Ana Sayfa Röportaj Kerem Akça: 90’lardaki “Yeni Yönetmenler Kuşağı” Çok Önemli Atılımlar Yaptı.

Kerem Akça: 90’lardaki “Yeni Yönetmenler Kuşağı” Çok Önemli Atılımlar Yaptı.

Kerem Akça: 90’lardaki “Yeni Yönetmenler Kuşağı” Çok Önemli Atılımlar Yaptı.

71. Cannes Film Festivali’nde Türkiye’yi temsil edecek üç isimden biri olacak Kerem Akça ile yeni kitabı Yerli Sinemada Hollywood Kuşağı’nı ve FIPRESCI Jürisi üyeliğini konuştuk.


Ülkemizde genelde sanat sinemasının içinde kuşaklardan bahsedilir. Ama sen Yeşilçam’ın kaynağı olduğu bir ülkede Hollywood’dan bir kuşak çıktığını ileri sürüyorsun. Bunun dayanak noktası nedir? 90’larda çıkan Yeni Yönetmenler Kuşağı sonrası başka jenerasyonlar da çıktı mı?

70’lerde çıkan Türk Yeni Dalgası ve 90’lardaki Yeni Yönetmenler Kuşağı yönetmenleri çok önemli atılımlar yaptılar. Ömer Kavur olsun, Nuri Bilge Ceylan olsun, Avrupa modern sanat sinemasının etkisini önemli bir yere taşıdılar. Elbette yeni milenyumda bu kuşağın ikincisi devreye girdi. Ama bir taraftan da Onur Ünlü, Ezel Akay gibi isimleri içeren postmodern kuşak üretim yapıyor halen. ‘Hollywood Kuşağı’, 90’larda Sinan Çetin ve Mustafa Altıoklar’ın film çekip cesaretlendirme işlevi üstlenmesi sonrası devreye girdi. Mahsun Kırmızıgül, Ömer Faruk Sorak, Taylan Kardeşler, Abdullah Oğuz önderliğindeki bir öncü kuvvetle başladı. Bunların ardından çıkan alt kuşak bile 3-4 film çekmiş durumda. Bu sebeple de yurtdışı kaynaklı popüler sinema etkisini böyle bir jenerasyonla anmak daha doğru olur. Sonrasında gelen Kıvanç Baruönü, Alper Çağlar ve Alper Mestçi de kendi alanlarında dekupaja hakim işler çıkardılar, çıkartmayı da sürdürüyorlar.

Kitapta Hollywood kuşağının 2000-2016 arasındaki ürünlerini ele alıyorsun. Eğer 2017’ye ve 2018’in ilk dört ayına girseydin bu toplama hangi filmler eklenirdi?

Kitabın kapağında da gördüğümüz Doğa Can Anafarta 2017’de iki Hollywood ekolünden film daha çekti: Biz Size Döneriz ve Damat Takımı. Bunların yanında Ayla, Cingöz Recai, Kötü Çocuk, 4N1K, Deccal 2, Can Feda ve kitaba üç film veren Kıvanç Baruönü imzalı Arif V 216.

Bizim coğrafyamızda Hollywood etkisi denince genelde illegal yeniden çevrimler akla geliyor. Fıstık Gibi Maşallah’tan Şeytan’a kadar bu konu önlenemez bir alışkanlığa dönüşmüş durumda. Günümüzde bu eğilim hala devam ediyor mu?

Katılıyorum. Ama Cem Yılmaz bunlarla dalgasını geçmeyi iyi beceriyor. Elbette Şeytanın Pabucu, Plajda, ‘D@bbe’ serisi, Görünmeyenler gibi fazlasıyla illegal yeniden çevrim var. Ancak bunların son dönemde hakları satın alınmaya başlandı. Özellikle Kore ve Asya yeniden çevrimlerinde en azından bir ‘yasallık’ var. Evim Sensin, Acı Tatlı Ekşi, İlk Öpücük gibi böylesi örnekler arttı. Kalite de yavaş yavaş yükseliyor. Açıkçası Hollywood’u bilinçli bir dile çevirmek, illegal yeniden çevrime malzeme etmenin önüne geçti. Kitabımdaki örnekler ve devreye giren kuşak, ‘kolaycılık’ın yerine ’emek’i ve ‘teknik beceri’yi yerleştiriyor.

Kitapta 2.35:1 formatının atılımına da değinmişsiniz. Bu konudaki gelişmeleri nasıl yorumlayabilirsiniz?

Aslında Yılmaz Erdoğan, biraz ‘gösteriş yapma’ üzerine kurulu bir anlayışa sahip. 2005’te Organize İşler, 70’lerdeki tek tük denemeleri saymazsak ülkemizdeki ilk 2.35:1, yani sinemaskop film. Ama onun sinemayla bir ilişkiden ziyade helikopter çekimlerle hava atmaya yaradığı kesindi. 2007’de Beyaz Melek’le birlikte bu alanda ilk bilinçli 2.35:1 film yapıldı. Mahsun Kırmızıgül-Eyüp Boz ikilisi bu konuda öncü oldu. Ondan sonra popüler sinemamızda, Hollywood’a 50’lerin başında giren bu format furyaya dönüştü.

Yerli sinemada görsel efekt meselesi ile ilgili ne diyebilirsiniz?

2004’te G.O.R.A. ile Cem Yılmaz ‘batıya açılma’yı teşvik etti. Onun devamında efekt üreten şirketler üredi. 2012’te Fetih 1453 ise tamamı yeşil ekran teknolojisi ile çekilen filmlerin önünü açan bir atılımdı. Ondan sonra bunu denese de başarılı olamayan işler üredi. Bu sebeple de bir taraftan korku sinemasında kaliteli görsel efekt ürerken, diğer taraftan daha yüksek bütçeli filmlerde başarısız bir efekt kullanımına rastlayabiliyoruz.

8-19 Şubat arasında düzenlenecek 71. Cannes Film Festivali’nde Nuri Bilge Ceylan’ın “Ahlat Ağacı”nın yarışmaya girmesinin ve Aslı Özge’nin yeni projesinin Cinefondation’ın atölyesine seçilmesinin yanında sen de jüride bulunacaksın. FIPRESCI Jürisi’nde Türkiye’yi temsil etmek nasıl bir duygu?

Geçmişte Cannes’ın FIPRESCI Jürisi’nde Türkiye’yi temsil eden sinema yazarları oldu. Ben de o geleneği devam ettireceğim. 2017 Berlin Film Festivali’nden sonra bir kez daha dokuz kişilik jüride bulunma deneyimini yaşayacağım. Jüri başkanlığımızı Fransa’nın Atilla Dorsay’ı olarak anılabilecek Michel Ciment üstlenecek. Pamela Bienzobas, Joost Broeren gibi daha önceden tanıştığımız kişiler de var. Açıkçası Cannes’da jüri olmak keyifli ve gurur verici bir şey. Ama FIPRESCI jüriliğinde heyecanlanma evresini geçtim artık. Ana yarışma seçkisi her zaman merak uyandırsa da esasen yan bölümlerdeki keşifler kalp atışlarımı hızlandırıyor.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl