Hiç gitmediğimiz yerlerinde dünyanın
gecelerin ve su kokulu sabahların
nasıl başladığını
bilirdik.
Gözlemevlerinden
tüm gökadaları izlerdik evrendeki
ve yalnızca gördüğümüzü
söylerdik.
Çoktan gitmişti oysa at sürüleri
basarak aruz vezninde gelinciklere
ırmakları gürül gürül geçerek
ve bir kez olsun değmeden ellerimiz.
Sahi… neye değdi bizim ellerimiz
neyi kokladık neleri gördük
on bin yılın uğultusu değil mi
kulaklarımızdaki
hangi tat kaldı ağzımızda
sevinin soyu tükeneli…
Sonunda
kapısız surlara çarpan bilgimizin koçbaşı
karanlık bir kuyuya düşen teleskop
ve işte kesti yolumuzu
çağların emeğinden arta kalan
emeksizlik…
Ödeşecegiz.