Ana Sayfa Art-izan Gülçin AKSOY: “A” ve “Sevdiğim Aile Mezarlığı”

Gülçin AKSOY: “A” ve “Sevdiğim Aile Mezarlığı”

Gülçin AKSOY:  “A” ve “Sevdiğim Aile Mezarlığı”

Aaaa… A’dan ABLA’ya, A’dan AABİ’ye, A’dan Sevdiğim AİLE Mezarlığına… Balıkesir’den İstanbul’a… Mesafeler, hiyararşiler, ilişkiler… Gülçin AKSOY’un eş zamanlı iki sergisi… Biri“A”, biri “Sevdiğim Aile Mazarlığı”….

Heyecanla bekliyorum sergiyi, uzaktan uzağa takip, uzaktan uzağa heyecan, yanında yakınında olma isteği ama kilometreler var arada. Heyecanla beklenen açılışa gidememenin hüsranlığı ama öte yandan ilk fırsatta gidebilmenin hesapları, sonra ilk fırsatta bir yolculuk ve İstanbul. “A” işte tam karşımda. Simsiyah duvar üzerinde kocaman ve ışıklar içinde bize ve bana bakıyor. “A” bir başlangıç, peki ama neyin başlangıcı, kime göre neye göre? “A” bir hiyararşi peki ama hangi hiyararşi? Yaratılış, dil, alfabe…? Evet evet işte o dil ve işte o dilin yazı hali… Alfabe ve işte o kocaman “A” en başta… Dil ve göstergeleri… Dilin gösterenleri ile gösterilenleri… Cinsiyet farkı bile dile girişle başlıyor ve işte karşımdaki “A” bana tam da bunları anlatıyor.

Sonra ayrıntılara bakıyorum ışıklı A tek başına değil, kırmızı kablolarla iki tane cansız manken eline bağlı. Bu iki el kadın eli, aynı seviyede ve birbirlerine dokunuyorlar. Bu eller Michelangelo’nun Adem’in yaratılışı tablosundaki ellere referans verse de; ne bir yaratılış sahnesi, ne bir bahşetme, ne de bir hiyararşi söz konusu. Bu tabloda iki tane erkek var biri tanrı biri insan (Adem) ve ikiside bedenleri, yüzleri ve güçleri ile oradalar. Oysa burada A’nın altında A’ya bağlı sadece iki tane el var. Bu eller sadece oradalar, ne bedenleri ne yüzleri var. Aaaa(!) elleri, A’yı, kabloları hepsini birden algıladığımızda da bir kadın, bir uterus karşımızda…

Aaaa(!) bir tepki, bir şaşırma, A ile başlayan şeylerle bir didişme ve dilin sembolik dünyası ile kurulan ilişki ve hemen yanında işte orada SEMA… “Sema” siyah-beyaz bir serigrafi olsa da, serginin bir nesnesi olarak değil, gerçekten öznesi olarak orada. Sema ile konuşuyoruz, kollarını birbirine bağlamış kendinen çok emin bir tavırla A ile olan ilişkisini anlatıyor… Diyor ki “A” ile başımız dertte çünkü A baba kanununun hakim olduğu bu dünyanın tam da kendisi. Ama ben varım diyor “Sema”; adımla, bedenimle, yüzümle A’ya rağmen işte tamda buradayım diyor. Sema’dan sonra bizi Kadriye, Kezban, Nedret, Ayşen, Gülsen, Sema, Dilek, Nermin, Alev, Nalan karşılıyor, kumaş üzerine basılmış kolları birbirine bağlamış on tane kadın imgesi ama onlarda birer nesne olmaktan çok birer özneler. Onlarda Sema’ya sesleniyorlar yalnız değilsin Sema!!! Adlarımızla, bedenlerimizle, yüzlerimizle bizde varız ve işte buradayız.

