İnsan ruhunun zifiri karanlığına daldırdığı fırçasıyla Suehiro Maruo, cüretkar ve ahlaksızca yücelttiği resimlerinde, asıl korkmamız gereken canavarların kendimiz olduğu gerçeğine işaret ediyor.

Göğsünde pençeler, feri kaçmış gözlerin sessiz çığlığı ve kanlı bandajlara sarılı canlı bir cenaze. Gizli bir saldırgan karşısında dehşete düşmüş zavallı bir kadının korkuyla donup kalmış yüzü. Akbabaların ölüm dansı yaptığı yıldırımlarla dolu bir gökyüzünün altında, yırtıcı hayvanların cirit attığı bir savaş meydanı ve kılıcı elinde kayıp bir asker. Maskeli bir celladın ilmeği sıkmasıyla son nefeslerini vermekte olan zincirlenmiş çıplak seks köleleri.

İşte tüm bunlar; kâbusların, düşük bütçeli korku filmlerinin ve kıyametin alametleridir. Bu; tabulardan uzak, unutulmuş diyarlarda bizi şaşmaz bir dürtüyle, dehşetengiz korkularımıza bağlayan Suehiro Maruo’nun sanatıdır.

1950’lerin ortalarında Nagazaki’de doğan Maruo’nun karanlık hayal gücünü nelerin beslediğini bilemiyoruz. Yaşamına ilişkin bildiklerimiz de son derece sınırlı: Çizim ve resim yapmayı kendi kendine öğrenmiş, geçimini sağlamak için erotik manga çizimler yapmaya başlamış, sonrasında yeteneğini gittikçe geliştirip, seks ve şiddet temalarına cesurca eğilmesiyle zamanla fark edilmiş.

Maruo’nun acımasız manga dünyasına girişiyle birlikte sanatçının bu alanda altını üstüne getirmediği konu da kalmıyor. 19. yüzyıldan kalma Japon muzan-e “vahşet” ahşap baskılarını anımsatan çalışmaları, aynı zamanda Amerikan pulp sanatının izlerini de taşımaktadır. Ucuz romanın bu altın çağında, Maruo ve çağdaşları doğulu ve batılı biçim özelliklerini, gangsterlerin karanlık sokaklarında bir araya getiriyorlar.

Amerikan sanatına olan ilgisinin yanı sıra Maruo, 1920’ler ve 30’ların Alman cazibesine de kayıtsız kalmamıştır. Yüzünü batıya dönmesiyle birlikte geleneksel Japon sanatından fark edilir şekilde uzaklaşmıştır. Şöyle ki, Asyalılar ve Beyazlar arasında biçimsel bir bağlantı kurmak için karakterlerin yüz özelliklerini ve kıyafetlerini açık şekilde, kurbanın cerrahi müdahaleyle pekiştirilmiş gözlerindeki korku unsurunu da kolaylıkla güçlendiren bir teknikle manipüle eder. Ve günümüzdeki “superflat” imgesi pek çok çağdaş Japon sanatçının onur nişanesi haline gelmişken, Maruo daha derin, daha Avrupai bir betimlemeden, onun sinemaya-yakın anlatımını yoğunlaştıran, “bin sözcüğe bedel” konseptini doğrulayan resimlerden yanadır.


Maruo’nun bu pornografik korku sahneleri aracılığıyla kayda değer bir gerçeklikten bahsetmek mümkün müdür? Crumb benzeri bir hikaye “the Great Masturbator”, çaresizlik değilse eğer ensest ilişkide var olan, abisinin teyzesiyle cinsel ilişki peşindeyken, babanın, okul kıyafeti kostümlü kızına tecavüz etmesinin anlamı nedir? Mauro’yu “Shit Soup”ta üç aşığı kendi dışkılarını yerken betimlemeye mecbur kılan şey neydi? Karanlık bir karnavalın perde arkasında, hedonistik bir tecavüz, cinayet ve ihanet masalı olan Maruo’nun 1984 tarihli romanı Mr. Arashi’s Amazing Freak Show’dan ne anlam çıkarmalıyız? Sanatının görkemli kompozisyonlarını takdir ederken kendi duygularımızı ne derece uzak tutabiliriz?

Bu insani entropi ile saldırgan etkileşimler arasındaki bağlantı tabiatın bizzat kendisidir. İnsan ve canavar arasındaki çizgi çoğu kez hem Maruo’nun resim düzleminde fiziksel olarak, hem de davranışları belirleyen toplumsal gelenekleri ve aklı dışlayan öznelerin sapkın asal dürtülerinde sembolik açıdan bulanıklaşır. Bu durumda bizler, insan kalıntılarını didikleyen kuşlardan, çöpçü sıçanlardan, genç kızları kaçıran leoparlardan ya da karanlığın derinlerinde saklanan zehir dilli sürüngen yaratıklardan gerçekten ne kadar uzaktayız?

Şaşırtıcı olan, sonuç olarak, Maruo’nun Planet of Jap da ayrıntılı olarak gösterdiği üzere zaman zaman insanlığın etkili portresini çıkarmak için bu ilkel perdeyi kaldırmayı seçmesidir. 80’lerin ortalarında alkışlanan siyasi manga kulvarında – batı dünyasının liberal malzemelerini kullanmasına rağmen- Maruo aşırı milliyetçi ve üstünlükçü bir tavır sergilemektedir. Japon askerlerinin Los Angeles ve San Francisco’ya atom bombası attığı geniş bir fantezi evreni tasvir ederken, Maruo’nun tüm sadistik eğilimi, ustura ağzı gibi keskinleşmekte, Japon direncinin fanatik-sınırlarda dolaşan, her şeye karşı olan siyasi açıklamalarına sert bir uyarı niteliğindedir. Planet of Jap’dan alınacak ders gayet açıktır: “Aptal olmayın… Japonya dünyanın hala en güçlü ülkesidir.”

Marou’nun işlerinin rahatsız edici derin etkileri, hem bireysel hem de insanlık ailesi olarak zihnimizde ciddi yıkımlara sebep oluyor. Hal böyleyken sanat, hiçbir sosyal evrim ya da toplumsal sınıf tanımayan karanlık olgularla konuşmaya başlıyor. Bizler, sapkınlık ve ahlaksızlıkla ördüğümüz sahte duvarlar sayesinde onlardan uzak dururken, Maruo duvarın öte tarafına geçiyor ve geriye kendi başımıza yaratamayacağımız ya da hayranlığımızı itiraf edemediğimiz sahnelerle geri dönüyor. Böylece bizler de suçluluk ve minnettarlık duygularımız birbirine karışmış bir halde, doğamızdan ayıramayacağımız hastalıklı bir merakla sayfaları çevirmeye devam ediyoruz.

Türkçesi: Erman Akçay

Juxtapoz Magazine, Ocak 2006 – sayı #60

İllüstrasyonlar için Aeron Alfrey & Monster Brains‘e teşekkürler.