Jet Sosyete dizisi pazar akşamları yayınlanmaya başladı. Gülse Birsel’in yazıp Hakan Algül’ün yönettiği dizide komedi alanında ünlenmiş televizyona aşina birçok isim rol alıyor.

Karakterlere, anlatılmak istenen meseleye, oyunculara ayrıca eğileceğim fakat ilkin bir noktaya açıklık getirmem gerektiğini düşünüyorum. Bir TV dizisi neden eleştirilir? Okurlara ne ölçüde doğru gelir kuşkusuz kestiremiyorum ancak bu konuya dair bakışımı toparlayayım. Birincisi bir sinema filmiyle bir televizyon dizisini birbirinden kırmızı çizgilerle ayırıp sinemaya eleştirilecek sanat ürünü, diziye ise karalanacak popüler kültür çıktısı şeklinde bakmıyorum. Sinema filmleri de –en estetik, felsefik, sinematografik açıdan zengin olanları bile– popüler kültürden tamamen bağımsız değerlendirilemezler ve her ikisini bağlayan ana unsur; bir olay örgülerinin oluşu, ‘‘bir şeyler’’ anlatmasıdır. Anlatılan ve anlatış olduğu sürece –beyaz perde/cam ekran fark etmeksizin– topluma ulaşan, sunulan her anlatıyı yorumlamayı doğru buluyorum. İkincisi Türkiye’de televizyon camiası -gördüğüm kadarını söyleyeyim- hep kendi yağında kavrulmaya mahkûm edildi. Sinema eserleri eleştirildi, değerlendirildi; filmler tanıtıldı, çoğu kez övüldü, yerildiler, bazen kıyasıya dövüldüler fakat televizyon içerikleri özellikle son dönemde birkaç gazete yazarı tarafından konuşuldu. Bu yazarlardan aklıma gelenler; Sina Koloğlu, Yüksel Aytuğ, Mesut Yar ve Ali Eyüboğlu’dur. Uzun lafın kısası, eskiden gazeteler cumartesileri televizyon ekleri yayınlar, programlara dair tam sayfa ayırırlardı. Eğlence anlayışı bireysel kanallardan (internetten) tüketime kayınca programlar hakkında fikir yürütmek de ‘‘boşa kürek çekmek’’ sayıldı. Televizyonlar da bir dış görüşe tabi tutulmadığından giderek canavarlaşıp kendi yağlarında ne pişirirse pişirsin kimseye tattırmadan sunmaya başladılar.

‘‘Yerli dizi yersiz uzun’’ mu?

Dürüst olmak gerekirse diziler yersiz uzun şamatasını pek anlamlı bulmuyorum. Bir ses çıkartılıyor, sesi çıkaranlar dahi seslerinin yankısı tamamlanmadan ‘‘tükürdüklerini yalamak’’ mecburiyetinde kalıyorlar. Öyleyse bir boşa kürek çekme eylemi daha gerçekleşmiş oluyor. Süreyi kısaltıp kaliteli iş sunma görüşü/önerisi her defasında parlatılıyor. Sonuç yok. 

Sonuç var aslında. Bu görüşten internet dizileri doğdu. Tek olumlu sonuç, karşı çıkılanın aksi olduğundan olumlu sanacağımız sonuç yeni bir sömürü pazarının açılması oldu! Kasa yine kazandı!

Bir üst akıldan bahsetmeyeceğim ama dizilerin süresinin uzaması, birbirine far görmüş tavşan gibi bakan makyaja bulanmış suratların çoğalması sektördeki dönüşümden kopuk bir düzlemde ele alınamaz. Sektördeki dönüşümleri de yeni ihtiyaçlar belirler. Arz dediğimiz; büyülü bir dünyada, gösteri dünyasında talepler doğrultusunda belirlenir. Taleplerin ötesinde sektörün açmazları da programların programlanmasına dâhil edilir.

Tv izleyicisi doksanlarda bir saatlik dizi izliyordu; bugün iki buçuk saatlik diziler izleniyor, neden? Aynı seyirciye iki binlerin başında ‘‘Dokun Bana’’ diye bir yarışma programı izletildi. Yarışmacılar arabaya sahip olmak için ona uzun süre dokunmak zorundaydı. Seyirciye BBG izletildi, dikizci tatsız tuzsuz bir kültür pişti ve uzun süreli diziler gökten zembille inmedi. Kaldı ki Türkiye televizyonlarında anlatılar Avrupa ve Amerika kökenli anlatılara kıyasla daha uzun oldular. Biz millet olarak lafı dolandırmayı, çok konuşup hiçbir şey söylememeyi severiz. Politikacılarımız da böyledir. Her kürsüde aynı nutku atarlar, bazen eylemle öznenin yerini değiştirmekle yetinirler.

Sit com kültürü bizde farklı bir damardan beslendi, esinlendi. Bir Amerikan sitcom’u yaklaşık yirmi dakikayken bizde bir saatten uzun sitcom’lar çekildi. Fast food kültürü Amerika’da özü ve biçemi yönetebildiğinden az zamanda çok iş yapabilen pratik anlatılar ana hattı kurarken bizim kültürümüz gereği insanımız seyir esnasında çene çalmayı, çekirdek çitletip meyve yemeyi severdi. Buna karşılık bir Amerikalı dizi izlerken bira tükettiğinden hareket alanının daha geniş olması makbuldü. Çekirdek ve meyvenin uyuşturucu, öte yandan eve bağlayıcı etkisi; alkol tüketiminin sokağa yahut ev içinde başka bir uğraşa yönlendiren savruk imkânlarına karşı anlatının derlenip toparlanmasını zorunlu kılmıyordu. 

Bugünlere bu şartlarda gelindi ve oyuncuların ‘‘yerli dizi yersiz uzun’’ şikâyetlerini anlıyorum fakat örneğin şunu daha sık yapamazlar mı? ‘‘İş koşullarımız iyileşsin, vardiyalı çalışalım, beş kişinin yapacağı iş iki kişi yüklenmesin’’ diyemezler mi? 

Diyorlardır da öne çıkan dizinin süresi olunca pek dikkate alınmıyorlardır ve süre tartışması işverenin de işine geliyordur. Teşbihte hata, elçiye zeval olmaz ya benzetmem densiz bulunursa peşinen af ola. Bir hırkanın boyu uzun, emek sömürüsü yoğun ve ustabaşları çıkıp şunu söylüyor: ‘‘hırkanın boyu yersiz uzun’’. Ustabaşları oyuncular sayarsak patron onlarla yola devam edip işçilerini kapı önüne koyabilir. Olan set çalışanına; ışıkçısına, kameramanına olmuş olur. Diyeceksiniz ki hırka ile dizi bir mi? İkisi de bir şeyler ifade ediyor ve moda esasında hiçbir şey ifade etmiyor ve bu bakımdan, evet birler!

Dizilerin kalitesizleşmesinde yahut set çalışanlarının kötü koşullarda çalıştırılmasında tek sorumluluğu süreye vermek gerçeklerden kaçışı işaret etmektedir. Dizinin kalitelisi nasıldır mesela? Diziler, televizyon karşısındaki izleyiciyi koltuğuna mıhlamak için çekilmez mi? Eğer öyleyse uzun veya kısa uyuşturduğunun hesabını tutmak fayda eder mi? Hani bu hesap biraz da zengin masalarında burna çekilen mi, sokak aralarında ağza atılan mı ayrımını hatırlatmaktadır. İşin fenası bunu dizi oyuncuları da gayet iyi bilmektedir.

Televizyonda Mizaha İnternet Şoku: Bu Sefer Güldürmedi!

‘‘Jet Sosyete’’ dizisinin tanıtımı haftalardır dönüyordu. Bu bakımdan yeni bir Yalan Dünya fiyaskosunun geleceği aşağı yukarı belliydi. Gülse Birsel’in ilk işi Avrupa Yakası tutmuştu, Birsel de bu tip mizahı sürdürme çabasına girdi. Televizyon dünyasının acımasızlığını göz önüne alırsak bilhassa komedide kendini geliştiremeyenin tükenip gittiğine çok defa şahit olduk. Mizah anlayışı duygusal entrika nitelikli dizilere kıyasla daha hızlı güncelleniyor. 90’larda türkücülerin başrol oynadıkları dizilere bugün pek rastlanılmasa da aynı algının sürdüğünü, yalnızca mekânların ve sınıfların değiştiği görüyoruz. Arabesk yerini entrikaya bırakırken melankoli cephesinde yeni bir gelişme yaşanmıyor. Mizah anlatısı ise dışarıdan etkileşime daha açık ve muhalif yapısıyla âdeta bir kurtlar sofrasını andırıyor. Bu sofradan yiyip kalkılması gerekiyor. Gani Müjde, Levent Kırca, Yasemin Yalçın yiyip kalktılar. Birol Güven deseniz; yalnızca o doymak nedir bilmiyor!

Gülse Birsel, 90’larda kadın mizahçımız Yasemin Yalçın’ın yaptığını iki binler başında yeni bir ruhla ortaya koydu ve ayrıksı bir anlatı dili oluşturdu. İki kadın mizahçımız arasında ciddi farklar vardı. Yalçın’ın döneminde çocuktum, fakat kadın mizahçımız diye parlatıldığını, desteklendiğini hatırlamıyorum. Birsel televizyon dünyasındaki değişime denk geldi ve milenyumu, yeni yüzü yakalamayı başardı. Gülme efektinin ‘‘efektif’’ kullanıldığı bir süreci yürüttü. Avrupa Yakası’nın bir fenomen haline gelmesi tesadüf değildi; tersi, rağbet görmeyişi çok tuhaf olurdu. Ekonomik krizi takip eden yıllarda televizyon seyircisi hem gülmeye hem öykündüğü bir dünyanın parodileşmesine ihtiyaç duyuyordu. Birsel bu iki ihtiyacı da karşıladı. Teknik isabet ile içeriğin isabeti örtüştü ve Avrupa Yakası sezonlar boyu izlenmeyi ve konuşulmayı başardı. 2004’ten 2009’a değin yayınlanan dizi ekranlara veda ettiğinde sosyal medya yeni yeni yükselişteydi. Avrupa Yakası yayınlandığında; Facebook (2004), Youtube (2005) Twitter (2006) gibi paylaşım siteleri kuruldu yahut dünyaya açıldı. İnternet ile ilişkiyi vermemin iki sebebi var. Birincisi Avrupa Yakası son evcil komedi dizileri arasındadır. Evcil derken televizyon-ev salonu bağlantısını kast ediyorum. Diğer sebep; dizinin altyapısında internet etkisinden ziyade televizyon etkisinin bulunmasıdır. Gülse Birsel reklamlardan güldürü devşiren bir program sunmuştu. Şimdi Avrupa Yakası’nın rağbet görmesinde üçüncü bir etken olarak internetin popüler kültürü domine etmeyişi rol oynamıştır. Sit com komedisi, toplumsal ilginin araştırılması ve popüler kültürün henüz cam ekranın tekelinde kalmasını başarının sac ayakları sayabiliriz diye düşünüyorum. Avrupa Yakası’nın formülü neydi? Bir apartman, bir cemiyet; apartman ile cemiyetin buluştuğu bir kültür ve ilişkiyi kuran işler (dergi, muhallebici)… Bol miktarda karikatür bu kültürün yörüngesinde dönüp duruyordu. Apartmanda, dergide karikatürler dikkat çekiyordu. Karikatürlerin zamanla balondan/metinden ayrılarak çizgiye/şablona kayışına tanık olduk. Karakterler yerine kültürün ağırlığıyla durumu pekiştiren dizide tadı kaçan karikatür yerini yenisine bırakıyordu. Durum değişmiyor, olaylar tamamen durumun, mekânın ve atmosferin belirleniminde gerçekleşiyordu. Belki bir erken Recep İvedik izleri görebileceğimiz Burhan Altıntop, Beyaz Türklerin Anadolu Kaplanlarınca bastırıldığı bir esnada yükselmişti. Altıntop yerel bir karaktere benzemiyordu, Tokatlıydı, İç Anadolu’nun çorak kültürünü temsil etmekteydi ve bir hıncın izdüşümüydü. Gülse Birsel kimi oyuncuların ayrılmasından da ötürü diziye yerellik katma yoluna gitti. Son sezonlarında Adana unsuru devreye girdi, onun ötesinde şiveli konuşmayıp Türkçeyi katleden karakterler de eklendi. Tipler kendilerini gülünç ifade ve takdim ediyorlardı, bu hal onları hem keyiflendiriyor hem daha da tuhaflaşmalarına yol açıyordu. Çizgili pijamalı, seri katil bakışlı, kara gözlü karakaşlı Gaffur karakteri kapıcının oğlu sıfatında Burhan Altıntop’un fırsat bulamamış bir türü gibiydi. Burhan Altıntop alabildiğine fırsatçıydı, çıkarına düşkündü, işini biliyordu. Benim Anadolu Kaplanım işini bilir ekolündendi, ‘‘ben de Nişantaşı çocuğuyum’’ diyordu. Gaffur ise Nişantaşı çocuğu olduğunu öne sürmüyor, dışarıdan katılımını yadsımıyordu. Burhan bir öykünme fotoğrafıyken Gaffur’un herhangi bir yere sığma derdi yoktu. O olduğu gibi kabullenilecekti. İletişimi reddeden, dayatmacı ve umursamaz bir tavra sahipti. Erken Recep İvediki kodlarına Gaffur karakterinde de rastlanabilir. İvedik; Burhan Altıntop’un eziklik hissetmeyen, Gaffur’un ise dışa dönük bir yorumundan sentezlenmiş ve iki karikatürün kaynaşan çizgilerinde âdeta mutantlaşmıştır. İvedik ile Birsel karakterlerini aynı kefeye koymak hoş karşılanmayabilir. Zaten nitelikli-niteliksiz mizah kabilinde suni ayrımlar piyasanın yönelimlerini taklit etmeye yaramaz mı? Karakterlerin toplumsal karşılıkları değerlidir. Mesela muhalifler mi, eleştireller mi? Neyi parodileştiriyorlar? Hangi sınıfı yerip hangisini yüceltiyorlar? Bana kalırsa bu sorulara cevap aramak çok daha önemlidir.