A ile mücadelede birer abla’yız… Ahhh işte orada ABLA ve AABİ işleri bizi karşılıyor. Bu iki iş birer halı dokuma. Dokuma, artılardan ve eksilerden oluşan matematiksel bir sistem olsada hayata dair bir şey aslında. ABLA ve AABİ dokuma ile yazıldıklarından dokunma hissi uyandırıyorlar. Dokunmak istiyorum hem halılara, hem de abla’ya ve aabi’ye… Evet abla ve abi büyük olmayı gerektiriyor, yine bir hiyararşi giriyor işin içine. Ancak dokumayla yazılmış olduklarından o hiyararşi kırılıyor sanki. Dokumanın yani halının, ipliğin yumuşaklığı giriyor devreye; ipliğin birbirine eklenmesi, birbirine örülmesi giriyor işin içine ve o noktada abla ve aabi’nin büyüklüğü gidiyor birdenbire, sevgi ve sıcaklık kalıyor geriye… O sevgi ve sıcaklıkla birlikte aile karşılıyor bizi. Galeriden, İstiklal Caddesinden çıkıp, Gülçin Aksoy’un atölyesine Karaköy’e doğru gidiyoruz. Semtlerlerin sokakların bir paraçası oluyoruz birdenbire. Karaköy’ün, Perşembe Pazarı’nın, Bereketoğlu Han’nın içindeyiz bu kez. Merdivenleri çıkıyoruz yavaş yavaş her katta her odada başka hikayeler, derken atölyenin olduğu katta olduğu odadayız. Masalar, dolaplar, kitaplar… Derken siyah bir duvar, üzerinde incecik siyah kağıtlara yazılmış kelimeler, cümleler… Üstüste, altalta, yanyana gelmişler birbirlerinden bağımsız ama bir o kadarda bütünler… Hepsinde ayrı bir şeyler yazıyor “her yerdeyim her yerdesin”, “0 veya 1 sin”, “gölgesinde mevsimler boyu oturduğumuz” … ve dahası…Bende çoğlatıyorum yazılanları, zihnimde yeni kelimeler cümleler ekliyorum, kendime göre bambaşka bir kurgu, bambaşka bir hikaye yaratıyorum. Sonra karşılarına geçip hepsini bir algılamaya çalışıyorum ama olmuyor. Sonra yanlarından geçiyorum sadece üst taraflarından tuturulmuş bu incecik siyah kağıtlardaki kelimeler, cümleler uçuşuyor; benimle birlikte hareket ediyorlar. O zaman diyorum ki kendi kendime harfler, kelimeler ve cümleler ben varsam varlar. Oradan A’ya bağlanıyorum ve diyorum ki A ben varsam sende varsın…

Sonra öbür duvara, Duble Hikaye sergisinden tanıdık bir manzaraya, o manzaradaki bir fotoğrafa ve o fotoğraftan yaratılmış ağaçlara takılıyor gözlerim… “Gölgesinde mevsimler boyu oturduğumuz o ağaçlar”…

Sonra Han’ın içindeki bir alt kata iniyorum, sergi orada da devam ediyor…Tüm duvarlar, yerler siyah kaplı. Siyah duvarların üzerlerine beyaz ağaçlar çizilmiş… Gölgesinde mevsimler boyu oturduğumuz o ağaçalar işte yine buradalar…Yerdeki siyah döşeğe uzanıyorum ve Gülçin Aksoy ile Korhan Erel’in yaptığı ses enstelasyonunu dinliyorum yattığım yerden. Sesleri anlamaya anlamlandırmaya çalışıyorum kendimce… Aile mezarlığındayım. İşte mezarlıktayım yatıyorum etrafımda da ağaçlar. Sonra sesler giriyor devreye, bir sürü uğultu ve zaman o seslerle akıyor sanki… Kalkıp camdan bakıyorum gerçek yeşil ağaçlar var camın önünde ve onların yeşilene eş bir koltuk. Üzerinde AİLE yazıyor. Bu yazı baskı veya yapıştırma değil, dokuma hiç değil, tam tersine bir eksiltme… Tek tek yolunarak oluşturulmuş bir aile… İşte o aile yukarıda ki katta yer alan kelimeler ve cümleler gibi ayrı ayrı ve bütün. “Yol yoldu koltuğu.Yolarak dile gelmesini diledi”

Dile geldimi bilinmez tüm bu dil ve aile ilişkileri… Yazıya dökülen dili, dile indirgenen aileyi…A’dan SEMA’ya Sema’dan KADRİYE, KEZBAN, NEDRET, AYŞEN, GÜLSEN, SEMA, DİLEK, NERMİN, ALEV, NALAN”a, “Kadriye, Kezban, Nedret, Ayşen, Gülsen, Sema, Dilek, Nermin, Alev, Nalan”dan ABLA ve AABİ’ye, Abla ve Aabi’den “SEVDİĞİM AİLE MEZARLIĞINA”… Yukarıdan aşağıya, aşağıdan yukarıya, baştan sona, sondan başa ikilikler ve zıtlıklar üzerine “Nerede olmak isterdin? Nerdeyim? Nerdesin? “diye souyor Gülçin Aksoy ve diyor ki “Her yerdeyim her yerdesin”.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl