İyilik”, insana yüklenmiş bir “Borç” belki de…

Zamanla sınırlı olan ‘yaşam’ denilen bütüne, yine ’anne’ denilen varlığın bedeninden, ellerine, ellerinden, gözlerine şekillenerek büyüyor insan. Bu gelişim esnasında anneler, sizi sonsuz vicdan, merhamet, bağışlayıcılıkla beslerken, ondan arta kalan dünyanın da böyle olmadığını görerek, keşfederek, anlayarak bir biçime, karaktere kavuşuyorsunuz. Hayatla ilk karşılaştığınız andan ve sonrasında büyütülürken gördüğünüz o sonsuz iyilik, gerçek yaşantıda böyle olmayınca bütün bildiğinizi sandığınız şeylerin hepsi geçerliliğini yitirmek üzere zorluyor, hem karakterinizi, hem “iyilik” üzerine kurduğunuz düşleri…

Tabiidir ki annesi olanlar için bir genelleme olan yukarıdaki dediklerim, annesi ile büyüyememiş insanlar için bambaşka bir hal alır.

Geçen hafta Boğaziçi film Festivali kapsamında, yönetmeninin ve oyuncularının da olduğu ve sonrasında film üzerine söyleşi de yapılan “Borç”un gösterimine gittim.

Borç”, işinde gücünde iyi bir aile babası, arabasına tutkun Tufan’ın merkezinde olduğu; küçük hayal dünyasıyla, bir kızıyla yaşayan toplumsal kodlara uygun ev hanımı olma biçimini kabullenmiş Mukaddes’in (Muko’nun) hayatlarına yaşlı yan komşunun hastalanması ve onun kızının davranışları üzerine gelişen olayları anlatıyor.

Film, komşunun hastalanmasının ardından, rutin yaşantısına devam eden bir çekirdek aile üzerinden, filmin sonuna kadar net bir biçimde “iyilik” kavramını sorgulatıyor. Bu sorgulatma öyle bir hale geliyor ki Tufan’ın çalıştığı iş yerindeki işverenin zor durumdaki çalışanları ile ilişkisinden tutun da, Muko’nun Tufan’a, Muko’nun yaşlı komşuya, Tufan’ın yaşlı komşusuna, yaşlı hasta komşunun ailenin küçük kızına, (hatta bir karga detayı var içeride) karganın aileye… diye sürükleniyor.

Tufan ve Muko’nun toplumsal kodlarla belirlenmiş iyi olma biçimlerini yaşlı komşusunun dahliyle, ona yaptıkları iyiliği de içselleştirme uğraşıları, bu esnada Muko’nun sabırlı, ama yer yer sertleşen kendisi ve yükümlülük gibi duran iyiliğe karşı direnişini esnasında da defalarca aynı soruyu sorduruyor “iyilik borcumuz mu?”…

Tufan ve Muko, filmin içerisindeki tüm karakterler, çok aşina olduğumuz insanlar. Öyle ki bazen akrabalarınızdan, tanıdıklarınızdan birileri karakterlerin yüzleri ile yer değiştiriyor. Hikayenin sıradan oluşu, öyle beylik laflar etmeden, herhangi bir karakteri sizden, hayattan uzaklaştırmadan ilerleyişi filmi bir kat daha güzel kılıyor. Tufan’ın iş yerindeki Hüsam’ın olaylara verdiği tepkiler, herhangi bir iş yerinde olabilen birisi. Ki içlerinde bana en yakın tavrı sergileyen de Hüsam, bunu da antiparantez belirtmek isterim.

Borç”, en önemli sorgulatmayı da yaşlı kadının kızı ve Tufan’ın karşılaştığı anda yaşatıyor. Tufan’ın kıza sorduğu tüm sorular, aslında kendisinin cevaplaması gereken sorular olduğunu anlamamazlıktan gelmesiyle (bence anlamamazlıktan geliyor, toplumsal cevaplar arıyor) sorgulatma zirve yapıyor. Başta altını çizdiğim anneyle şekillenen “iyilik” ve “vicdan” yapılanması, annesiz büyümüş Tufan’ın dediklerime tezat oluşturan bu durumdaki çelişkisini ve de sorgulamayışını da anlamlı kılıyor olabilir. Kim bilir?..

Küçük bir detay gibi dursa da Muko’nun “kadın olma” halini, ev kadını sıfatıyla kurduğu küçücük hayalini ve Tufan’ın arabasıyla olan bağı da aslında yaşamdan “haz almak” içgüdümüzün, gereksinimimizin altını çok fazla çiziyor. Gereksinem diyorum, çünkü mutlu değilseniz, mutlu edemezsiniz. Haz alacağınız şeyler yapmazsanız, haz verecek insanlarla bir arada bulunmazsanız, mutlu olamazsanız. Demin de dediğim gibi filmde arada detay gibi dursa da gereksinim, otonom ihtiyaç olan haz alma durumu, mutluluğu, mutluluk da iyiliği doğuracaktır, doğurur. Filmin aslında düğümlendiği ve çözüldüğü, sorulduğu ve cevaplandığı yerde burada duruyor. Haz, mutluluk ve iyilik arasındaki doğru orantıda. Bu sıralamayı filmde Tufan başlarda tersinden kabullenirken, sonrasında sıralama ve orantı şaşınca değişime uğruyor ister-istemez. Bu orantı, terazi herhangi bir şekilde şaştığında “iyilik”, insana yükleniş bir borca dönüşüyor.

Daha fazla detaya girmeden ve uzatmadan;

Benim için bir filmi güzel kılan en önemli etken, filmin ritmi. Filmin ara verilmeden bittiğini, ekrana jenerik gelDiğinde anladım. Hele ki minimal, yukarıda da belirttiğim üzere sıradan bir hikaye anlatırken bu kadar içine alabilmek, bütünüyle sizi hayatla, hayatınızın bir ânı, ilişkilenme biçimlerinizle kendinizle kavgaya tutuşturmak, neye uğradığınızı şaşırarak, salondan çıkmanızı sağlayan filmlerin sayısı az, o yüzden film listemde tekrar izlenecekler listesine kesinlikle yazdırdı kendini.

Sırf bu nedenden belki de en beğendiğim, her fırsatta hayranlığımı dile getirdiğim Asghar Farhadi’nin hikayeleri, anlatım şekli, filmin ve kurgunun ritimine seslenen izler de taşıması beni çok heyecanlandırdı.

Yönetmen Vuslat Saraçoğlu’nun ilk uzun metraj filmi Borç’ta işinin hakkını sonuna kadar verdiği çıkan sonuçla ortadayken, tabii ki oyunculukları tartışılmayacak Serdar Orçin’in inanılmaz performansı, İpek Türktan’ın nerdeyse perdeye gidip, dertleşmek, kulağına bir şeyler söylemek isteyecek kadar gerçek duruşu, her biri biribirinden değerli Rüçhan Çalışkur, Beyti Engin, Feridun Koç ve diğer oyuncu kadrosuyla zaten işin kudretini öncesinde, afişe bakarken bile size muştuluyor.

Yolu açık, gişesi bol olsun…

mahirkarayazi@gmail.com

Yönetmen: Vuslat SARAÇOĞLU

Oyuncular: Serdar ORÇİN, İpek TÜRKTAN, Rüçhan ÇALIŞKUR, Ozan ÇELİK, Beyti ENGİN, Feridun KOÇ, Ülkü Aybala SUNAT, Öykü SEVİNÇ