Jale İris Gökçe ile Ankara Sanat Fuarı’ nda çalışmalarını ve projelerini konuştuk.

Çalışmalarınızda Proust ve Brancusi özel bir yerde duruyor..

Büyüleyici bir zekaya, ilahi bir içgüdüye sahipler. Onlar bize entellektüel diyalog için bir çağrıda bulunur, en nihayetinde kendimizi bulmak istediğimiz o sessiz ve kavramsız özlere hitabederler. Yapıtlarında, eski bir dostla yeniden karşılaştığımı düşünür, görünen ve görünmeyen zarif bedenleri hatırlarım. Ne zaman bilincin, ne zaman bilinçdışının alanında olduğumu unuturum. Bu sanatçıların büyüklüğü, içinde yaşadıkları dönemin özünü, gerçekçi bir biçimde dile getirmelerindendir.

Geçmiş Zamanın Peşinde” ile nasıl bir ilişki kuruyorsunuz yapıtlarınızda

Buna yine Proust’un ifadesiyle yanıt vereyim: “Anılarımızı yeniden ele geçirme gayretimiz nafile, zihnimizin bütün çabaları boşunadır. … Yegane cennet kayıp cennettir.”

Önce edebiyat eğitimi aldınız … Sanırım bu yapıtlarınıza yansıyor..

Kuşkusuz etkisi olmuştur ama üretim sürecinde çok bilinçli yaptığım birşey değil bu. Edebiyat-tarih, sanatsal altyapımı sağlam temeller üzerine inşa etmek için seçtiğim bir yoldu. Hala birçok disiplinden yararlanarak ilerliyorum. Bilim ve sanatın ayrılmaz birer bütün olduğuna inananlardanım. Bu, sanatın büyüsünü bozmaz, aura kaybına uğratmaz. Aksine, yaratıcılığımız için yeni esin kaynakları ortaya çıkartır. Aynı zamanda bir romantik olarak söylüyorum bunu. Leonardo en iyi örnek.

Angel-Melek” sanat ve mitoloji açısından çok önemli bir imge.

Olan, hep olacak olan. Gerçek dünya. Bitmeyen bir şiir. Cennetteki ‘Gökkuşağı’. Burada olan veya olmayan. Formlu veya formsuz. Melekler bize bir şarkı söylediğinde duyduğumuz, kefaretini ödemiş olanlarımızın ise görebildiği. Kanatlı veya aramızda yaşayan kanatsız varlıklar, iyiler-kötüler, melekler-şeytanlar. İkili karşıtlıklar. Kaybettiğimiz ama birgün mutlaka bulmamız gereken kendiliğimizin saklandığı yeri müjdeleyenler..vs. İlk çağrışımlar bunlar. Zannediyorum bundan dolayı da doktora tezimin altbaşlığı “Gökkuşağı Meleğinin Anatomisi” oldu. Sanat, teoloji, mitoloji ve birçok alana esin kaynağı olan, neredeyse son yıllarda merkeze aldığım ruhsal varlıklar onlar. Hatta, size abartılı ve ironik gelecek ama, çocukluk oyunlarımdaki ve sonradan ‘Gökkuşağını’ ekleyerek benimsediğim adım da “Angel Rainbow”du. Son olarak ta, birkaç ay önce Yunanistan’da açtığım sergimin adıydı “Angel Rainbow”. Bundan sonra da kullanacağım kuşkusuz.

Psikanalizden aldığınız “kendilik nesnesi” önemsediğiniz bir bakış açısı..

Psikiyatrislerin alanına girmeden, mütevazi bir yorum yapmam gerekirse; Resim hakikatle ilişki kurmamı sağlayan çok özel bir nesne. Varlığımı doğrulayıp onaylayan; coşku, beğeni ve huzur ile renklendirdiği imgemi geri veren. Bana göre resim yapma, resim diliyle gerçekleştirilen bir kendilik araştırmasıdır hep. Bu nedenle, resmin sanatçı için tıpkı anne-bebek ilişkisinde olduğu gibi bir kendilik nesnesi, kendini ve dış dünyayı anlamanın bir nesnesi olduğunu düşünüyorum.

Çalışmalarınız art-brüt (atıklar) ve tipografi ile ilişki kurmayı önemsiyor.

Atıklar, mütevazi malzemeler, dekoratif olmayan ve gözleri okşamayan. Malzemeler arasındaki hiyerarşiye direnen alt sınıf. Bozulanı, çürüyeni, yok olanı tekrar yaşatma. Belki de reanimasyon. Son yıllarda kafama taktığım ekolojik tahribat ve sürdürülemezlik belki de. Absürdün, groteskin, akıldışının alanı. Dışlanmışın, görmezden gelinenin alanı. Geleneksel olmayan malzemelerle deneysel bir alan yaratma. Birçok şey söylenebilir bu malzemeler hakkında. Sonraki aşamada yüzeyde veya üç boyutta, tipografik elemanlarla grafik bir form olarak devreye giren yazıyı ise, bir yandan kullanılan sözcükleri desteklemek, diğer yandan bir gösterge olarak sözel içeriği iletmek amacıyla, deneysel bir şekilde kullanıyorum. Yazı artık kendi ayakları üzerinde durabilen bağımsız bir nesnedir. Görülen tipografik etki sezgisel bir şekilde ortaya çıkar ve okuma-yazmayı bana öğreten teksas-tommiksleri hatırlatır sürekli

Kolajlarınızda gazeteler ve mizah dergilerinin sayfalarını kullanıyorsunuz… Hep gösteriye dönmüş bir dünyaya dönük bir mesafe mi?

Aynen öyle. Çarpıtılmış gerçekliğe ve “bilinç”e. Dünyaya olan inancımı askıya aldığım, bir tür mizah içeren ironik-absürd-grotesk bir yaklaşım bu. Ve bu dünya zaman zaman öylesine yabancılaşmış bir hale gelir ki benim için, yönümü bulmakta güçlük çekerim gerçekten. Bir oyun bu , biçimlendirilmesi anlamsız olanla oynadığım bir oyun aynı zamanda. Dayanılmaz bir baskı hissederim üzerimde, kaçacak hiçbir çıkış yolu yoktur. Bu noktada kolaj vb. çalışmalarımda gazete ve mizah dergilerinin korunaklı alanlarına sığınırım. Onlar hayatı daha tolere edilebilir hale getirir ve dayanıklılık armağanı sunarlar. Bu kolajlar birer açık yapıt olarak ta okunabilir. Ayrıca, yer altından gelen seslere kulak verilmesi gerektiğine de inanırım hep.

Şu an veya gelecekteki çalışmalarınız konusunda da bilgi alabilir miyiz?

Şu anda sır gibi sakladığım, herkesin bildiği bir sır olan bir proje üzerinde kafa yoruyorum. Hiçbir yerde yazıp çizip paylaşmadığım, paylaşamadığım bir sır. Zamanı gelince açıklayacağım. Kimbilir belki de kefaretini ödemiş ehil birileri ile de paylaşabilirim daha sonra. Kendi içime doğru çok zor bir yolculuk yaptım ve yapmaktayım. Rehbersiz bir şekilde bu meşakkatli yolda tökezlememek bir mucize. ‘Ölümsüzlük otu’nu veya ‘felsefe taşı’nı bulabilecek miyim bilmiyorum. Sadece yoldayım ve yürümeye devam edeceğim. Bunu söylerken yanlış anlaşılmasın, narsisist bir bakış açısı değil bu, aksine örtük narsisizmimi törpülemek için bilinçli olarak izlediğim bir yol. Yoksa, dünyanın ve içinde bulunduğum coğrafyanın tarihsel, toplumsal, siyasal vb. durumunun tabii ki farkındayım. Üstelik, ahir zamalarda yaşıyor olduğumuz konusunda da hiç bir şüphe taşımıyorum. İnsanoğlu, kendi elleriyle yapıp ettiklerinden sorumlu. Sürdürülemez bir ekolojik tahribat yaratmaktayız ve ‘ekolojik intihar’ yaşamamız kaçınılmaz görünüyor. Bunu ben değil, NASA’nın raporları söylüyor. Yani, ‘mavi gezegen’ in akibeti besleyip büyüttüğü insanoğlunun eliyle mi, bir gök taşıyla mı veya kendi yapısından kaynaklanan bir doğa olayından mı son bulacak bilinmez. Ve böylesine gerçeklerle yaşamakta olan birçoğumuz da oturmuş hala dünyayı yaşanılmaz hale getiren bu zihniyetlerin şu veya bu şekilde güzellemesini yapmaktayız. 

JALE İRİS GÖKÇE

İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde okudu. 1991 Yılında Marmara Üniversitesi Atatürk Eğitim Fakültesi Resim-İş Bölümünden mezun oldu. 1994’te Marmara Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Resim Bölümünden Yüksek Lisans derecesi aldı. 2016 yılında Gazi Üniversitesi Güzel Sanatlar Enstitüsü Bileşik Sanatlar Bölümünde Sanatta Doktorasını yaptı. Sanatsal çalışmalarını Ankara’da yürütmekte olup, ağırlıklı olarak resim olmak üzere interdisipliner ve kavramsal projeler üzerinde çalışmaktadır.