Ana Sayfa Kritik FABRİKALAR TARLALAR ÜRETENLERİN OLACAK VE KAZOVA DENEYİMİ

FABRİKALAR TARLALAR ÜRETENLERİN OLACAK VE KAZOVA DENEYİMİ

FABRİKALAR TARLALAR ÜRETENLERİN OLACAK VE KAZOVA DENEYİMİ

Erhan Acar’ın Çalışma Hayatında Özyönetim Deneyimleri: Kazova Örneği, kitabını yeni bitirdim. Öncelikle şunu söyleyeyim, seksen öncesi işçi sınıfı mücadelesi ve deneyimlerine dair dolu çalışma veya yazı varken seksenden sonra bu tarz çalışmalar azaldı. Bu kitapların, yazıların, çalışmaların azalması ile sanırım işçi sınıfı mücadele alanlarından uzaklaşması anlamında bir ilişki var. Gerçekten doksanlardan sonra örgütlü işçi sınıfı mücadelesi gidgide azalmakta. Bu azalmayla birlikte işçi sınıfına ilişkin tahlil, yayın, bilgilendirme etkinlikleri de azalmakta. Sanırım uzun süredir iki sorun ülkemizde sınıfsal sorunları tartışmadan uzaklaştırıyor bizi. Bu sorunlardan birisi irtica diğeri ise Kürt sorunu. Bu iki sorunun sürekli gündemde olmasa gündemle yetinen Marksist hareketlerinde gündem dışında eylemlilik yapmamasını sağlıyor. Ülkemiz öyle bir hale geldi ki sormayın, İrtica ve Kürt sorunu çözülmeden sanki hiç bir sorun çözülmeyecek gibi.

Bu sahte algı çoğu Marksist ve sol hareketlere yerleşmiş durumda. Oysa bu iki sorunun çözüm noktası işçi sınıfının örgütlü bir halde mücadeleye katılmasıyla ilgilidir. Çünkü patron Kürtü de sömürür dindarı da. İşçi Sınıfını örgütlemediğiniz sürece bu sorun devam eder. Sınıfı örgütlemeyi düşünmek kendi içinde işsizleri ve yoksulları da örgütlemeyi getirir. Yıllardır Marksist hareketler sınıfsal mücadelenin dışında veya sınıfla sorunları çözmekten uzakta. Böyle olunca bütün mücadele doldur boşalt mücadelesine döner. Günümüzde yaşanan bu. Erhan Acar’ın bu kitabıyla yeniden işçi sınıfına dair bir bakış oluşursa ne ala.

Bu araştırma kitabında Erhan Acar’ın izlediği yöntem önce özyönetimlerin tarihine dair bilgi vermek oluyor. Böyle olunca özyönetim deneyimlerinin tarihini de öğrenmiş oluyoruz. Özyönetim deneyimleri işgal, grev, boykot eylemleriyle içiçe. Böyle olunca bu tarz eylemliliklerin nedenleri üzerine düşünmemizde saplanmış oluyor. Bu kitabın amacı bizde özyönetim anlayışının kökleşmesini sağlamak. Sosyal Araştırmalar Vakfından çıkardığı bu kitapla böyle bir düşünümü sağladı bende. Genel itibariyle görüyoruz ki, bu özyönetim deneyimlerinin hepsi bir yandan da işçi sınıfının sosyalizme doğru yürüyüşünü gösteriyor. Bunun yanında nasıl bir sosyalizm anlayışının bizde olgunlaşmasını sağlıyor. Daha önemlisi bu özyönetim deneyimleri icselleşmediği sürece sosyalizmin yaşaması zor anlayışını uyandırıyor.

Bir yandan manifaktürden makinelere geçişten bahsediyor ve kapitalizmle çalışma hayatının ortaya çıkışından. Marksizm önceki sınıf mücadelerinden daha çok ütopik sosyalistlerin özyönetime dair dedikleri ve eylediklerinden. Sonra Marksist deneyimlerden. Sonra sınıf deneyimi içindeki Çartist hareket ve Taylorizmden bahsediyor. Sonra dünyada yaygınlaşan kamulaştırma, grev, işgal eylemlerinden. Sonra ülkemizdeki İşçi sınıfı eylemlilikleri içinde grev, işgal ve özyönetim deneyimlerine giriyor. Böylece bende ilk Özyönetim deneyimin Matbaa işçilerinin yaptığını öğreniyorum. ‘Türkiye’de tarihsel uzantının, Cumhuriyet öncesi matbaada çalışan dizgi işçilerinin yani mürettiplerin, iş gününün uzunluğu ve ağır çalışma koşulları nedeniyle 6 eylül 1923 yılında başlayıp 20 Eylül’de sona eren 100 işçinin katıldığı özyönetim deneyimine kadar uzandığı bilinmektedir’ Ülkemizde çok çeşitli özyönetim deneyimlerinden söz ederek devam ediyor.
Bu çalışmada izlediği yöntemi şöyle bir anekdotla hatırlatalım. ‘Her şeyin metalaştığı kapitalist üretim ilişkileri içerisinde, çalışmalarda kullanılan yöntem, aynı zamanda bilginin metalaşmasına karşı bir tavır alışı temsil eder.

Katı olan her şeyin buharlaştığı kapitalist üretim ilişkilerinin tüm karmaşası içerisinde, toplumsal ve bireysel alana katkı sunabilecek, onu ileriye taşıyıp, gerçekliğe ulaştırabilecek şeylerden birisi de, onun hafızasını ve bilgisini muhafaza etmekten geçer. Bu da ancak eleştirel olabilmekle mümkündür. Eleştirel olmak ise bir tavır alış, bir karşı koyuştur’
Kitapın bir yerinde Alpagut özyönetim deneyimine girer. Alpagut Çorum İl Özel İdaresi’ne bağlı bir işletmedir. ‘Bagımsız Çorum ve Havalisi İşçileri Sendikasına üye Alpagut Linyit işçileri tarafından çalışma ve yaşam koşullarının olumsuzluklarına karşı, işçiler çalıştıkları işletmeyi işgal ederler. Özellikle işyerine tayin edilen yönetici ve bazı işçilerin siyasi kayırmacılık ile işletmeye atanması, ocakların kötü işletilmesi, işçi güvenliği ve sağlığının sağlanmaması, ücretlerin düzenli ödenmemesi nedenlerinden kaynaklı işçiler işletmenin idaresine 13 Haziran 1969 yılında el koyarlar. İşgalden sonra bir konsey oluşturulur’ Anlıyoruz ki, bu 34 gün süren direnişte işçi sınıfı ve özyönetim şeyler yapılır. Halka kömür ulaşımında kolaycılık, kayırmacılığın kaldırılması, işçilerin komiteler kurarak madenin bütün işlerini sahiplenmesi ve eşitlikçi bir üretim biçiminin uygulanması. Sonradan jandarma baskınıyla bu süreç sonlandırılıyor.

Kitaptan Güney Amerika ülkelerinden Arjantin’e dair bir alıntı ile devam etmek istiyorum. ‘Arjantin denince tango belki de dışında aklımıza ilk gelecek şeyler halkın öz örgütlenmeleri olan özyönetim fabrikalarıdır. Arjantin’de 2001 krizi sonrası gittikçe artan fabrika işgalleri, 350 tane işletmede 150.000’e yakın insanın geçimini sağlayan bir ağa dönüşmüştür. Tarım kooparetiflerden işgal fabrikalarına, küçük ölçekli kooperatiflerden büyük ölçekli kooperatiflere insanların ihtiyaçlarına cevap veren bu işletmeler, dayanışma ekonomisiyle varlıklarını sürdürmektedir’ Bu özyönetim alanlarının Arjantin ekonomisinin Yüzde dokuzunu karşıladığı söyleniyor. Ülkemizde böyle geniş bir özyönetim zenginliğinden söz edebilmenin imkanı ne yazık ki yok. Yoğun krizler yaşandığı halde sınıfın öncülüğünü üstlenecek ve işçi sınıfına rehberlik edebilecek güçlü bir siyasal hareketlerden bahsedebilmenin şu an imkanı yok. Bu tarz özyönetimin azlığı sınıfa dair siyasetin azlığı ile içiçe.

Kazova işçilerinin eyleme başlaması önce maaşlarını alamama ve fabrikanın boşalmaya kalkışılmasıyla maaşları alma imkanının ortadan kalkmaya başlamasıdır. İşçiler makine el koymak ve yeniden üretime geçmekten başka çözüm göremezler. Bu süreçte Halkın Avukatları bürosunun doğru yönlendirmesi ve işçilerin özyönetim gelenekleriyle bilinçlendirilmesi işçileri işgale ve özyönetime doğru götürmüştür. Fakat bu süreçte işçilerde sıçrama yaratan eylem Gezi Parkı eylemleridir. Gezi Parkında gelişen direniş ve komün işçilerin yaşam anlayışlarını sarsmasına neden olmuştur. Bu vesile ile Kazova işçileri bir kooperatif yönelmiştir. Bilakis süreç Gezi Parkıyla oluşan Formlarda, Gezi parkı katılımcılarıyla Kazova işçileri bir kaynaşma sağlanmış.

Bu kitap Kazova işçilerinin özyönetim deneyimini gösterirken bize bir yandanda sınıfla aramızdaki korkunç uzaklığa işaret ediyor. Bu uzaklık kapatılmayacak bir uzaklık değildir, Diren Kazova diyenlerin yanında Diren İşçi sınıfı denilebilir ve yeni sorgulanmış Kazovalar yaratılabilir. Fakat en önemlisi işçi sınıfının bu tarz deneyimlerinin önüne açacak sınıfa yönelik yeniden siyasallaşacak bir sınıf hareketinin ortaya çıkması. Bu kitapla bunu gösterdiği için Erhan Acar’a teşekkür. Daha çok direniş, Daha çok İşgal.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl