Yen, iki cepheden izlenen bir oyun… Oyuncular deviniyor seyirci ayrıksı yüzeylerle muhatap oluyor. Sahnenin bu biçimde kurulumu, dekorun yerleşimi bir yabancılaşma doğuruyor. Oyuncular rolleri daha içten canlandırırken seyirci de maalesef aynı ölçüde yabancılaşıyor.

Kol kırılır yen içinde kalır sözü denilince akla ilk aile ortamlarının hataya göz yuman şefkati ve sadakati gelir ki aile; burjuvasından emekçisine, büyüğünden küçüğüne sırların muhafaza edildiği, çekirdeğin korunduğu ve bu çekirdeği saran çeperinin ‘‘seçici geçirgen’’ davrandığı bir kurumdur. Aile kurumu dışarıdan alır fakat dışarıya pek vermez. İçe kapanılan toplumsal gelenekler ve süreçlerde bir hücreye benzetebileceğimiz yapının yaşamsal fonksiyonları dahi aileye-sülaleye daraltılarak yen, tanıdık terzilerin insafına bırakılır. Bu sözün yaygın kullanıldığı bir coğrafyada akraba evliliğine şaşırmamalı. Dışarıya verilme ne sır ne kız ne de oğlan.

Elbette kentleşme -coğrafyamız için söylersek- feodal bağları kısmen zedeledi ve o tutucu damar, çağımızda sanal bir dünya etkileşiminin arttığı ölçüde tıkandı.

*

Craft Tiyatro’nun sahneye koyduğu ve Çağ Çalışkur’un yönettiği Yen oyununu izledim. İzlediğim en sert oyunlardandı diyebilirim. ‘‘En sert’’ ne demektir? Dilim döndüğünce bu ifadenin altını doldurmaya çalışacağım. Örneğin en sertten en sıradan da çıkabilir. Sıradan zaten sert olan ve bir bakıma kaideleşmiş olan değil midir? O kadar serttir ki değişmez, sıra dağılmaz, denge bozulmaz.

Lafı uzatmayayım. Güncel ve çeviri bir oyun olan Yen ikinci sezonunda sahneleniyor. Anna Jordan tarafından kaleme alınan oyunun hikâyesi İngiltere’de, yoksul bir mahallede geçiyor. Oyun zamansal manada iki yeni yıl arifesini ve bir yıldan biraz fazlasını kapsıyor.

Kan, ter, gözyaşı… Şiddet, mastürbasyon, cinsel çağrışımlar… Yetmedi mi? Tam iki buçuk saatlik, gerilimi hiç düşmeyen bir gösteri! Oyunda seyirciyi bunlar karşılayıp uğurluyor.

Aile Kurumuna Saplanan Bıçak Yen’i Yırtarken

Yazıya ‘‘kol kırılır yen nerede kalır?’’ diye girdim. Oyunlar dahası şiirler çevrilirken bir açıdan yeniden ve çevirmenin zihinsel emeği, estetik yaklaşımı, ilhamı ile yazılıyorlar. Katılır katılmazsınız ancak bir dilden bir dile çeviri pratiği ciddi bir uğraşı dolduruyor. Ben de yazıya atasözlerimizden katkı yaparak başladım. Kendimce bir çaba…

Yen oyunu parçalanmış aileler arasında, aile portresini kırıp parçalayarak geçiyor. Oyunumuzda üç babanın yitip gittiği iki aileden; anne bir babalar ayrı iki erkek çocuk ve bir kız evlat var.

Yaşları on beş, on altı ve on yedi.i Yahut o yaşlarla oynanıyor; büyütülüp küçültülüyor yaşlar. Varoş bir mahallede günler su gibi akıp giderken, güneş hüzünle doğup batarken takvimler de yaşları saymak yerine gözyaşlarını sayıyor.

Yen, parçalanmış ailelerden etrafa saçılmış sorunlu karakterler geçidi âdeta! İlkin oyunun hani tamamına yakının geçtiği evdeki aileyi tanıyoruz. Doğrusu tanıyamıyoruz! Bizim aile anlayışımıza ters, fıtratımıza aykırı böyle bir aile… Babalar ölmüş. İlk ve ikinci baba… Anne (Maggie) alkolik, eve nadiren uğruyor anlayacağımız ‘‘iyi’’ bir anne! Kardeşler sürekli şiddet içeren oyunlar oynayarak porno izliyorlar. Pek az besleniyorlar. Kardeşlerden küçüğü (Bobie) hasta… Abisi Hench onu hiperaktif ve tourette sendromundan muzdarip tanıtsa da zekâsında bir gerilik olduğunu öne sürebiliriz. Hench geceleri altını ıslatıyor, evin ağabeyliğini belki daha usturuplu bir tabirle kabile reisliğini üstlenmiş; davranışlarında derli toplu ve olgun olmaya çalışan biri ve çatışmanın merkezinde…

Bu dünya aralıksız evi gözetleyen Jennifer’ın yani o ufak memeli kızın gelişiyle sarsılıyor. Jennifer -daha sonra samimiyet sırasına göre Jenny ve nihayet Yen’in oyuna girişi de ilginç. Bu kız evin köpeğinin sağlıksız koşullarından endişelendiği için öfkeyle dalıyor içeri ve hayvan haklarını ezberden okumaya başlıyor. Açıkçası kızın kendisine birkaç beden büyük bir seksenler dönemi yadigârı eşofmanla sahneye dalışı oyunun seyrine nasıl etki edeceğine yönelik çeşitli düşünceler doğuruyor ve bir gerilim yaratıyor. Jen büyümüş de küçülmüş, hırçın tavrıyla her şeyi yapabilir! 

Her şeyi yapabilecekken ailenin parçası olmayı yeğliyor. Ev içinde evcilik başlıyor fakat evin salonu bu üç ergene bir noktadan sonra dar geliyor. Yen kolu sıkıyor ve hararet yükselip olaylar karışıyor.

Dağılmış, yok olmuş ailelere; çürümüş aile ilişkilerine bir hançer gibi saplanan oyun kırılan kolun, kemik seslerinin ardında yırtık bir yen ve yeni burukluklar bırakıyor. Bir bakıma kol kırılıyor yen de yırtılıyor!

Ensest, Şiddet, Cinsel Açlık… Can Sıkıntısı, Açlık, Şiddet, Ensest… Ve Taliban

Oyunda bir sarmal var. Yaşanılan şehir ensestin çok yaygın olduğu bir şehir. Ergenler hırsızlık yapıyor, sosyal yardım kurumunu bile dolandırmak zorunda kalıyorlar. Karınlarını kıt kanaat doyursalar da karşı cinsle sağlıklı bir ilişki kurmaktan acizler, toplum tarafından elenmiş ve çember dışına itilmişler. Böylece iç sarmallarını kurup onunla eğleniyorlar. Cinsel açlıklarını şiddet oyunlarıyla bastırmaya çalışıyor, durmadan birbirlerine giriyorlar. Fiziksel temaslarında ortaya çıkan adrenalin sokakta var olamayışlarının bir tepkisi…

Jen’in oyunda bedenini göstermesiyle çocuksu ve sonunun çılgınlığa varacağı gün gibi açık bir gösteri izlemeye koyuluyoruz. Bu türden kaotik bir atmosferde, bu tür bir metinde, oyunda yarı çıplak erkekler ve kadınlar görüyorsak o vücutlar bir yerde patlar! Çehov’un vakti zamanında ön gördüğü mantık güncel oyunlara dahi damgasını vurabiliyor.

*

Hiç görünmeyen, arada havlayan saldırgan köpeğin adının Taliban oluşu, o köpeği kurtarmaya gelen genç kızın oyun sonunda saldırıya uğraması ve Taliban’ın kahverengi betimlenmesi metaforik bir anlatım sunuyor. Taliban hem düşmanlaştırılırken hem kurbanlaştırılıyor. Taliban neyi temsil ediyor? Topluma propaganda için beslenen, yer altında (oyunda bir odada) tutulan bir siyasetçiyi mi? Yoksa yoksulların korkularını ve kutuplaşmalarını mı? Her ikisini de yakıştırmak mümkün…

Oyunun sonunda Taliban ölüyor, genç kıza vahşice saldırılıyor. Saldıran köpek değil ki Jen zaten köpekle anlaşmayı başarmış. Jen’e saldırıyı gerçekleştiren kişi evin içinde köpek kimliğine bürünen, hırlayan havlayıp duran özürlü Bobbie ve Bobbie ‘‘bastırılmış şiddet’’ olarak açığa çıktığında ‘‘yoksul mahallesinde suç’’un alt metnini de ortaya koyuyor. Sindirilen, terbiye edilen bir kesim devletin çirkin politikaları doğrultusunda acımasız bir sarmala emanet!

*

Yen’de dikkat çeken unsur ise ensestik duyguların patlayıcı kimyası… Bobbie’nin annesinin yanında yatması, onu bir köpek gibi ilkel tavırlarla koklaması, şefkatli ve bastırılmış bir cinsellik yüküyle öpmesi ayrıca Jen’in ailesinde de ensest ilişkiler yaşandığına yahut mutlaka yaşanacağına dair türlü imalar oyun metnini güçlendiriyor, sertleştiriyor.

Yatağın ebeveynlerle paylaşımı, eksik büyüme, altın ıslatılması, korku ve nefretin antitezi adına sandalyenin ebeveynle paylaşımı konuluyor. Sarhoş annenin Bobbie’yi aynı sandalyeyi paylaşmak için büyük olduğunu vurgulaması, oyunun sonunda onu yanına çağırması ezilmeyi takiben mecburi bir uzlaşmayı, dayanışmayı işaretliyor.

Yen’de Oyunculuklar Üzerine

Geçen sezon ara vermeden oynanan oyun iki perdeye ayrılmış. Bu denli uzun soluklu ve adrenalin yüklü bir performansı dinlenmeden nasıl oynadıklarına insan akıl sır erdiremiyor! Oyunda aktif dinlenmeler öne çıkıyor. Bobbie oyunun bir bölümünde çekyata uzanıp uyuyor. Hench sahneden ayrılmıyor, sandalyede oturuyor. Devamında Jen parkta bir bankta üzgün ve ağlamaklı bekliyor.

Oyunculuklara dair kısaca şunları diyebiliriz. Histerik, nevrotik, alkolik; üç marazi ve bir normal/normal taklidi yapan karakter sahneyi paylaşıyor. Maraz karakterler kuşkusuz oynanmaya daha müsait nitekim Yen’de büyük iş yine genç yaşına karşın Bora Akkaş’a düşüyor. Tuhaf karakterlerin arasını bulacak, tansiyonu hiç düşmeyen çatışmayı denetleyecek üstelik arta kalan zamanında Taliban’ı susturacak! Bora Akkaş rolün hakkını veriyor. Ben bir seyirci olarak kırılma anlarında çatışmanın anahtarı gördüğüm Hench’i takip ettim. Zira onun refleksleri kırılmalarda belirleyiciydi ve oyun yükü sırtlanırken Bobbie ve Jen’den geri planda kalıyordu.

Bobbie’yi canlandıran Berker Güven baştan sona güçlü oynuyor. Özellikle yılbaşı partisinde yaptığı robot dansı ve dinmek bilmeyen coşkusu, birayı yüzüne döktüğü taşkınlıkları hayli etkileyici… Jen’deyse İdil Sivritepe’yi çocuksu yüzüyle seyrediyoruz. Jen, oyunun sonunda heyecanını, umutlarını üzüntüye ve travmatik kökenlere dayanan olumsuz duygulara devrederken değişimi abartısız yansıtmış. Ne tam olgun bir zıtlığa savrulmuş ne de eski esrik halinin salınımlarını korumuş, arada derede bir noktaya evirilmiş.

Oyunun en tecrübeli ismi Neslihan Yeldan bu genç oyununda pek fazla boy göstermiyor, rol çalmaya çabalamıyor. Umursamaz ve alkolik anne figürünü altını çok çizmeden sergiliyor. Fakat sanırım bir parantez açmak gerekir. Yeldan dizilerde de tiyatroda da oynasa bu tip rollerden sıyrılamıyor belki yüzü ona böyle bir bereketsizlik armağan ediyor! Umarım kariyerinin herhangi bir döneminde farklı roller arayışına girer. Değirmenlerin hep aynı taşıma suyla dönmesi, hepimizin malumu, zordur.

Dekor ve Dijital Öğelerin Kullanımı

Evvela Yen, iki cepheden izlenen bir oyun… Oyuncular deviniyor seyirci ayrıksı yüzeylerle muhatap oluyor. Sahnenin bu biçimde kurulumu, dekorun yerleşimi bir yabancılaşma doğuruyor. Oyuncular rolleri daha içten canlandırırken seyirci de maalesef aynı ölçüde yabancılaşıyor. Oyunun içine gömülme söz konusu… Bu gömülmenin bir dezavantajıysa öyküde-metinde giderek katmanları yok eden bir üsluba vesile olması… Oyuncu seyirciye hangi koşullarda sırtını döner? Yahut oyuncu seyirciyi büsbütün dışlayıp oyunu nasıl yaşar? Bu sorulara disiplinin dışından gözlem yönelten biri olarak yanıt vermem densiz kaçacağından susma hakkımı kullanıyorum! Ancak birkaç noktaya değinmeye çalışacağım.

Yen oyununda dijital öğeler de kendi kullanımlarına da yabancılaşmış ve sınırların dışına taşmış bir halde… Savruktan ziyade dikkat toplamayan bir kullanım tercihinden söz edebiliriz. Her iki duvara da boydan boya yansıyan görüntüler sahne karardığında anlatıcı vazifesi üstleniyor ve atmosferin altını çizmeye çabalıyor. Seyirci duvarlardan şiddet içerikli bilgisayar oyunu görüntüleri izlerken araya giren ve orman izlenimi uyandırarak sesle birleştiğinde derinlik katıp masalsı bir anlatıma yol açabilecek görüntü tekrarları silinip gidiyor. Bu dönüşümler esnasında seyirci duvarlara baksa dahi görüntüler ayrıştırıcı unsur olma seviyesine ulaşamıyor.

Bağlarsak son derece basit bir sahne tasarımı, Taciser Sevinç’e ait dekor kullanımı dikkat dağıtmıyor, öte yandan dikkat çekmiyor.

Onlar Çıkamamış Kerevetine, Bari Biz Giriverelim Yenimize!

Başta değindiğim sertlik, Yen oyununun metninden yanı sıra güçlü alt metinlerinden, siyasi ve toplumsal eleştirilerinden ileri geliyor. Politik bir oyun sayabileceğimiz Yen’in başarılı ve ‘‘vurdulu kırdılı’’ bir sahnede attığı tokat seyircinin yanağında hissediliyor.

Yen her şeyden önce birçok gençlik duygusunu aile kurumunu güncel bir çerçevede sorgulayarak sahneye taşıyor. Aileler sadece bisküvi reklamlarındaki oda ısısında ve samimiyetinde değil böyle de ele alınabiliyor. Zaman-mekân değişse bile ailenin yeri geldiğinde bireylerin beyninde bir ura benzeyerek büyüyüşü hiç değişmiyor. Hastalıklı sevgi arayışları, çarpık bir ilköğrenim çağına, travmalara yol açıyor.

Ne denir! Bobbie, Hench ve Jenny çıkamamış kerevetlerine, erememişler muratlarına; bari biz seyirciler dönelim evlerimize ve girelim yenlerimize. Aman deyip tahtalara vuralım, düzenin oyuncak kolları kırılmasın!

i Oyunun aslında Hench 16, Bobie ise 13 yaşında… https://www.annaruthjordan.co.uk/yen/