Köprünün Altından Akan Sular ve Semtler

Köprünün altından çok sular aktı. Gülse Birsel şansını bir kez de Cihangir’den seslenerek ve dizi sektöründeki sorunlara yaslanarak denedi. Sektörün ve Cihangir’in bu sorunları kapalı kaldı, seyircinin ilgisini toplayamadı. Nihayet kürkçü dükkânına daha emin adımlarla dönüldü.

Jet Sosyete’de neler izleyeceğiz? Neler izlemekteyiz? Bir kere Nişantaşı’nın İstinye’ye taşınması dönüşen çehreyi aydınlatıyor ve sonradan görmelik teması metne dolaysız akıyor. Birsel anlatımını pervasız boyutlara taşıyabilir çünkü atışın serbest olduğu bir zemin seçmiş kendisine. Zenginin harman olduğu yerden, ‘‘taşındığı bir yere’’ gelinmiş. Hikâye çelişkisiz iki sınıf karşılaşması ve hal hatır sormasından ibaret görünüyor. Aynı suya düşülmeyip “aynı gemide’’ çırpınılacak! 

Getir götürcülük’ten ansızın genel müdürlüğe terfi eden Yaşar, timsah derisinden ayakkabı giyen, muhtemelen vitrinden kıyafet seçer gibi eski bir mankenle evlenen tekstilci patronu, onun şımarık oğlu… Ofiste gey modacı, ukala ve ötekileştirme erbabı bir halkla ilişkilerci… Zenginle fakirin bir araya gelip kuyrukların birbirine hiç değmemesi… Oysa eleştirel bir gözle bu kuyrukların kör düğüm olması ayrı bir pencere açabilir. Moliere Cimri’sinde sınıf çatışmasını iliklerimize dek hissederiz. Hâlbuki Cimri eseri de durumun gülünç ayrıntılarına, yaşanmayacak tesadüflere, kaderin cilvelerine vurgu yapmakta ve varsılı merkezine koymaktadır. Varsılın yalnızlaştırılması, yabancılaştırılması hatta ona ‘‘cimri’’ denmesi bile eleştirel bir yaklaşımın ürünüdür.

Birsel’in televizyonda eleştirel bir mizah kullanması olasılık dâhilinde gözükmüyor. Ondan beklenen yapacağı işi layıkıyla yapması yani çatıyı doğru kurması, abartı ile absürdün ayrımını karikatürlerinde uygun belirlemesi. Ayrıca kendini bir parça dahi olsa yenilemesi! Kendini yenilediği takdirde diğer dengelere de varılacaktır. Gülse Birsel kendini yenilemeye yanaşmıyor. Durum değişiyor, zengin değişiyor, yoksul değişiyor, siyasi atmosfer değişiyor ama Birsel’in kurduğu setler hep aynı. Aynı olamaz mı? Elbet olabilir, demokrasilerde çare tükenmez ve hem kimsenin giydiğine kimse karışamaz lakin Avrupa Yakası’nın bir çıta bellenmemesi gerektiğini savunuyorum. Avrupa Yakası başka bir televizyon dünyasının vakasıydı, Yalan Dünya ile Jet Sosyete işleri onu taklit etmemeliydi. ‘‘Çağa ayak uydurmak dedikleri bu olsa gerek’’ti! Olanla ölmüşe çare yok! Jet Sosyete Yeni Türkiye’nin nabzını nasıl tutacak izleyip öğreneceğiz. Ancak idare müdürü Burhan Altıntop ne yapıyor? Yaşar olarak karşımıza çıkıyor. Bu kez evli barklı, daha çekingen, yine kompleksli… Aile boyu, kompleks bir kompleks izliyoruz! Burhan Altıntop geçmişini bilmesek de o makama kendi imkânlarıyla yükselmişti Yaşar Usta talihin yardımıyla sınıf atlamaya göz dikiyor. Gaffur deseniz Yaşar’ın tekinsiz kayınbiraderi Gündüz olarak güncellenmiş. Hakkını verelim, Gündüz’ün ayakları yere daha sağlam basıyor. Pamuklu bir soyadı taşıyan zengin aile Sütçü ailesine nazaran çürük bir aile… Kadın eski manken, koca sonradan zengin tekstilci… Patronun annesi dizilerin etkisinde kalan dengesiz bir kadın ve evlat epey şımarık… Bir bakıma şunu görüyoruz: merkez aile giderek yozlaşıyor, o aileyi saran karakterler cesaretlerini yitiriyorlar. Sütçü ailesine dolaylı yollardan kafa tutan Burhan Altıntop, Gaffur gibi karakterler ehlileşiyor; Yaşar Usta ve Gündüz’e eviriliyorlar. Aslında, yozlaşan merkezin çevresini de yozlaştırdığı sonucuna varabiliriz. Tabi biraz zorlamak kaydıyla!

Merkez aile-kapıcı aile çatışması yerini sonradan görme aile-sonradan görmek isteyen aile çatışmasına bırakıyor. Apartmana has dikey ilişkiden site anlayışını destekleyen, komşuluk halinin altını çizen bir yatay ilişkiye doğru kayılıyor.

Sosyal Medyadan Cam Ekrana Transferler

Avrupa Yakası ile Jet Sosyete dizilerine dair en bariz farkı oyuncuları üzerinden ortaya koyabiliriz. Avrupa Yakası’nda oyunculuklar  daha profesyonel ilerliyordu; Jet Sosyete’de ‘‘gelişine vuruş’’ telaşı hâkim. 

Çağlar Çorumlu nitelikli ve komik bir oyuncu ancak geri kalanlar için ne söylenebilir? Cengiz Bozkurt oyunculuğundan çok şey kaybediyor. Onu Leyla ile Mecnun’da Bakkal Erdal olarak tanıdığımızda güçlü bir figürdü ve kişiliğe dayalı bir rolde parlıyordu. Benzer rollerde boy gösterse bile geldiği noktada büsbütün etkisizleşmiş. Bu etkisiz durumundan bir fikre varırsak Altan Erkekli ve Füsun Demirel ile aynı yazgıyı paylaşacak gibi duruyor.

Diziyi iki bölüm izledim, Hasibe Eren henüz oynamadı! Adı yazıyor fakat kendisi yok! Genç oyuncular televizyon ve internet çıkışlılar… BKM Mutfak ekibinden Şahin Irmak, artık Birsel’in kadrolu oyuncuları da diyebileceğimiz Sarp Apak ve Derya KaradaşTuğba Çom’u yıllar evvel ortak bir arkadaşımız vasıtasıyla beş-on dakikalığına tanımıştım. Kendisine bu vesileyle başarılar dileyeyim. Ecem Uzun gotik görünümde yeni şeyler vaat etmiyor. İki isim ise internetten geliyor: Aslı Bekiroğlu ve Deniz Cengiz. Cengiz’i açıkçası İlayda karakterinde başarılı buldum. İtici karakteri ses tonunda doğru yakalıyor ve bunu anladığım kadarıyla sosyal medya videolarına borçlu. O videolardan birkaçını seyredip aynı ses tonuyla itici kişiliği özümsediğini gördüm. Bartu Küçükçağlayan ve Ayşenil Şamlıoğlu da pek yeni bir rolde görünmüyorlar. Birsel kendi rolünü dengeli koymuş zaten bunu iyi yapıyor. Mimiklere ağırlık veren bir oyunculuğu benimseyen Birsel, botokslu manken eskisinde nasıl manevra sergileyecek merak konusu…

Zenginin Dizisi Züğürdün Kalemini Yormasın!

Toparlarsak Jet Sosyete’de bir dönüşüm açıkçası izlenebiliyor. Şımarık zengin söylemine bir sonradan görmelik ve belirsizlik ekleniyor. Toplumun tekinsizliği ve kayganlığı Avrupa Yakası’ndaki zenginlerden Jet Sosyete’ye geçildiğinde daha sıkıntılı bir hal alıyor. Avrupa Yakası’nda şımarık zenginleri barındıran aile, derginin sahibi aileyken anlatının merkezindeki aile yerli ve oturaklı bir Nişantaşı ailesiydi, gerçek anlamda elit bir yaşam geleneğini imliyordu. Jet Sosyete anlatı merkezini Nişantaşı’ndan İstinye’ye kaydırırken tedirgin ve sonradan görme ilişkilerin altını çiziyor.

Gülse Birsel’in ‘‘Adanalılık’’ dışında bir yerellik çizemediğine, Tokat veya Elazığ’ın karikatür düzeyinde anlatılara katıldığını diğer yandan kapalı mahalleri, cenahları aşamadığını topluma tam anlamıyla karışmadığını görüyoruz. Birsel durum mizahını eleştirellikten uzak tuttuğu için metinlerini yenileme ve karakterlerini çeşitlendirme gereksinimi duymuyor, bize hep benzer durumları bildiriyor. Biz seyirciler ise bazen kimi değişimleri sezebiliyor ve olayların siyasal gelişmeler çerçevesinde, toplumsal dönüşümler ışığında güncellendiğini kavrayabiliyoruz.

Recep İvedik karakteri ilk olarak Şahan Gökbakar’ın Alper Mestçi ile birlikte TV8 kanalı için hazırladığı Dikkat Şahan Çıkabilir isimli programda canlandırılmıştır. Bu programın yayın başlangıcı 2005’tir. Gaffur ve Burhan Altıntop karakterleri ise Avrupa Yakası’na üçüncü sezonunda/2006’da dâhil olmuşlardır. Bu karakterlere erken Recep İvedik yakıştırması yapmam İvedik karakteri detaylı işlenmeden önce ünlü olmalarındandır. Recep İvedik’in ilk filmi 2008 başında vizyona girmiş ve devamı gelmiştir.