlikleri eleştirerek yapar. Ancak cinsel temalı mısralar, Doğu cinselliğini, belki de bunu kültürel bir kodlama veya okuma yaparak “Doğululuğu” öne çıkardığı söylenebilir. Doğu’da cinsellik, mahremin kendisidir. O, gizli bir yerde hapis edilmiştir. E. Batur, ‘Doğu’ ve ‘Batı’ kavramları üzerinden sürdürdüğü soruşturmanın öznelinde gösterdiği titizliği cinsellik alana taşıyarak yapmaya çalışır. Ancak bu ‘nihilist’ hatta yer yer pornografik söylemle kayar. Bu söylem ‘Doğuya’, ‘Doğu’ şiirine ait değildir, tastamam ‘Batı’ modernist şiirine, avangardizme aittir:

“Çok istiyorum ben

Miss Thatcher’la çiftleşmeyi,

bir boğayım çünkü ben

Uluslararası Adalet Divanının

La Haye

Hollanda

kapısında bacaklar arası

köpükler içinde

yerleri eşeleyen.”(14)

Veya

“…

çok istiyorum Miss

Thatcher’la çiftleşmeyi,

gene de:

İstiyorum ki bizden yana

bozulsun bu kez de denge.” (15)

Yukarıda sunduğum dizeleri, cinselliği toplumsallığa içermesi açısından önemsiyorum; ancak bunun ‘Batı’ ya karşı çıkmak için kullanılmasını tipik bir üçüncü dünya aydın kompleksi olarak anlamama da neden olduğunu belirtmeliyim. ‘Batı’ merkezli ‘ulus–devlet’ sisteminin Doğu tarafından bozulması (sembolik ifadeler var: Miss Thatcher, U.A.D, La Haye…) E. Batur’un istediği olsa, kurulacak dengenin eşitlikçi olabileceğinin hiçbir kanıtı yoktur.

“bir boğayım çünkü ben.” diye yüksek dozlu itirazı anlıyorum. Ataerkil, nobran bir serzeniş gibidir bu dize. Cinsel açlığın, üreme isteğinin bu kadar güçlü olması; Doğu toplumların söylencelerine paralel olmasa da içerik anlamında Doğu’ya özgü bir şeydir. ‘Batılı’ okur için kullanılan cinsel imge, kültürlerarası düşmanlığı kışkırtır, körükler. Seçilen imgelerin erkek egemenliğini de pekiştirdiğini söylemekte de bir sakınca görmüyorum. Bu tür imgeler seçilebilir, ama içeriğini “boşaltmak”, “törpülemek” şairin görevidir ve ertelenemez. Bunun ihlal edildiğine tanık oluyoruz.

“Ayetsiz aminsiz besmelesiz bir inanç

körlük yalnız bırakıyor insanı bu

kör çöl yüzende, dinliyorum mahşeri

ve organlar buluşuyor karanlık indiğinde,

televizyonun karşısında uyuya kalıyorlar

hayat dışı ekonominin kahramanları,

sonra da alelacele boşalıyor erkeği

gevşemiş rahminde dişinin: Her an

yüzlerce tohum çalışıyor karın boşluğunda,

profesyonel bir fotoğrafçının tek bir kare

aşağıya sayısız kez deklanşöre basışı gibi

peş peşe patlıyor flaşlar ve nüfus.

Çoğu kadın evinde, komşusunun yardımıyla

doğuruyor açlar ordusuna katılacak

son üyesini ailesi’nin, sessizce kesiliyor

yazın ilk ayında kendi yaşıtlarıyla

ve ilk sürgününü veriyor Allah’a emanet

bu hayatından ve ait oluyor artık

devanası sefalete. Duyuyorum bütün gece

sürün sürtüşmesini organların, bütün

gece dinliyorum birbiri ardına büyüyen

ceninlerin rahim suyunda kıpırdayan

sakıntılarını, duyuyor ve dinliyorum

ağır ağır biriken ve hızla akan kanı”(16)

Bu bölümde cinsellik – cinsel yaşam; üreme, tinsel ve yaşamsal hoşnutsuzluğun getirdiği gerginliğin cinsler arası ilişkiye aktarıldığını görüyoruz. E. Batur, burada “ hayat dışı ekonomi kahramanlarının” inançlarını yitirip “alelacele” erkeğin boşalmasıyla yaşanılan tek taraflı hazzı anlatır. Kadınların “sefalet içinde, komşularının yardımıyla doğurduklarını” vb. vurgulayarak Doğu yaşamından –sinema diliyle– İslam’da veya Doğu kültüründe cinselliği tanımlamaya çalışır. Cinsellik ya Batı’nın karşısına iktidar mücadelesinin bir parçası olarak çıkarılır ya da İslam Kültürü ekseninde işlenir. E. Batur’un modernizm soruşturmasına içten katılabilirim; ancak sorunsalı cinselliğe indirgediği veya telaffuz ettiği bölümlerde gizli bir “Batı karşıtlığı” ve “Doğu (İslam) cinselliğinin” yanlış ele alınması söz konusu. Dolayısıyla “Opera”nın ‘Doğu–Batı’ sorunsalına uzlaşmacı bir çözüm önerdiği söylenemez. Kışkırtıcıdır hatta yer yer ‘oryantalist’ şımarıklık bile söz konusudur.

“Opera” ilginç olduğu kadarda bütünsel bir yaklaşım sunması açısından şiirin olanaklarını doğru kullanan, anlamı önceleyen şiir kitabı. “Kapalı” şiir diliyle örülmüş bir kitap denilebilir. Sonuç olarak ‘Opera’ Türk şiirinde devamlılığı sağlayan değil ‘geçmişe’ başkaldırı içeren, ‘gelenek’ birikimine uzak deneysel bir çabanın ürünü.

“…buraya büyük bir şiir yazmaya geldim.”(17) iddiası Opera’yı okurken ben de şüphe uyandırmadı değil.

1- M.Yalçın, Şiirin Ortak Paydası, s.23

2- M.Yalçın, Şiirin Ortak Paydası, s.24

3- E. Batur, Opera, Y.K.Y, s.28

4-E. Batur, Opera, Y.K.Y, s.98

5- A. Oktay, İsrafil’in Sûr’u, s.11

6- A. Oktay, İsrafil’in Sûr’u, s.12

7- E. Batur, Opera, Y.K.Y, s.16

8- A. Oktay, İsrafil’in Sûr’u, s.15

9- A. Oktay, İsrafil’in Sûr’u, s.46

10-E. Batur, Opera, Y.K.Y, s.76–77

11-E. Batur, Opera, Y.K.Y, s.38

12-E. Batur, Opera, Y.K.Y, s.76–77

13-E. Batur, Opera, Y.K.Y, s.35–36

14-E. Batur, Opera, Y.K.Y, s.11

15-E. Batur, Opera, Y.K.Y, s.12

16-E. Batur, Opera, Y.K.Y, s.36

17-E.Batur, Opera, Y.K.Y, s.45

İm’ler İçin Sözlük*

Cinsel ilişki, sevişmek.

Adem, erkek.

Havva, kadın.

Çocuk, (kız, erkek)

Kadın / erkek / çocuk arasındaki gerilim,

çatışma ve türevleri.

* A.Oktay, İsrafil’in Sûr’u, S.119

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl