Ana Sayfa Kritik Kara’nın Mağdurları ve Deniz’in Şanslıları

Kara’nın Mağdurları ve Deniz’in Şanslıları

Kara’nın Mağdurları ve Deniz’in Şanslıları

Bizde okur, sempatizan değil parti üyesi bir Nazi olan, savaştan ise sıradan bir oyun ve oyuncak gibi doğallıkla söz eden Alman düşünür Carl Schmitt’le yeni yeni tanışıyor.

Dost Kitabevinin 2000 yılında cesur ve çok yerinde bir girişimle Türkçeye çevirip bastığı ¨Siyasi İlahiyat¨ başlıklı eseri, Schmitt’i bizlere tanıttı.

Evvela Türk akademiyasında kaynak kitap oldu, derken ardından önemli bir başka eseriyle karşılaştık: ¨Siyasal Kavramı¨

Hegelci köle – efendi diyalektiğini çağrıştıran dost – düşman kuramıyla, siyasalı insanlığın temel sorunu olmaya indirgiyordu; şaşırtıcıydı.

Yer yer ¨Vallahi doğru söylüyor¨ diyordunuz, sonra ¨Eyvah yoksa ben faşist mi oluyorum!¨ diye telaşlanıyordunuz; haklı lakırdıları var!

¨Hitler’in iktidara gelmesiyle Hegel öldü artık!¨ diyen Carl Schmitt’in daha sonra üç eseri daha kazandırıldı Türkçeye: ¨Partizan Teorisi¨, ¨Kanunilik ve Meşruiyet¨, nihayet ¨Parlamenter Demokrasinin Krizi¨

Şimdiyse, elimizde Vakıfbank Kültür Yayınlarınca hazırlanmış bir başka eser bulunuyor; bu da gösteriyor ki, birçok sırada bekleyen kitaplarına ulaşacağız.

¨Kara ve Deniz¨ başlıklı bu eseri okuyunca, hemencecik faşist falan da olmuyorsunuz; çekinmeyiniz.

Kara Avrupa’sına sıkışıp kalmış Nazi savaş ve ölüm makinasının denizlere duyduğu iştahı anlatan bu eseri ibretlik ve elbette öğrenmelik okuyunuz.

Carl Schmitt [1888-1985] yüz yıla yaklaşan bir ömür sürmekle yaşamına, iki büyük dünya savaşı, pek çok sayıda bölgesel çatışma, ülkesinde üç farklı siyasal rejime tanıklık edip dünyamızın iki kutuplu uluslararası ilişkilerine ait Soğuk Savaş dönemi yaşadığı da eklenirse, azımsanmayacak şey sığdırmıştır.

Katolik bir Alman ailesinden geliyordu, ancak hiçbir zaman sekteryen mezhep takipçiliği yapmadığı gibi teolojik bir dil de kullanmadı. İki düzineye yakın hacimleri itibariyle bir oturuşta okunabilecek uzunca makale tarzında kitap yayınladı, her eserinde Weimar Cumhuriyetine duyduğu dargınlığını görmek mümkündür. Nazilerin iktidara yürüyüşü sırasında kendisini Nasyonal Sosyalist Alman İşçi Partisi üye defterine kayıt ettirmekle kalmayıp Nazizmin fikir babalarından birisi oldu.

Kıtaya kafa tutan, Bismarck’ın meşhur sözüyle ¨Kan ve çelikten oluşmuş Prusya’nın¨ kara coğrafyasına mahkûm ulusu Almanların denize olan ihtiyacını, büyük bir susamışlıkla satır satır aktardığı ¨Kara ve Deniz¨ adlı kitabı 1942’de yayınlandı. Savaşın en kritik, hayatî dönemecinde yayınlanmış olması, herhalde okur için çok şey ifade edecektir.

1942’de on ay sürmüş ve Kızıl Ordu’nun başarısıyla sonlanan Stalingrad (Eski ve şimdiki adıyla Volgograd) Kuşatması ile Nazi Almanya’sının savaşın yenik tarafı olacağı hemen hemen anlaşılmıştı. Kara muharebelerinde yenilen ve toparlanmak üzere ricat eden ordulara yeni zaferler kazandırmak sadece Hitler, Nazi Partisi ve Alman Genelkurmayının stratejik meselesi olmaktan çıkmış, Alman ulusunun sadık düşünürlerinin de temel meselesine dönüşmüştü.

Kitabın Türkçe çevirmeni Gültekin Yıldız’ın önsözde söylediğince, ¨Schimtt her metni gibi bunu da bir siyasî hesaplaşma kastı taşıyarak¨ yazmıştır.

Kara ve Deniz’de, dünya varoluşunun bu iki temel unsur üzerinden okunmasına ve böylece anlaşılmasına ait bir önkabule dayanarak meselesini apaçık ortaya koyacaktır, Schmitt. Metaforik anlamıyla ele alıp, Hobbes’un Leviathan’ıyla Eski Ahid’in ot yiyen kara canavarı Behemoth’u karşı karşıya getirir; birisi saf denizci ötekisi saf karacı varoluştur. İngilizi Almanla, Protestanı Katolikle, bencil kapitalisti devletle dost – düşman ilişkisine oturturken, düşmanı da işaret eder: İngiliz ve İngiltere; Yahudi ve Yahudilik.

Öyle görünüyor ki, zaten Yahudilerle Almanya’da yeterince alakadar olunduğundan Schmitt’e bu alan pek cazip gelmemiştir. O, denizlerdeki yetersizliği nedeniyle Almanya’yı Behemoth derekesine indirip, okyanuslardaki hakimiyeti yüzünden Leviathan benzetmesi yaparak İngiltere’yle kıyaslar.

İngiltere’ye ve İngilize pek kızgındır; eseri boyunca, eğer altını çizmeyi unutmadıysak, üç kez İngilizler için hakir gören bir sesleniş kullanarak, ¨Koyun çobanı bir halkın 16.yüzyılda denizin çocuklarına dönüşmesi…¨, ¨Koyun çobanı bir kavmi korsanlara çeviren güç…¨ ve ¨ İngiliz deniz haydutları!¨ diyecektir. İngiliz ve İngiltere’nin varoluşu onu hayret, dehşet, öfke ve bir büyük haksızlığın altında kalmışlık duygusuyla kuşatmaktadır.

¨Bu adanın sakinleri, korunaklı bir adada olma hissine de sahiplerdi¨ diye Schmitt karşılaştıkları büyük bir haksızlığın kapısını aralıyor; Almanya öyle midir ya! ¨İngiltere’nin deniz tarafından sanki koruma hendekleri gibi çevrilmiş bir kale olarak yüceltildiği güzel şiir ve mısralar ortaçağdan bize kadar ulaşır¨ diyerek Shakespeare’ın dizelerine yer veriyor; ardı sıra, ¨Ah şu lanet ada yok mu, şu ada!¨ demesini bekliyorsunuz.

Ada ülkesi olmanın getirdiği olanaklar, ne yazık ki, tanrısal bir sebeple karadan, tabii burada mevzu bahis olduğu cihetle, Almanya’dan esirgenmiştir. İngiliz Leviathan, Alman Behemoth’un öldüremese bile karada boğazını sıkan, onu nefessiz bırakan bir canavardır.

Alman U2 botlarının Atlantik Okyanusunda yıkıcı tehdit yaratan akıncı birlik misali saldırıda bulunması, belli ki, Schmitt’e göre deniz gücüne sahip bir ülke-devlet olmaya yetmez. Almanya ne yaparsa yapsın, ağzıyla kuş tutsa, deniz gücüne dönüşmediği müddetçe kıtalı-karacı olacak ve halkı da, ¨Kıtalı kelimesi geri kalmışlık yan anlamını kazanırken, nüfusu da ‘backward people’ yani geri kalmış halka¨ dönüşecektir.

Schmitt, üzerine çalışan akademisyen Toros Güneş Esgün’ün ifadesiyle, entelektüel bir maceracı olarak kendisini tanımlamaktadır. ¨Bu tanımlamasının temel sebebi onun somut yaşamın felsefesi olarak adlandırdığı kuramında durmadan güncel fenomenlerin peşine düşmesi, düşüncesini sabit bir konuma hapsetmemesidir.¨ [Esgün, Siyaset Felsefesi Tarihi, 496]

¨Kara ve Deniz¨i akıcı bir Türkçeyle zorlamadan okunabilir metin olarak bize kazandıran çevirmen G. Yıldız’ın titizliğini kitap boyunca hissetmek mümkündür.

¨Kara ve Deniz¨, Schmitt’e göre avantaj ve dezavantajlarıyla dikkate alınıp okunursa, merakım odur ki, acaba Türk okuruna Türkiye’nin jeopolitik konumu düşünüldüğünde ülkenin Leviathan mı yoksa Behemoth mu olduğu sorusunu sorduracak mıdır?

Kitabın altını üstüne getirdikten sonra bu soruyla baş başa kaldığım için, bunu kendimden biliyorum.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl