Ot, Kafa, Fil, şu-bu derken bir stant dolusu edebiyat dergimiz var ama bu dergilerin kafası eşe dosta hava atmak isteyen, okuduğu her kitabı yarım bırakmış bir Facebook kullanıcısından farksız. Aforizmadan beslenen, görkemli kaybeden edebiyatını yağlı arabesk tavasında gezdirerek tabağa döken ve bu bulamacı afiyetle okuruna yediren şeyler bunlar.

Penguen kapandı, son birkaç sayıyı alıp hiç okumadan muhafaza edebileceğiniz bir yere kaldırdınız umarım. Siz değilseniz bile pek çok kişi yaptı bunu çünkü birkaç yıl sonraki “Penguen, Uykusuz falan vardı, ne güzeldi” konulu muhabbetlere “son sayıları var bende…” diye havalı bir giriş lazım.

15 yıllık ömrü oldu bu derginin ama mizah dergiciliğinin Penguen’den öncesi de var elbet. Zaten o gelenek olmasa ne Uykusuz ne de Penguen olacaktı. Arı oğul verir gibi dergi içinden dergi, kadro içinden kadro çıktı ama geriye kalanlar belli; Gırgır, Penguen, Uykusuz… Ana akım medyanın kafayı yorganın içine sokup titrediği şu günlerde bu yayınlar yel değirmenlerine saldıran son Don Kişot’lar. Yani öyleydiler… Gırgır bahaneyle kapatılalı çok olmadı, Penguen yeni gitti ama bu bir sonuç; birileri çıkıp size “şövalye falan değilsin, delisin sen” derse ne yapacaksınız?

Tam 1 ay önce bir kısa film etkinliği için Malatya’daydım. Otel odasında okuyacak bir şeyler almak için girdiğim büfenin sahibiyle konuşuyoruz. Penguen’in kapanacağı henüz çok taze haber, “sizin satışları etkiler mi”? diye soruyorum ama beklemediğim bir cevap geliyor; “yok abi, geçen ay 50 Penguen 580 tane de Ot sattım”.

O zaman, Penguencilerin şu “artık karikatürlere telefondan bakıyorsunuz, dergi almıyorsunuz” söylemi boşa çıkıyor, daha doğrusu darbe içerden yapılmış. Okur Penguen’i, Uykusuz’u bırakıp Ot’u Kafa’ya sarmış. Onlar da farkında ama yiğitliğe leke sürdürmek istemiyorlar. Okura yüklenmek en kolayı ve evet, ben de öyle yapacağım!

AĞLAMA DUVARI

Derginin geçen sayısında bu dergilerin ipliği pazara çıkarıldı ama biraz da ben bahsetmek istiyorum. Ot, Kafa, Fil, şu-bu derken bir stant dolusu edebiyat dergimiz var ama bu dergilerin kafası eşe dosta hava atmak isteyen, okuduğu her kitabı yarım bırakmış bir Facebook kullanıcısından farksız. Aforizmadan beslenen, görkemli kaybeden edebiyatını yağlı arabesk tavasında gezdirerek tabağa döken ve bu bulamacı afiyetle okuruna yediren şeyler bunlar. Muhsin Bey’i Ali Nazik’le aynı yatakta basmış gibi garip hissettiriyor bu dergileri okumak. Okuyana karışmam (karışacağım) ama bana sorarsan hepsi ham kağıt israfı, hiçbir zaman kıymetlenmeyecek çöpler.

Neden çöp? Çünkü yazarları yazar değil, yazma heveslisi bir takım ünlüler. Onların hükmü sosyal medyada epey kıymetli, bu dergileri çıkaranlar da bunu çabuk fark etmiş olmalı ki doldurdular hepsini kadroya. Sonra gelsin duygu sağanağı kaybediş anıları.

Sanırım Gezi Direnişi bizim kırılma noktamız. Bu dergileri liberal pişmanlığının ağlama duvarına dönüştüren de Gezi Direnişi sırasında iktidarın gerçek yüzünü görmüş olmaktan kaynaklanıyor. Eğer alıp okuyorsanız bu dergilerin yazar kadrosunun genellikle geçmişin tüy kondurmayan YAE’cilerinden (Yetmez ama Evet) oluştuğunu göreceksiniz. Şarkıcılar, sinemacılar, oyuncular vs. Asıl işi yazarlık olmayan bir kalabalık ama benzer liberal hassasiyetleri. Beni üzen ise hala işe yaramaz masallar anlatmaları ve bunları akçeye çevirebiliyor olmaları. Şüphesiz bu bir yetenek! Her zaman –ekonomik değer üreten- ideal aklın temsilcisi olmak ve hep yanılmak…

Yapanlara, yazanlara kızdık sıra geldi tokadın büyüğünü yiyecek olana, yani bu dergilerin has okurlarına… İçinizdeki kaybediş nostaljisini besleyecek bir şeyler bulduğunuz için seviniyor ve bunu, bir şeyler için sonradan mücadele ederek soylulaşmak duygusunu, hepimizin Ortadoğulu köklerine bağlıyor olsam da bu ihaneti kabullenemiyorum.

NEREYE GİDİYORUZ?

Bu dergilerin de bir geleneği var ama o geleneği devam ettirdikleri söylenemez. Şu an yaptıkları yayının rotası Gezi’den 1-2 yıl sonra belirlendi. Penguen ve benzeri mizah dergileri Gezi Direnişi ve sonrasında arsız bir direniş mizahı yapıyor ve bunun sonucunda da bin tane davayla uğraşıyorken bu dergiler daha güvenli bir rota olan kaybediş nostaljisine yöneldiler. Okur da bunu sevdi, hep sever zaten. Kaybettikten sonra sahip çıkmak aşkımızı büyütüyor sanırız biz. Bu yol bizi ta Emek sinemasına götürür. Sahip çıkmak için önce kaybet! Bu artık neredeyse bir slogan…

Gırgır gitti, Penguen gitti, bir zaman sonra da Uykusuz gidecek. Kendileri de söylüyor zorda olduklarını. Sen yine bu dergileri alma ama otur bir sor kendine sevgili okur. Sana bu soylu ve acıklı kaybediş nostaljisi yükleyenlerin açtığı beach’te bir bira kaç para? Bak yine tasarladılar seni işte… İşte yaz geldi, haydi bayiye, bir Ot al, at plaj çantana, iyot ve güneş kremi kokusunun birbirine karıştığı Ot’un plajında buz gibi biranı içerken oku ve denize bakarak daldır gözlerini, mırıldan kendi kendine “ne çok şey kaybettik” diye… Ne de iyi geldi değil mi?

Bir şeyler yıkılmadan önce destek vermek yerine molozların arasında dolaşıp hatıralar arayan bizler. Kaybetmek bizim alın yazımız. Bu dergilerin keşfettiği ve sömürdüğü şey de bu. Yine kaybetmekle övündüğümüz zamanlardayız. Bizi, güçsüzlüğümüzü sevdirmeye gayret eden sakat bir bilinç bu. Dergiler hala satılıyor, dergicilik ölmedi. Kapanan Penguen değil direniş mizahıdır, diren!