Ana Sayfa Litera KORKULUKLARA GİYSİ YARDIMI YA DA ŞİİRİN ÜZERİNDEKİ KORKULUKLAR

KORKULUKLARA GİYSİ YARDIMI YA DA ŞİİRİN ÜZERİNDEKİ KORKULUKLAR

KORKULUKLARA GİYSİ YARDIMI YA DA ŞİİRİN ÜZERİNDEKİ KORKULUKLAR

Nilay Özer, Zamana Dağılan Nar ve Ol! şiir kitaplarıyla 2000’li yıllarda kendine özgü şiir diline ulaşan şairlerden biri olur. Gerçekten de Özer, ilk iki kitabında insana/onun varoluşuna ve iç dünyasındaki sarsıntılarına ait hakikati, duygu evrenindeki karmaşayı şiirin estetik derinliğinden ödün vermeden şiirleştirmeyi başarır. Bu kitaplardaki şiirlerde insana, eşyaya ve dış dünyaya dair çok yönlü kodlara ve doğal dilin edebileşmesine rastlamak mümkündür. İlk iki kitapta şairin kendi hayatından hareketle dış dünyaya açılan “ben”i üzerinden bireye eğilmesi belirgin bir derinliğe ulaşmasında etkili olur. Ne var ki Özer’in insana, topluma, eşyaya ve dış dünyaya bakışının köklü biçimde değişmesi, şairin yaşayan “insan”la birlikte kendi ‘ben’ini dahi yok etmesi/şiirden dışlaması son kitabı Korkuluklara Giysi Yardımı’ındaki tüm şiirlere ve şiir estetiğine de sirayet eder. Bu yazının amacı da Fırat Caner ve S. F. Çanga tarafından methiyelere boğularak büyük anlatılar kategorisine sokulan, Şeref Bilsel tarafından neredeyse yüzyılın kalkışması olarak sunulan Korkuluklara Giysi Yardımı’nın niçin şiirin iflası anlamına geldiği üzerinde durmak, metinlerden hareketle şiirin ve şairin çıkmazlarına işaret etmektir.

Korkuluklara Giysi Yardımı’da şair, toplumsal ve tarihsel birtakım olaylardan ilham almasına rağmen dili aşırı derecede soyutlaması, hemen her dizeyi tuhaf ve hayatta karşılığı olmayan bağdaştırmalarla yoğurması/dizeyi yığın hâline getirmesi, kültürel ve düşünsel kodları çoğu defa ilgisiz biçimde simge hâlinde şiire sokması, şiirlerinin insan ve toplumla aradaki mesafeyi koruyamaması, dış dünyayı farklı duyular üzerinden yeni görüntülerle sunamaması, belirginleştirilen bir konuya rastlanamaması, dahası yüz (100) sayfalık kitapta insana ya da yaşayan bir canlıya rastlanmaması Özer’in sanatında yeni bir evreye işaret eder. İçerik-biçim dengesininin kurulamadığı bu şiirlerde kimi trajik olaylar ele alınmasına rağmen bu olaylar, ele alınış biçiminin gölgesinde kalır. Okuru bu tür şiirlerin dünyasına sokmak güçtür. Dahası bu tarz şiirlerin insana, hayata, topluma ya da şiirin neredeyse kendisi olan “dil”e katacağı bir şey de yoktur. 2000’lerin diğer şairlerinin içinden çıkamadığı ve hapsolduğu bireyci anlayış ile insandan, hayattan soyutlanmış bağdaştırmalarla yüklü dilin yapının kendisi olduğu denemelere/girişimlere Nilay Özer de çok katı bir biçimde teslim olur. Dahası Özer, 2000’lerin imge adı altında her bir dizeyi işlevsiz kılan, zoraki bağdaştırmalara boğan ve şiirin içini boşaltan şairlerin arasına Korkuluklara Giysi Yardımı’yla katılmakla kalmaz, onlardan bayrağı çok gürültülü biçimde devralır. İmgenin oluşum basamaklarından habersiz olan bu şairlerin ortak özelliği, şiir sanatının kaldıramayacağı kadar keyfiyetle hareket etmeleri, dizeleri alt alta ilgisiz biçimde yığmaları, yapıyı duyuları harekete geçiremeyen işlevsiz bağdaştırmalara boğmaları, konuyu yok etmeye çalışmaları ve oldukça soyut ve yaratıcılıktan yoksun bir dil ve anlatımla şiir yazmaya koyulmalarıdır. Dili ve imgeselliği, bireyin dış dünya ile ilişki içine girmesini sağlayacak fonksiyonlardan yoksun kılan ve özellikle 2000’lerden sonra türeyen bu şairlerin herhangi bir meselesinin/kaygısının olmaması, fantastik bağdaştırmalar üzerinden masa başında şiiriyete ulaşma çabasına girmelerine neden olur. Oysaki soyut imgelerin ya da bağdaştırmaların şiir dilinde pek de bir değeri yoktur. İmgesellik kazanan her unsur görsel, işitsel, kokusal ya da dokunma üzerinden söylenileni somutlaştırması gerekir. Bu duyulardan aynı anda birkaçını da harekete geçirebilir. Yani duyularla anlamsallığı yakalama ve bunu okura sunma yollarından biridir imge. Görsellik bunda başat rol oynar. Bu yüzden olay, durum, duygu ya da düşüncenin imge ya da bağdaştırma yoluyla aktarılması durumunda ilk izlenimler mutlaka dış dünyadan alınmalıdır. O hâlde alışılmamış bağdaştırmaları oluşturacak en az bir unsurun ayağının yere sağlam basması gerekir. Şair hayatla ne kadar yoğun ve derin bir bağ kurarsa, dış dünyayı ne kadar farklı bir gözle seyrederse hayatla o kadar sağlam ilişki içine girecek ve hayatı sorgulayan, onunla bütünleşen bağdaştırmalara ulaşacaktır. Böyle bir durumda bağdaştırılan unsurlar doğal dilin ve yaşamın içinden çıkacağı için kuruluş biçimine göre elbette etkisi daha yoğun olacaktır. O hâlde dış dünyadan koğuk