Fütüristler resimde üç boyutlu form dinamiğini en ön planda tutarlar. Ancak nesne dünyasını yok etmede hata yaparken, şeyler dinamiğini elde ederler. Bu nedenle, Fütürist resimler ve tüm süregelen sanatçılar yirmi renkten birine indirgenebilir, yine de izlenimlerini kaybetmezler.

Repin’in resmi Korkunç Ivan renkten yoksun olabilir ve yine de böylece bize korku izlenimini verebilir.

Özne, resmi her zaman öldürecek ve biz bunu gözden kaçırabiliriz. Öyleyse, yeşile ve kırmızıya boyanan yüzler bir dereceye kadar özneyi öldürürken renk daha dikkat çekici hale gelir. Renk resmin yaşadığı şeydir ve bu yüzden en önemli unsurdur.

İşte burada saf renk formlarına ulaştım. Süprematizm, resmin bağımsızlığı tek bir renge indirgenemeyecek saf sanatıdır.

Bir atın dörtnalı tek renkli bir kalemle tasvir edilebilir. Ancak kırmızı, yeşil ya da mavi kitlelerin hareketlerinin tek kalemle tasviri mümkün değildir. Ressamlar, hakiki birer ressam olmak için özne ve nesneleri terk etmelidir. Plastik resmin dinamikleri için bu talep; resimde nesneden çıkmak, içerik ve şeyler üstünde bir hedef şeklinde formun tahakkümüne ulaşmak için gereken kütleye olan ihtiyacı nesnel olmayanda belirtir. Süprematizm – sanattaki yeni gerçekçilik, mutlak yaratıcılık. Fütürizm resmin dinamiğine formun akademizmi ile ulaşır.

Her iki kuvvetin de yolu resimdeki süprematizme yol açar. Eğer Kübizm sanatını incelersek, nesnedeki hani enerjinin sezgisel hissi harekete geçirdiğini soracak olursak, resimde enerjinin ikincil olduğunu görürüz. Kübistler için nesnenin kendisi; özü, amacı, hissi ya da gösteriminin bütünlüğü ile birlikte gereksizdi.

Şimdiye kadar nesnelerin güzelliği, resme tam olarak aktarıldıklarında korunuyor gibi gözüküyordu; özellikler çizginin kabalığında ya da basitleştirmede özleri açığa çıkıyordu. Ama nesnelerin bize yeni güzelliği gösteren bir yeni durumu daha ortaya çıktı; nesnelerde keşfedilen sezgisel his ve iki zıt formun çarpışmasıyla elde edilen uyumsuzluğun enerjisi. Nesneler zamanın için anların kitlesini taşır. Formları çeşitlidir ve sonuçta tasvirleri de öyle.

Zamanın şeylerdeki ve anatomilerindeki tüm yönleri – bir ağacın halkaları- özlerinden ve anlamlarından daha önemli hale geldi. Bu yeni durumlar Kübistler tarafından resimde bir inşa aracı olarak benimsendi. Aynı zamanda bu araçlar, iki formun beklenmedik çarpışmalarının sağladığı gerilimin devasa gücünün uyumsuzluğu ile inşa edildi. Her bir formun ölçeği rastgele idi, bu da doğa ile ilişkili olmayan gerçek nesnelerin parçalarının görünüşünü meşrulaştırdı. Bu yeni güzelliğe ya da basitçe enerjiye ulaşırken, kendimizi nesnelerin bütünlüğü izleniminden azat ederiz.

Resmin boynu etrafındaki değirmen taşı çatlamaya başlıyor. Kübizm ilkelerine göre resmedilmiş bir nesne uyumsuzlukları atıldığında bitmiş olarak düşünülür. Yine de kendini tekrar eden tüm formlar sanatçı tarafından kopya oldukları gerekçesiyle atlanmalıdır. Ancak sanatçı resimdeki küçük bir gerilim bulursa, bunları başka bir nesneden almakta özgürdür. Sonuç olarak Kübizm’de nesnenin aktarımı ilkesi çöker. Resmin yapımında nesne aktarılmaz. Bu da şu sonuca varır: Sanatçının, özünü ve anlamını göstermek için bir nesneyi mümkün olduğunca benzer tasvir etme denemeleri binlerce yıl geçse bile, Kübizm dönemi sanatçısı nesneleri anlamı, özü ve amacıyla birlikte yok eder.

Yeni resim parçalarından fışkırmakta; nesneler sanatın yeni kültürü adına duman gibi yok olmakta. Artık daha fazla küçük köşelere ve ihanet edilen sanat hakikatine sevgi yok. Kare bir bilinçaltı formu değildir; o sezgisel aklın bir yaratımıdır, yeni sanatın yüzüdür. Kare yaşayan, soylu bir yetimdir; sanattaki saf üretimin ilk adımıdır. Bundan önce, naif deformeler ve doğanın kopyaları vardı.

Dünyamızın sanatı yeni, nesnesiz ve saf hale gelmekte. Her şey yok olurken yeni formların inşa edilebileceği bir malzeme kitlesi kaldı. Süprematizm sanatının formları doğada yaşayan tüm formlar gibi yaşayacak. Bu formlar insanın faydacı ve sezgisel akıl yürütme yöntemlerinden birinde denge kazandığını ilan eder.

Resimde yeni gerçekçilik; dağın, gökyüzünün, suyun gerçekçiliğini içermediği için tam bir gerçekçiliktir. Bu zamana kadar nesnelerin realizmi vardı ancak renk birimleri olarak resmedilmemişlerdi; bu nedenle ne forma ne renge ne de birbirlerine ilişkin durumlarına dayanmıyordu.

Her form özgür ve bireyseldir. Her form bir dünyadır.

Herhangi bir resim yüzeyi, bir çift göz ve sırıtışa sahip bir yüzden daha canlıdır.

Resmedilen bir yüz yaşamın acınası bir parodisini verir; bu aldatmaca yaşayanı yalnızca bir hatırlatmadır. Ama yüzey yaşar, doğmuştur. Mezar bize ölü bir insanı hatırlatır, resimse yaşayan birini. Ya da tam tersine yaşayan bir yüz, doğadaki bir manzara bize bir resmi, yani ölü bir şeyi anımsatır. Bu yüzden kırmızı veya siyah boyalı bir yüzeye bakmak gariptir. Bu yüzden yeni hareketlerin sergilerine kıs kıs gülüp tükürüyorlar. Sanat ve yeni hedefleri her zaman için bir tükürüktü. Ama kediler bir yere alışık olarak büyür ve onları yeni bir tanesine eğitmek zordur. Bu tür insanlar için, büyük annelerinin ve lila bahçelerindeki favori küçük köşelerinin olduğu tablolar oldukça sanat mutlak anlamda zorunludur.

Her şey geçmişten geleceğe akar, ancak her şey tam şu an yaşanır çünkü gelecekte elma ağaçları çiçek açacaktır. Yarın bugünün izini silecek ve hayatın hızını yakalayamayacaksın. Geçmişin çamuru tıpkı bir değirmen taşı gibi sizi bataklığa sürükleyecektir. İşte bu nedenle size ölüler için anıtlar verenlerden nefret ediyorum. Akademi ve eleştirmenler bu değirmen taşıdır.

Boynunu eski gerçekçilik ve yaşayan doğanın kopyalamasından çevir.

Onlar Büyük Engizisyon zamanlarında olduğu gibi hareket eder.

Amaçları gülünçtür çünkü ne pahasına olursa olsun doğadan aldıklarını tuval üzerinde yaşatmaya zorlarlar. Her şey hareket edip nefes alırken resimlerinde dondurulmuş pozlar var. Bu işkence, tekerleğe asılmaktan daha da beter. Yontulmuş heykeller, ilham verici (yani yaşayan), kulvarlarında duran, harekette sabitlenmiş.

Bu işkence değil mi? Mermere bir ruh yerleştirmek, yaşayanı taklit etmek. Ama ödülünüz nasıl işkence edeceğini bilen bir sanatçı. Ayrıca zevk için kuşu kafese koyarsınız, bilgi uğruna hayvanları zoolojik bahçelerde tutarsınız. Akademizm’in engizisyon işkence çemberinden ayrıldığım için şanslıyım.

Yüzeye ulaştım ve yaşayan bir bedenin boyutunu alabilirim; ama yeni yaratacağım boyutu kullanabilirim. Bütün kuşları azat ettim sonsuz kafesten, zoolojik bahçelerden çıkardım hayvanları. Belki de sanatınızdan kalanı parçalar ve yalayıp yutarlar. Belki de serbest kalan ayı, bedenini donmuş kuzeyin buzunda yıkar ve akademinin bahçesindeki kaynamış su akvaryumunda çürümez. Bir resmin kompozisyonu hoşunuza gidebilir, ancak şu kesin ki kompozisyon sanatçının sonsuz pozu lanetlediği bir figürün ölüm cümlesidir. Hoşunuza giden şey bu cümlenin teyididir.

Süprematisler grubu: K. Maleviç, I. Puni, M. Men’kov, I. Klyun, K. Boguslavskaya ve Rozanova nesnelerin sanatın boyunduruğundan kurtarılması için verilen mücadeleye öncülük etti.

Akademi’ye nesnelerin incelenmesinden vazgeçmeleri çağrısında bulundu. İşkencenin aracı idealizm estetik duygulara olan taleptir. İnsan formunun idealize edilişi çok daha canlı bir enerjiyi aşağılamaktır.

Estetikçilik, sezgisel duyguların çöplüğüdür.

Duvarlarınızdaki kancalarda yaşayan doğa parçaları görmek istiyorsunuz, tıpkı Nero’nun zoolojik bahçede gördüğü yırtık hayvan ve insan bedenlerine hayran kaldığı gibi.

Herkese söylüyorum: sevgiyi reddedin, estetikçiliği reddedin, bilgelik sandıklarını reddedin; yeni kültürünüzde bilgeliğiniz gülünç ve önemsizdir.

Ben bilgelik düğümlerini birleştirdim ve rengin bilincini serbest bıraktım!

Kendinizi hızlıca yüzyılların sertleşmiş cildinden uzaklaştırın, böylece bizi daha hızlı yakalayabilirsiniz.

Ben imkansızı aştım ve nefesimle girdaplar biçimlendirdim.

Tıpkı bir balık gibi, ufuğun ağlarındasınız!
Bizler, süprematistler, size yol açıyoruz.
Acele edin!
Yarın olduğunda bizi tanımayacaksınız.

Çeviren: Yasin Öner