biçimde masa başında üretilen imgelerin ya da imgeselliği oluşturma yollarından biri olan bağdaştırmaların pek de bir kıymet-i harbiyesi yoktur. Şöyle ki, aynı bağlamda düşünülmeyen sözcüklerin yadırgatıcı biçimde çeşitli yollarla ya da tamlamalarla birbirine bağlanması sırasında bağdaştırılan unsurlardan en az birinin ayağının yere sağlam basmaması, yani bütünüyle hayali/fantastik kalması durumunda o bağdaştırmanın şiirin bütününe bir şey katmayacağı, dahası benzer yığılmaların şiirin dokusunu büsbütün zedeleyeceği ve anlamsal derinliği artırmak yerine azaltacağı unutulmamalıdır. Bütün içinde yapay, zorlama bağdaştırmalar doğal dili ve duyguyu da zedeleyecektir. Bağdaştırma isim ya da sıfat tamlamalarından oluşabilir, bağlaç ve edatlarla birbirine bağlanabilir ancak burada bağdaştırmanın yoğunluğu, doğallığı ve uzunluğu gibi özellikler de önemlidir. Uzun tamlamalarla yüklü bağdaştırmalar ciddi anlamsal sakatlıklar barındırmaya ve ritmi olumsuz yönde etkilemeye müsaittir. Ayrıca alışılmamış bağdaştırmayı amacından iyice saptıran ve işlevsiz kılan artistik/süslü bağdaştırmalar da iyi bir şiir için oldukça zararlıdır. 2000’li yıllarda birkaç önemli şairin şiiri dışında, imgenin ve alışılmamış bağdaştırmanın hayatla göbek bağının kesilmesi, imgenin bütünüyle yapay, fantastik bağdaştırmalar yoluyla da yaratılabileceğine inanılması, her dizenin tuhaf bağdaştırmalarla/bindirmelerle/giydirmelerle oluşturulmasına neden olmuş, bu tercih neredeyse şiirin bizzat kendisini yok etmiştir. Şair, öznel dünyasını yansıtırken nesnel dış dünyayı görmezden gelmiş, neye karşılık geldiği belirsiz yaratımlarla dışarıdan zoraki anlam yüklemelerle şiirin hem izleksel hem de biçimsel dokusunu parçalamıştır. Şair, salt alışılmamış bağdaştırmalar (ki bunların özgünlüğü yoktur, söyleyiş güzelliğinden de mahrumdur, çoğu da İkinci Yeni şiirindeki yadırgatıcılığı yakalamak için bir araya getirilmiştir) üzerinden yürüdüğü için diğer bütün unsurları ıskalamış, neticede şiir 20 dizeden oluşuyorsa, 20 alışılmamış bağdaştırma yaratılarak iş şairler arasında artık bir rekabete dönüşmüştür. İşte Nilay Özer de şairler arasındaki şiiri yok eden bu yarışa Korkuluklara Giysi Yardımı’yla katılmış, dış dünya yerine kitabi olanı referans alıp soyut imgeler ya da bağdaştırmalarla şiirinin yapısını örmüştür. Adım adım insandan, eşyadan, tabiattan, dış dünyadan ve bunların mutlak sonucu olarak şiirden kopuşun örnekleriyle dolu olan Korkuluklara Giysi Yardımı’nda şairin ilk iki kitabına göre niçin bir çıkmaza girdiğinin elbette birtakım nedenleri vardır. Her şeyden önce bu şiirler toplamında gören, duyan, dokunan, tadan yani duyuları kendine ait olan, hisseden bir “ben” yoktur. Kendine ait olmayan bir başkası üzerinden oradan oraya atlayan, konuşan, artistik dizeler yaratma derdinde olan bir şair vardır. Şairin kafa karışıklığı onun duyularla ilişkisine dahi yansımış ve onu çıkmaz bir yola sokarak hakiki şiire ulaşma çabasını sıfırlamıştır. Evvela, Korkuluklara Giysi Yardımı’ndaki şiirlerin belirli biz öz’den yoksun olduğu şairin Postdergi için verdiği röportajındaki aşağıdaki sözlerinden de anlaşılabilir:

Korkuluklara Giysi Yardımı’nın ikinci bölümündeki şiirler de katliamların yazılamayacağının bilinciyle yazıldılar aslında. Şiirlerin altında bir yer ve tarih var. Auschwitz 1940-1945, Ruanda 1994, Halepçe 1988 gibi. “Şiir orada, o tarihte yazılmıştır” etkisi vermek istedim. Tabii bu işin sahte tarafı. İma ettiği gerçek ise “Olay orada, o tarihte yaşanmıştır” cümlesinde. Şiirlerin bir kısmında işaret edilen katliama doğrudan göndermeler yok, bir kısmında az da olsa var. Bunlar öyle büyük felaketler ve sonsuza kadar açık kalacak olaylar ki şiir bununla baş edemez (Özer: 2016).

Nilay Özer’in yukarıda sarf ettiği sözler, bahsi geçen şiirlerinin niçin bir şey anlatmadıklarının da itirafı gibidir. Şairin tarihte yaşanmış katliamlarla ilgili yazdığı şiirlerde dahi bu katliamlara dolaylı olarak da göndermede bulunmaması, bu yolla katliamların şiirinin yazılamayacağını ima etmesi şairin kendisi için tam bir çıkmazdır. Çünkü bunu göstermek için sayfalarca dolu ve neyi anlattığı belirsiz şiirler yazmak gereksizdir. Gerçekten de katliamlarla ilgili yazıldığı izlenimi verilen şiirlerin irdelediği konuya dolaylı da olsa göndermede bulunmadığı söylenebilir. Şair, bu tutumunu ise şiir türünde katliamların yazılamayacağı/işlenemeyeceği, sözünü ettiği trajedilerin/felaketlerin ağırlığından dolayı şiirin bununla baş edemeyeceği biçiminde açıklar. Peki bunun ifade etmek için sayfalar boyunca hiçbir konuyu belirginleştirmemek, duyurmamak daha doğrusu işlememek ve yapıyı oluşturan neredeyse her bir birimi konudan ilgisiz dizelerle şişirmek şiir sanatına ne katacaktır? Sanki birileri şaire facebook’taki ateşli siyasi paylaşımlarından dolayı niçin katliamlarla ilgi şiirler yazmadın diye hayıflanmakta, o da bunların şiirinin yazılamayacağını sayfalar boyunca yazdığı, daha doğrusu yazamadığı şiirlerle ispata çalışmaktadır. Kaldı ki Nilay Özer’in “şiirde katliamların yazılamayacağı” düşüncesinin de karşılığı yoktur. Bunun için Ahmed Arif’in destansı bir üslupla kaleme aldığı “Otuzüç Kurşun” şiirine bakmak dahi yeterlidir. Kaçakçılık yaptığı ileri sürülen otuz üç köylünün sınırı geçmesinin bahane edilmesi ve yargı önüne çıkarılmadan kurşuna dizilmesi/katledilmesi hadisesinin dramatik bir anlatım, zengin çağrışım ve şiir sanatının başat derinliğine ulaşılarak ölümsüzleştirilmesi hadisenin bugün dahi güncelliğini korumasında önemli rol oynamıştır. Nilay Özer’in ise anlamsız bağdaştırmaları fevkalâde buluşlar olarak sunma dışında yaptığı bir şey yoktur. Çünkü şairin bir meselesi/derdi yoktur. Nilay Özer’in bu kitabı 1960’ların başında yayımlanmış olsaydı İkinci Yeni taklidi kötü örnekler olarak değerlendirilecek ve bunlar üzerinden İkinci Yeni kötülenecekti. Katliamlarla ilgili şiirleri oluşturan her bir dize öylesine soyut ve yapma bağdaştırmalar üzerine kurulu ki katliamların neden olduğu psikolojik yıkımın, bunalımın, trajedinin hiçbir biçimde şair tarafından hissedilmediği, insanlık tarihine düşen acıya yüzeysel dahi olsa ortak olunmadığı gün gibi ortadadır. İkinci Dünya Savaşı’nda Nazilerin toplama kampından biri olan Auschwitz kampındaki işkenceler ve ölümler tarihe büyük bir trajedi olarak geçer. Nilay Özer’in bu kampı ve bu kampta yaşananları ele aldığı “buldum ölenlerin gözlüklerinden bir dağ” başlıklı şiirine bakıldığında –ki diğer katliamları da konu alan şiirler bundan farksızdır- şairin içerik-biçim çelişkisine nasıl düştüğü hakkında fikir sahibi olunabilir. Katliamların yaşandığı tarihleri de şiirin altına yazan Özer, bu yolla, bu şiirin o dönemde yazıldığı izlenimini verir. Oysaki şiir, zaman ve mekândan yoksun, oldukça da muğlaktır:

türlü sıfatlar buldum ruhun yırtılışına

kalın lifli karanlık bir uykuyu yazarken

aşktır kâğıt kesiği gibi birdenbire yakıcı

iyileşmiyor çok derin olan da olmayan da

sanki etimde buldum bulutlardan yolunmuş

kızıl kanatlı ve şuh kuşların davetini

sözcüklerle onların cinneti arasında

kalbim olmamanın zamanına yazılsa

buldum ölenlerin gözlüklerinden bir dağ

görünmez kılıyor tanrının gördüğünü

acının neden sonra rüzgâra döndüğünü

anladım şimdiden nabzı yavaşlayınca

bir yaprak kımıldadı üç serçe ürktü

ben bunu daha önce yaşadım…

auschwitz, 1940-1945

(Özer, 2015: 63).

Nilay Özer’in insan, toplum ve eşyayla anlamlı ilişkisini yitirmesi, geldiği yeri inkâr edercesine sınıf atlama telaşına düşmesi, insanlara ve hayata katı bir ideoloji üzerinden bakıp toplumun bin yıldan bugüne taşıdığı gelenek, görenek, örf, âdet ve inançlarını reddetmesi ve bunları alaya alması onun dış dünya ile ilişkisini olumsuz yönde etkilemiş, dahası buna bağlı olarak da oluşan değerler yitimi şairin şiiriyetten kopmasına, yapıyı oluşturan birimleri masa başında ve yapma/kitabi bir dille uydurmasına, biçim-muhteva diyalektiğini kaybetmesine neden olmuştur. İnanç bağlamında şairin kafa karışıklığının çıkmazda oluşu aşağıdaki dizelere de yansımıştır:

kıskandığım şu ki leylâ ve leylak

dünya ben olmasam da yaratılırdı

çiftleş karanlığın sarı sabrıyla

seçilmişler yazıyorsa gülün ömrünü

harflerin derimin altında kökleri var

(Özer, 2015: 49-50).

Materyalist bir dünya görüşüne sahip ve birçok defa Tanrı’nın varlığını reddeden görüşler belirten Özer, söz konusu dizelerde Tanrı tarafından gönderilen peygamberlerin hep erkek oluşunu eleştirmekte, kadın peygamberlerin olmayışından dolayı kadınların Tanrı tarafından değersiz kabul edildiğini ileri sürmektedir. Tanrı’nın varlığına inanmayan bir insanın/şairin onun peygamber gönderdiğine inanması ve bunu kabul ederek kadın-erkek eşitliğinin din üzerinden bozulduğunu iddia etmesi/yorumlaması büyük bir çelişkidir. Şairin bu dizelerle ilgili açıklaması ise şöyledir: “Bu şiir peygamber kavramını sorgulayan ve tek tanrılı dinlerde kadının konumunu eleştiren bir şiirden geliyor. ‘Kıskandığım şu ki leylâ ve leylak /dünya ben olmasam da yaratılırdı’ diye bir dize var başta. ‘Levlake levlak’ ‘leylâ ve leylak’ olarak sesle temsil ediliyor. ‘Sen olmasan alemleri yaratmazdım’ denen bir peygamber. Yani bunca insanın varlığının, mesela benim varlığımın çok da bir önemi yok. Neden hiç kadın peygamber yok mesela. İsası Musası hep erkek. Kahramanlar da peygamberler de erkek. Kabul edilebilir değil” (Özer, 2017).

Nilay Özer’in Korkuluklara Giysi Yardımı kitabındaki şiirler çelişkiler toplamı olmakla birlikte ait olunmayan bir ben’lik ve duyular üzerinden duyguların aktarımının dili yapaylığa kadar götürdüğü ve aşırı, fantastik bağdaştırmaların da şiirin dokusunu zedeleyerek ruhu boğduğu, maddeyi soyut hâlde bıraktığı söylenebilir. Nilay Özer’in son kitabında büyük bir düşüş yaşamasının nedeni hayattan kopması, ait olduğu değerlerle anlamsal bir bağ kuramamasıdır. Materyalist bir dünya görüşüne sahip şairin dini kaidelerden sıyrılmış olması ona İkinci Yeni’deki gibi özerk bir alan açmaz; bunun sebebi de dini ve ahlaki normların yerini katı bir ideolojinin almasıdır. Özer’in ideolojinin kalıplarıyla dış dünyayı gözlemlemesi insana, topluma, hayata yeni bir bakış getirmesini engellemiştir. İlk iki kitabında hayatı ve bireyi gerçekçi ve deneyimlerinden hareketle lirik bir dille işleyen şair, Korkuluklara Giysi Yardımı’nda toplumsal göndermelerle yüklü bir şiir kurmaya çalışmasına rağmen içinde yaşadığı toplumun gerçeklerinden hareket etmez. İnsana, topluma, tabiata, eşyaya ve problemlere yeni bir bakış açısı getirmemesi onu dil ile oynamaya, tuhaf yaratımlarda bulunmaya sürükler. Özer’in bu tavrından ötürü Korkuluklara Giysi Yardımı’nda belirginleşen bir temaya rastlanmadığı gibi ele alınan birçok önemli konu da hayattan ve insandan el almayan dil yüzünden havada kalır. İnsanlığın/dünyanın başına bela olan ve korkuluk olarak nitelenenler ile bunların yüzünden acı çekenler dildeki anlamsız bağdaştırmalar, aşırı soyutlamalar ve dağınık anlatım yüzünden anlamsal bir bütünlüğe ulaşamaz; ne “korkuluk”lar ne de onların neden olduğu sonuçlar yeterince işlenir. Korkuluklara Giysi Yardımı’ndan rastgele seçilen aşağıdaki bağdaştırmaların oluşum şekli oldukça yapay ve zorlamadır, bunların bir kısmının gerçek hayatta karşılığı yoktur, bunun nedeni de bağdaştırmaları oluşturan unsurların soyut ve havada kalması, yaşamdan destek alamamasıdır:

cehennem ateşinden serin parmak izleri” (s. 17).
“rüzgarların ince bir düş kestiği kamışlardan” (s.26).
“ben o içi görünen balıkları da/ okunaksız kıldım yağmurun el yazısıyla” (s. 29).
“sadece kelebekler ve kollarım düşerken/ yükselen bir rüyanın ömürsüz harareti” (s. 32).
“çiftleş karanlığın sarı sabrıyla/ seçilmişler yazıyorsa gülün ömrünü/ harflerin derimin altında kökleri var” (s. 50)
“yağmurun uzak ihtimallerden dokunmuş ipliğini/ çekmekle alçalmıyor gök unut/ soğut bu ateş bu gövdeye hırçınlık/ ve ölüm çağırıyor gülün felaketinden” (s. 52).
“bırak çevirsin rüzgâr denizin sayfasını” (s. 55).

Kitapta yer alan hemen her şiirin en küçük yapı birimi, bu tür işlevsiz, ayağı yere sağlam basmayan ve zoraki yorumlama gerektiren bağdaştırmalarla doludur. Şair insanın, ait olduğu toplumun, tabiatın diliyle değil, daha çok da yapaylıktan gelen uydurmalarla kitabi olanın diliyle konuşur. İlk iki kitabın anlatımındaki sıcaklık, sokaktan gelen özellikler son kitapta görülmez. İlginç olan ise Fırat Caner ve S.F. Çanga tarafından Korkuluklara Giysi Yardımı üzerine yazılan bir yazıda Nilay Özer’in son kitabının sanatının zirvesi olarak değerlendirilmesi, yukarıda verdiğimiz örneklerin olağanüstü özgün buluşlar olarak nitelendirilmesidir. Nilay Özer şiirinin methiyesi olarak da okunabilecek kısa yazıda yazarlar, onca övgüyü tek sayfaya sığdırabilme başarısını da gösterebilmiştir! Caner ve Çanga, Özer’in Korkuluklara Giysi Yardımı’yla Behçet Necatigil’in kavramlaştırdığı “hikmet burcu”na yaklaştığını belirterek şairin bu eserle büyük anlatıların dünyasına girdiğini ileri sürer. Bu bağlamda Korkuluklara Giysi Yardımı’nı, Homeros’un İlyada ve Odyssea’sıyla kıyaslamamaları oldukça şaşırtıcı ve aynı zamanda bu, övgüde sınır tanıdıklarının da kanıtıdır:

Korkuluklara Giysi Yardımı, Nilay Özer’in bir bakıma son, bir bakıma da ilk şiir kitabı. Daha önce yazdığı şiirlerin vasıfsız olduklarını ima eden bir beyan değil bu; son kitabının yeni ve bambaşka bir şiirsel mecraya girdiğine dair iddialı bir tespit sadece. Nilay Özer şiiri yeni bir evreye geçiyor. Söylem düzeyinde büyük anlatıların, mücadele alanı düzeyinde yerel çatışmaların üzerine çıkmış, üslup düzeyinde alışılmamış bağdaştırmaların (dolayısıyla da yadırgatma vasfının-şaşırtıcı, özgün imgelerin) büyük ihtimalle sadece yazma aşamasında değil işleme aşamasında da özenle ve sistematik bir şekilde maksimize edildiği, modernizmin salgın hastalıkları olan umutsuzluk ve karamsarlığın defedildiği (…) (Caner ve Çanga, 2017: 102)

bir şiir var Korkuluklara Giysi Yardımı’nda. Yazının başından sonuna kadar benzer abartılı övgü cümlelerine rastlamak mümkündür. Bu tür yazılar bu dönemin bir parçası olarak kabul edilmelidir. Dostluklara dayalı ilişkiler, eleştirinin nesnellik üzerinden değil öznellik üzerinden yapılmasına neden olmuştur. Diğer şairler arasındaki abartılı ve yersiz övgüler daha yoğundur. Bu yüzden Caner ve Çanga’nın kaleminden çıkan bu bir (1) sayfalık yazı 2000’li yılllardaki birçok eleştiri yazısından daha nesneldir, denilebilir. Bu traji-komik durum 2000’li yılların eleştiri düzeyini/niteliğini göstermesi bakımından ayrıca ibretliktir. Kuşku yok ki Nilay Özer’in gerçek sanatçı kişiliği ilk iki (Zamana Dağılan Nar ve Ol!) kitaplarında gizlidir. Korkuluklara Giysi Yardımı’nın Nilay Özer şiirinde yeni bir dönemece yol açtığı ise muhakkaktır; ancak bu dönemeç, şairin sanatını ileri bir aşamaya taşıdığının değil, hakiki şiirden koptuğunun işaretleriyle doludur. Her şeyden önce Korkuluklara Giysi Yardımı ölü bir dilden doğan ölü şiirler toplamıdır. Özer’in bu kitapla şiirini insandan, toplumdan, hayattan ve duygudan soyutlaması, soyut ve dağınık bir anlatımı öncelemesi, anlamsız bağdaştırmalar yaratarak dille oyun oynaması, imge ve bağdaştırmayı yığma olarak algılaması, böylece dizeler arasında anlamsal kopukluk yaratması şiiriyetten uzaklaştığının somut göstergeleridir. Dahası bir şairi büyük yapan asıl özellik onun dilden ziyade hayatla oyun oynayabilmesinde kendini gösterir. Korkuluklara Giysi Yardımı’nda ise hayatın belirtilerine rastlayabilmek uzayda yaşam unsurlarını aramak ve bulmak kadar zor, hatta imkânsızdır. Nilay Özer, son kitabında düşünceyle beraber duyguyu da yitirmiştir. Şiirde konuşan öznenin dili doğallıktan, sıcaklıktan, içtenlikten uzaktır. Şiir öznesinin herkesten farklı konuşma çabası ikinci bir anlatıcı olarak şairin de masa başındaki müdahaleleriyle iyice çıkmaza girmiştir. Nilay Özer’in şiirinde ne dil ne tabiat ne insan ne de dış dünyanın diğer unsurları, içinde yaşadığımız dünyaya benzer bir özellik taşır. Dildeki soğukluk ve yapaylık diğer bütün unsurlara sirayet eder. Hemen her şeyde bir donmuşluk vardır; bu yüzden de bu şiirlerde nefes alan tek bir canlıya dahi rastlamak neredeyse imkânsızdır.

Kaynakça

Caner, Fırat; Çanga, S. F. (2017), “Korkuluklara Giysi Yardımı”, Varlık, Haziran 2017

Özer, Nilay (2015), Korkuluklara Giysi Yardımı, İstanbul: Yasakmeyve Yayınları.

Özer, Nilay (2016), “Nilay Özer ile Şiir ve Diğer Her Şey Üzerine” (Röportajı yapan: Nazlı Karabıyıkoğlu-Zeliha Cenkci), http://postdergi.com/nilay-ozer-ile-siir-ve-diger-her-sey-uzerine/ (Erişim tarihi: 05. 01. 2018).

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl