Ana Sayfa Litera KURGU VE DİL İŞÇİSİ BİR ŞAİR OLARAK SEMİH ÇELENK

KURGU VE DİL İŞÇİSİ BİR ŞAİR OLARAK SEMİH ÇELENK

KURGU VE DİL İŞÇİSİ BİR ŞAİR OLARAK SEMİH ÇELENK

Semih Çelenk’in ilk kitabı “Redd-i İthal” 1996, ikinci kitabı “Nacar ile Serkisof” 2006 ve üçüncü kitabı “Hurufat” 2013 yıllarında çıkmış üç şiir kitabı. Semih yalnız şiir alanında ürün vermiyor, aynı zamanda oyun yazarı ve yönetmen. Dolayısıyla çok yönlü bir sanatçı kimliğiyle karşı karşıyayız. Bu çok yönlülüğün şiirini alabildiğince zenginleştirdiğini en başta teslim etmek gerekir. Semih’in şiiri hakkında bir şeyler yazmak kolay değil, ama aynı dönemde aynı edebiyat dergilerinde yazmamızın verdiği güven ve dostluğun kattığı yakınlığın şiirsel yolculuğumuzu da yakınlaştırdığını düşünüyorum. Semih ile aynı kuşağın şairiyiz. Onun şiirine duyduğum güven ve heyecan, şiiri hakkında yazma gerekliliğini öne çıkardı.

Semih Çelenk, dergi şairi değildir. Dergilerden sıyrılmış ve kendini kanıtlamış bir şairdir. Ancak eleştirmenler tarafından görülmemiş veya ıskalanmış bir şairdir. Bu Semih’in şiirinden kaynaklanan bir durum değildir. Aksine edebiyat dünyasını kuşatan kırık ve piyasa cazibesine terk edilmiş estetik algı ve kavrayıştan kaynaklanır. Bu da yeterli değildir, güçlü eleştiri kurumunun zayıflığı, eleştirinin hafife alınması, eleştirmenin yine piyasa kaygısıyla edebiyat dışına itilmesinden de kaynaklanır. Ben eleştirisiz şairinin ebeveynini yitirmiş bir çocuk gibi görürüm. Dış dünya karşısında savunmasızdır ve sürekli savrulur. Eğer şair, eleştirmenini yitirmişse savunmasız ve sürekli savrulmaya hazırdır. Semih eleştirmensiz şair oldu ama savunmasız kalmadı ve savrulmadı. Çünkü günümüz pek çok şairinde olmayan bir entelektüel birikim yani “kuşanmışlık” diğeri de 80 kuşağı şiir geleneği içinde yoğrulması söz konusuydu.

80 kuşağını ben çok önemsiyorum. Sanırım önemseyerek de öleceğim. Yakın tarihimizin şiir akımları, şiir anlayışları ve kuşağı içinde bir akım olmayan ama bir eğilimi içinde taşıyan 80 kuşağını diğerlerinden ayıran çok önemli bir atmosfer vardı. Bu atmosfer 80 kuşağı şiirini önceki tüm kuşaklardan ayrıcalıklı kılar. 80 kuşağı şiiri yalnız geçmiş şiir poetikasına bir başkaldırı değildi, aynı zamanda diktatörlüğün en hissedilir alanlarında yenilgiye kafa tutmak yeniden doğmak yeniden nefes almaktı da. En önemlisi de askeri darbenin getirdiklerinin dışında 89 yılında SSCB ve benzer ülkelerin yıkılması oldu. Bu birilerine göre ütopyanın yıkılması birilerine göre ütopya olarak görülmese de dolaylı olarak bir ütopyaya olan inancın zayıflaması ve sorgulanmasına neden olmuştu. 80 kuşağı, 70 ve öncekiler gibi politik bir şair kuşağıydı. Dolayısıyla yalnız şiir geleneği, yalnız şiir poetikası iktidarla sürtüşmedi, aynı zamanda bir ütopyayla da hemhal oldu. Kendiyle, kendinden önceki şiirle,  kuşatıldığı toplumla ve koca bir entelektüel birikimle de karşı karşıya kaldı. 80 kuşağını önceki şiir akımlarından, anlayışlardan, gelenekten ve kuşaktan ayıran özellik buydu. 80 kuşağının yaşadığı o yıkımı, 1. Dünya Savaşı ve 2. Dünya Savaşı sonrası batı entelektüelleri de yaşadı. Oralarda büyük felsefe ve sanat akımları doğdu bizde bunlar olmadı (veya buna zemin hazırlıyor) ama kendiyle, toplumla, devletle ve ütopyayla başı belada bir şair kuşağı yarattı. İşte bu kuşaktan söz alan pek çok şair 90’lı ve 2000’li yılların şiirini belirledi. Bazıları tek kitapla, bazıları birkaç kitapla sürecin içinde oldular ama devam ettirenler çok az kaldı. Semih Çelenk şiiri bu kuşağın sorumluluğunu sırtlayan şairlerden. Dolayısıyla şiirleri bir yandan geleneğe karşıyken diğer yandan geleneğin tüm birikimiyle de yüz yüze. Eğer şiirlerinde beyit formları, aksan ve kimi folklorik öğeler kullandıysa bu geleneğin bilincinde olmasından kaynaklanır. Ancak kullandığı metafor, imge, eğretileme, müzik gibi pek çok şiir öğesi gelenekle karşı karşıya kalmasına, onun avangard bir tutum takınmasına neden oluyor. Semih Çelenk hem 80 kuşağının taşıyıcısı, hem de kendi kuşağını aşmaya çalışan bir avangard.

Öncelikle yayımlanan bu üç kitabın tematik özetini vermek isterim.

Birinci kitap “Redd-i İthal” : Tüm dünyada uygulamaya sokulan, bizde de 80 askeri bir darbesiyle uygulamaya konulan neo-liberal politikaların oluşturduğu kültürel ablukanın farkındalığını, bu kuşatılmışlığın yarattığı kültürel erozyona karşı duyulan öfke ve eleştiriyi içerir.

İkinci kitap “Nacar ile Serkisof” : Farkedileceği gibi kitap ismi ünlü saat markalarından yararlanılarak oluşturulmuş. Burada şair yalnız sembollere değil aynı zamanda gösterge alanına da atıfta bulunmakta. Bu kitap bu konuda oldukça zengindir. Bu kitabı semiyotik ve fenomolojik açıdan ayrıca incelenmeye değer buluyorum. Bu kitapta ayrıca yakaladığım determinist insan ve zaman ilişkisini ani değişime, devingenliğe ve sıçramaya ulaştıran Kuantum kavrayışı var. Şiirlerde mitolojiyi, yalnızca değinmek veya şiirsel bir araç olarak kullanmaktan ziyade mitolojik zamandan soyutlayıp günümüz gerçekliği içinden yeniden kurgulayarak bir şiir kurulması bu savımı destekler niteliktedir. İnsan-zaman, tarih öncesi-sonrası, mekan ve mekansızlık üzerine düşünen bir şiir kitabı.

Üçüncü kitap “Hurufat” : Aslında üçüncü kitap ikinci kitabın devamı niteliğinde. İkinci kitapta bitmiş ama şairi tatmin etmemiş olacak ki üçüncü kitaba alıp sürdürdüğü şiirlere bakılırsa üçüncü kitap ikinci kitabın devamı olarak yorumlanabilir. Bu kitapta izlek olarak yine genel anlamda modernite eleştirisi ve bu eleştiri karşısında şairin iç sıkıntısı var. Ancak bu iç sıkıntı topluma sırtını dönen bir sıkıntı değil. Toplumun hissiyat olarak veya Sokrates’e atıfla “sezgi” gerçeğini bilince çıkararak yaşanan bir sıkıntıdan söz etmek gerekir. Dolayısıyla geçmiş ve geçmişle didişme sorunu bütün kitaplarda ortak bir izlek olduğu gibi “Hurufat” kitabında da ana bir izlek.

1.KİTAP (Redd-i İthal) BİÇİM VE SENTAKS KAYGISI:

KARA KADIN TÜRKÜSÜ(Deneysel öncelikli şiir)

ELVADA YELKENLİLER (Deneysel öncelikli şiir)

KIRÇİÇEĞİ (Deneysel ve ses öncelikli)

BENZERLER (Deneysel ve ses öncelikli)

KARABASAN (Deneysel öncelikli şiir)

İP (Deneysel ve ses öncelikli şiir)

SAMAH (Deneysel öncelikli şiir)

GÖÇMEN (Deneysel öncelikli şiir)

GÜLLÜ KIZLAR (Deneysel öncelikli şiir)

İMDAT! İmdat şiir! (Şiirde esin sorgulanıyor. Ayrıca “ölümü bir tek o’nla aşabileceğim

bunları da biliyorsun şiir

biliyorsun.”(1) dizesinde şiir yansıtan, eyleme geçiren değil bir sığınak olarak gösteriliyor.)

PYRAMOS İLE THİSBE (Mitolojik kurguya dayalı bir şiir)

ADIYOSAS PARADISO (Deneysel ve ses öncelikli): Bu şiir “Redd-i İthal” kitabının en önemli en ustalıklı iki şiirinden biri olarak karışımıza çıkıyor. “o tren yok artık”(2) imgesiyle neo liberal politikanın sonucu olarak değişen hayattı tanımlamaya çalışır.

SESSİZCE (Deneysel ve ses öncelikli)

BELKİ DE SON BU (Deneysel öncelikli şiir)

MİSAFİR (Deneysel öncelikli şiir)

KORDONDA (Geleneksel forma dayalı)

MARTILI (Geleneksel forma dayalı)

BASMANELİ DONKİŞOT ( Deneysel): İzmirli şairlerin genelinde bir Basmane mitosu vardı. Basmane modern hayatın kurbanlarının kümelendiği bir yerdir. İstanbul şairleri için de Tarlabaşı.

KÖRÖFKE (Deneysel öncelikli şiir)

KUVAYİ MİLLİYE (Deneysel öncelikli şiir)

ÖLÜMÜN (Deneysel öncelikli şiir)

MEKTUP (Deneysel öncelikli şiir) : Bu dört kısa şiirin sözdizimi, sentaks ve anlamsal katmanlarının oluşturulmasında Cemal Süreya etkisi izlemini bırakır.

O GECE (Deneysel öncelikli şiir)

AÇAR (Bu şiir kitabın en başarılı ikinci şiiridir. Şair “ADIYOSAS PARADISO” ve “AÇAR” şiiriyle okuyucuya şairliğin uzun soluklu bir serüven olduğunu hissettirir.

GECE AY MEHTABI (“düşsüz yatıyor uyuyanlar” (3) mısrasında aydınların, işçilerin toplumsal üretimin ve dönüşümün temelini oluşturanların yitirilmiş ütopyadan yakınır. 90’lı yılların tüm dünyayı kuşatan ortak ütopya trajedisidir bu. Bu şiirde yıkılan ütopyanın sonuçlarıdır dile getirilen.)

PAZAR DEĞİLDİ O GÜN (Anlatımcı bir teknikle yazılmış bir şiir ve “GECE AY MEHTABI” şiirinden farklı olarak yıkılan ütopyanın sonuçlarından değil ütopyanın kendisi sorgulanmaya çalışılır “tüm umutlarımın kırık olduğu şu anda” (4) harekete geçmek isteyen biri vardır.

PARİS OINONE’SİZ

OINONE PARIS’SİZ OLABİLİR BİR GÜN (Mitolojik kurguya dayalı bir şiir)

SKAMANDROS KAYNAĞINA GERİ AKSIN (Deneysel öncelikli şiir)

2. KİTAP (NACAR İLE SERKİSOF) BİÇİM VE SENTAKS KAYGISI:

Adiyosas Paradiso (Deneysel ve ses öncelikli): Bu şiir “Redd-i İthal” kitabında da yer alır.

Pyramos ile Thisbe (Mitolojik kurguya dayalı bir şiir)

Erostum Sanki (Mitolojik kurguya dayalı bir şiir)

Muzaffer (Öykülemeci şiir)

Soru (Ses öncelikli şiir)

Bahar (Deneysel öncelikli şiir)

Kum saati (Deneysel öncelikli şiir)

Düşler konağı (Deneysel öncelikli şiir)

Günlerin tortusu (Deneysel öncelikli şiir): Bu şiirde Kafka anlatılıyor.

Ayrılırken (Deneysel öncelikli şiir)

Pandora’nın karakutusu ya da tam sayfa (Deneysel öncelikli şiir)

İbn-i aşk (Deneysel öncelikli şiir)

Örnekköy doğaçlaması (Deneysel öncelikli şiir)

Kırkların eşiğinde (Deneysel öncelikli şiir)

Absürd ki ne absürd (Deneysel öncelikli şiir): Sammuel Beckett’e atıflar var.

Plato’un platosu (Deneysel öncelikli şiir)

Diyalektik (Deneysel öncelikli şiir)

Araf (Deneysel öncelikli şiir)

Yeni Hayat (Deneysel öncelikli şiir): Orhan Pamuk’un romanı imlenerek popüler kültür eleştirisi yapılmaktadır.

Nacar ile Serkisof (Deneysel öncelikli şiir)

Metruk Bir maşuk (Deneysel öncelikli şiir)

Deniz (Deneysel öncelikli şiir)

Buhur-u Meryem (Deneysel ve ses öncelikli şiir)

Kaybedenlerin manifestosu (Deneysel öncelikli şiir)

Kesirli kent (Deneysel öncelikli şiir)

Arabalı (Deneysel öncelikli şiir)

Garda; gitmeden (Deneysel öncelikli şiir)

3. KİTAP (HURUFAT) BİÇİM VE SENTAKS KAYGISI:

myndos mersiyesi (Mitolojik kurguya dayalı bir şiir)

bekleme odası (Öykülemeci şiir)

tavşan ile sincap (Öykülemeci şiir)

bizim mahalle (Öykülemeci şiir)

ben bir başkasıdır (Öykülemeci şiir)

o çocuklara nasıl davranmalıyız (Öykülemeci şiir)

hoşçakal baladı (Ses öncelikli şiir)

çocuk bayramı (Ses öncelikli şiir)

uzak (Ses öncelikli şiir)

mango tabaklı kadınlar (Ses öncelikli şiir)

çok meşgul adamlar (Ses öncelikli şiir)

hurufat (Ses öncelikli şiir): “kuburu boklu alaturka” küfür ve argo kullanılarak sert bir söyle oluşturulmaya çalışılmış. Semih Çelenk, şiirinde bu keskin söylemi zorunlu olmadıkça kullanmadığını ama Brecht’e olan bu  “yabancılaştırma” efekte duyarsız kalınmaması gerektiğini söyler. (5)

hıdrellez duası (Geleneksel forma dayalı ve Ses öncelikli şiir)

deniz’le röportaj (Geleneksel forma dayalı ve Ses öncelikli şiir)

ve can yürüyor (Deneysel öncelikli şiir)

anakronik şiir (Deneysel öncelikli şiir)

karşılama törenleri (Deneysel öncelikli şiir)

sabotaj (Deneysel öncelikli şiir)

ben bir başkasıdır (Deneysel ve öykülemeci şiir)

dolunay doğaçlaması (Deneysel öncelikli şiir)

parole liberte (Deneysel öncelikli şiir)

o çocuklara nasıl davranılmalıyız ( Ses öncelikli şiir):

sen, ben bir de ölü ozanlar (Deneysel öncelikli şiir): Bu şiirde şair şiirin tarihsel meşruluğuyla toplumda olup biten ve haksız politik cinayetler karşısında tutumunu açık eder.

devrimin kıyısına doğaçlama (Deneysel öncelikli şiir)

Çevhov’lu ölüm doğaçlaması (Deneysel öncelikli şiir)

uzak şafak (Geleneksel forma dayalı)

hep bir eksik(Geleneksel forma dayalı)

gerçeküstü gerçek (Geleneksel forma dayalı ve deneysel öncelikli)

silinip gidiyor aşk (Geleneksel forma dayalı)

çekimli şiirler ı (Geleneksel forma dayalı ve deneysel öncelikli)

çekimli şiirler ıı (Geleneksel forma dayalı ve deneysel öncelikli)

çekimli şiirler ııı (Geleneksel forma dayalı ve deneysel öncelikli)

çekimli şiirler ıv (Geleneksel forma dayalı ve deneysel öncelikli)

Susurluk (Deneysel öncelikli şiir) : Doğrudan devletin gizli ve illegal ilişkilerini hedef alan bir şiir.

bahçe (Deneysel öncelikli şiir): Politik nedenden dolayı örgütlü bir şekilde işlenmiş bir cinayet hakkında yine şair duyarlılığıyla söz almaya çalışır. Hrant Dink cinayetini bir eylem veya ajitasyon temelinde yargılamak için değil bir şiirsel hakikat, insani duyarlılık temelinde cinayeti mahkum etmeye çalışır. Bu sanatın yansıtma kuramına yeterli bulmayan “tarihsel gerçekliğe ” sadık Aragoncu (6) bir sanat anlayışıdır.

Üç Kitabın Ortaklaşan Özellikleri:

Semih Çelenk’in üç kitabı incelendiğinde ortaklaşan özellikler göze çarpar. Bunlardan birincisi KURGU’dur. Pek çok şairde eksik olan bu özellik Semih’in ilk kitabından son kitabına kadar başarıyla serpilmiştir. İyi bir kurgunun şairin yaratıcı eylemini zenginleştirdiği söylenebilir. Bu zenginlik şairin seçkin konu seçimine de sürükler. “Redd-i İthal”, “Nacar ile Serkisof” ve “Hurufat” kitaplarında görülen bu özellik kitapların en belirgin özellikleridir. Başarılı olarak bulduğum diğer konu da mitolojiden fütursuzca yararlanması. Bu yararlanma imge zenginliğini ve anlatım zenginliğini elde etmenin ötesinde, yine pek çok şairde olmayan bir özellikle günümüze taşıması, mitolojik bir öyküyü kendi çağında yeniden kurgulamasıdır. Bu benim çok ama çok önemsediğim bir yetenektir. Bu özellik bütün kitaplarında ortak bir öğe. İlk kitaptan son kitaba kadar mitolojinin imge olarak zengin bir kullanımı söz konusu. “Redd-i İthal” kitabında “PARİS OINONE’SİZ

OINONE PARIS’SİZ OLABİLİR BİR GÜN”(7),  PYRAMOS İLE THİSBE” (8) “Nacar ile Serkisof” kitabından “Pyramos ile Thisbe”(9), “Erostum Sanki”(10), “Hurufat” kitabında “myndos mersiyesi”(11) şiirleri ile mitolojik imgenin ötesine geçilmiş ve mitolojik kurguya dayalı şiirin başarılı örnekleri verilmiştir.

Semih’in bazı şiirlerini birden fazla kitapta yer verdiği görülür. İlk kitabı “Redd-i İthal” de bulunan  “Adiyosas Paradiso” şiiri ikinci kitabı “Nacar ile Serkisof” kitabında da vardır. Aynı şekilde ikinci kitabı “Nacar ile Serkisof” da yer verdiği “çekilmiş şiirler”i üç alt başlıkta sunulurken son kitabı “Hurufat”a eklenerek de olsa yer verir. Elbette bu bir tercih meselesidir. Bir eleştirmen olarak şairin bu tasarrufunu, “tercihin” ötesinde bir tutum olarak görmek ve anlamam gerekir. Hazır eleştirmenlikten söz etmişken birkaç söz de eleştirmenlik hakkında konuşmak isterim. Öncelikle Türkiye’de edebiyat eleştirmenliği çok zayıf hele şiir eleştirmenliği yapan neredeyse hiç yok. Bu konuda çorak bir memleketiz. Bu tamamen edebiyat dünyasının genel bir sorunudur. Okuyucudan, yayıncısına kadar herkesin bunda payı vardır. Varolan (özellikle şiir) eleştirmenlere bakınca da onlardan sağlıklı bir değerlendirme beklemek çok zor. Bunun da pek çok kişisel ve toplumsal nedeni vardır. Bu konulara dalacak değilim, ki beni de ilgilendirmez. Beni ilgilendiren eleştirmenim diyerek delilik halinden öte bir tutum takınmayanlardır. Aragon bu konuda benden çok daha ılımlı çok daha önce ve çok da güzel söz almıştır: “Şiirden, fizik ya da marangozluktan söz eder gibi konuşan insanlar vardır ve bunlar, sözü aldıklarında, bakın bu olmamış, bunun yetkinliğini kanıtlayacak hayal gücü bu işin üstesinden gelemiyor, ya da, bu masa dingildiyor, üzerine dayanılmaz, üstüne bir çiçek vazosu bile konulmaz, demekten öte gidemezler.” (12) Aragon’un “marangoz” benim “delilik hali” dediğim eleştirmenler “… şiir yazmanın öğretilmeyeceği … Bu yargı doğru gibi görülmektedir; ama henüz yazılmamış şiirler için geçerlidir bu. Yazılmış, okuyucuyla buluşmuş şiirlerin nasıl yazıldığını öğrenebilir.” (13) (Bu alıntının yazarı kendi aklınca kelime oyunu yapmaktadır. Yazılamamış bir şiir zaten yoktur. Olmayan şey de ne tanımlanır ne de yazılır.) veya ” Şiir tanımlanamaz! demek yeterli değil. Çünkü varolan her şey tanımlanabilir. bu durumda, belki de en doğru yaklaşım; bugüne dek yazılagelen tüm şiirlerin tek tanımının olmayacağını söylemek” (14) Eğer “şiir öğretilen” bir şey olsa şiir “tanımlanır”. Şiir “öğretilemez” olduğu içindir ki “tanımlanamaz”. Şiir öncelikle söz sanatıdır. Hilmi Yavuz bu konuda ısrarlı olan önemli bir eleştirmendir. Ancak ben şiirin yalnız “söz sanatı” olarak sınırlandırılmasını yeterli bulmuyorum.  Yahya Kemal, şiiri “düşüncenin duyguya dönüştürülmesi” , diye tanımlar. Hilmi Yavuz ve Yahya Kemal’e ek olarak ben şiirin bir taşıyıcı, araçsal yönü olduğunu da düşünüyorum. Şiiri düşüncenin duygu aracılığıyla söylenen bir söz sanatı olarak tanımlamak sanırım her döneme denk düşen bir tanım olsa gerek. Şiiri bu şekilde tanımlamak genel anlamda yeterlidir. Şiirin dönemsel olarak farklı yazıldığı bilinen bir gerçek. Bu farklılık şiirin tanımını değiştirmez. Değişen şiirin yapısıdır, söyleyişidir, biçimi yani değişen hayat olduğundan şiir bu hayata kendince yanıt vermeye çalışır. İşte şiir bu nedenle öğretilemez. Şiirin okulu bu nedenle olmaz ve açılamaz. Bunu yapanlar ve savunanlar vardır, ilerde de olacaktır ama bunlar Aragon’un dediği gibi ya “marangozdur” ya da benim söylemeye çalıştığım “delilik hâlidir”. Sonuç olarak şiir eleştirmeninin görevi; şiirin yazıldığı dönemle birlikte ele alıp çözümleme yapmaktır. Yargıda bulunmak değildir. Semih Çelenk’in şiirini bu temelde gözlemek ve çözümlemek istedim. Bu çözümleme tabii ki bir yargıya da zemin hazırlayacaktır. Bu yargı şairin, şiirin kendisine aittir. Şair ve şiir bu nedenle eleştirmene, eleştiriye muhtaçtır. Karşılıklı iletişim, sürtüşme şairi ve şiiri belirlemese de bir zenginlik katacağı su götürmez bir gerçektir.

Bizde şiir eleştirmenliği o kadar kısır ki bu nedenle şair sürekli kendini bir güvensizlik içinde bulur. Yalnız şair mi kendine güvenmez, hayır, dergi yöneticileri, yayınevi editörleri de aynı trajedinin içinde tepinedururlar. Bir şair keşfetmek, bir şairin elinden tutmak bu nedenle hep geç kalınır. Bu nedenle şiir değil satılan kitap sayısı bir ölçüt olarak kabul edilir. Semih ilk kitabıyla kendini ortaya koymuş bir şairdir. Çıkardığı kitaplara bakılırsa uzun aralıklarla şiir yazdığı görülür. Kitaplar sık aralıklarla çıkmamasına karşın sanki birbirlerini tamamlayan bir hava verdikleri söylenebilir. Yukarıda belirtiğim bazı şiirler bu nedenle farklı kitaplara serpiştirilmiş. Aslında bu cesaret gerektiren bir tutum. Çünkü şair bir şiirini birkaç şiir kitabına koyabiliyorsa kendi poetikasından emin olduğunu bize kanıtlar. Semih’in şiiri ilk kitaptan beri kendi yolunu bulmuş bir şiirdir. Lirik alandan akmaya çalışan şiiri kurgusal zenginlikle kendi söylencesini de yaratmaktadır. “Günlerin tortusu” (15) şiirinde Kafka biyografisine;  Kafka’nın sevgilisi “Çerna Dora” ve “Milena” oradan “Dönüşüm” öyküsünde konu edinilen hayali karakter “Gregor Samsa” ile birlikte kurulan çağdaş bir “mitos şiir” başarıyla kurulmuştur. Şairin bunu başarmada en büyük dayanağı, “KURGU” ustalığıdır. Benim şimdiye kadar hiç düşünmediğim bir konuydu bu. Semih’in şiirlerini okuduğumda artık bir şairin yalnız biçem, imge, poetikayla değil aynı zamanda kurguyla da değerlendirilmesi gerektiğine kanaat getirdim. Kurgu, şiirin tüm teknikleri kadar önemli.

Ahmet Oktay’ın, dil konusunda Dağlarca’nın katkısını (16)  anımsatması günümüz şairine bir öğüt niteliğindedir. “Türkçem, benim ses bayrağım”, diyen Dağlarca, “…burada dilin karşısındaki bağımsızlığını vurgulamakla kalmıyor yalnızca; dili sevmeden, onu, tüm kaygıların önüne çıkarmadan şiir yazılamayacağını da belirtmiş oluyor. Ayrıca dizedeki ses sözcüğü, okuru şiir dilinin müziği ve tonalitesi hakkında da önceden uyarmış oluyor.” (17)

“Redd-i İthal”, “Nacar ile Serkisof” ve “Hurufat” kitaplarında dil giderek özen gösterilen ve giderek de özelleşen, zenginleşen bir söz düzeni olarak belirir. Zaman zaman folklora ve aksana dayanan dilin sürekli kendini yenilediği görülür. Küfür ve argo hemen hemen yok gibidir. Bu da önemsenmesi gereken bir konudur. Yukarda değindiğimiz “Hurufat” kitabında geçen “kuburu boklu alaturka” (18) mısrası, “mütareke orospularını arayan adam” (19), “değil mi ki bu sürrealist resimden asla hiçbir bok çıkmaz” (20) buna örnektir. Ayrıca “şehrin kasıklarına giren yabanıl erkek” (21) mısrası şiirde erotizm ve pornografinin nasıl işleneceğine dair mükemmel bir örnek oluşturacak cinstendir. Semih Çelenk’in verdiği söyleyişinde bu keskin söylemi Brecht’in “yabancılaştırma” kavramına bağlaması çok haklı bir dayanağa sahiptir. Genel olarak kullanılan dil özenle seçilmiştir. Dilin coğrafik ve tarihsel sınırı yok gibidir.  Şiirlerinde yer alan “maşuk”, “metruk”,  “arya”, “etfayi”, “kuru mürdüm”, “cima”, “cihanşumul”, “araf”, “koket”, “afili”, “buhur-u meryem” gibi isimler buna örnektir.

Eğer politikayı dar anlamda iktidara karşı alınan tutumla sınırlı tutuluyorsa Semih Çelenk’in şiirleri genel anlamda politik şiirler değildir. “Sabotaj” (22), “bahçe” (23), “sen, ben bir de ölü ozanlar” (24), “Susurluklu Hamlet” (25), “Kaybedenlerin manifestosu” (26), PAZAR DEĞİLDİ O GÜN (27) şiirleri dar anlamda (iktidarla ilişkisi düşünüldüğünde) politik şiirlerdir. Bu geleneksel sol şair geleneğin dışında görülebilecek şiirlerdir. Propaganda, ajitasyon ve taşkınsız bir dille kurulmuş şiirlerdir. Eğer politikayı insan yaşamının bütünü içinde değerlendirilirse Semih’in bütün şiirleri politiktir. Hem de dehşet saçacak bir keskinlikle, akılla örülmüş, kurguya dayalı şiirlerdir. İnsanın doğumundan, ölümüne, tarihin başlangıcından günümüze yayılan bir şiir haritası olarak okumak olası.

“Çekimli Şiirler” biçim açısından geleneksel forma dayalı (beyit) ama sentaks açısından deneysel öncelikler içeriyor. “Çekimli Şiirler” ikinci kitapta da yer alıyordu. Üçüncü kitapa eklenmiş olarak karşımıza çıkıyor. Bunun nedenlerine yukarıda değinmiştik, yeniden tekrar etmenin bir anlamı yok. Bu şiirlerde şair nesneler için değil düşünce için, kendi felsefi birikim ve deneyimi için söz almakta dolayısıyla da insanlığın hâlâ gündeminde olan o muhteşem meşguliyet yaratan ve yaratmaya devam edecek ontolojiyi konuları kendi dolaylı olarak okuyucunun gündemine başarıyla taşır. Bu ontoloji 20. yüzyılın büyük düşünürü Jean-Paul Sartre sayesinde şairlerin ilgi odağına oturmuştur. Günümüz şairlerinin çoğunun ontolojik sorunları gündelik ilişkilerle sınırlamalarına çok rastlıyoruz. Bu tutum şairin entelektüel zayıflığı, entelektüel dünyayla kurduğu bağla alakalıdır. Herkesin beğeneceği pek çok şiir yazılabilir, herkes sizin şiirinizi okuyabilir ama sorun halkın ortalama bilincine seslenen o bilinci sömüren bir şiir yaratmak mı yoksa toplumu ileri çekecek olan ileri bilincin donatılması, oranın ilgi odağı olmak mı. ben şahsen ikincisini tercih ederim. Çünkü hayat var olanla yetinenler üzerinden değil var olanla yetinmeyenlerin üzerinde şekilleniyor. Eğer hayat değişmese idi, hâlâ  Homeros çağında yaşar yalnızca İlyada ve Odysseia destanıyla yetinirdik.

“Çekimli Şiirler”i yazan şair kendi şiirinin bilincindedir: “Bu şiirlerin ilk üçü, tekil şahıslar yani, Nacar ile Serkisof’ta yayınlanmıştı. daha sonra biz, siz, onlar’ı yazınca altısının bir arada yayınlamak gerektiğini düşündüm. Evet, kimliğe ilişkin bir durum tespiti bu şiirler. Ben, karşımdaki ve hep hayatımdaki üçüncü şahıs… Kim bunlar? Dertleri ne? Sonra biz, siz ve onlar. Biz deyince bizim olumlu tarihimiz. Siz deyince hep bu olumlu tarihimizin içine eden haramiler, karamaça beyler ve onların yazdığı kötü tarih. Onlar ise, buradaki hesaplaşmada yabancı olan ve sömürmeye, kullanmaya gelen yabancı. Bu şiirde “Onlar” kulu kölesi olduğumuz, aynı zamanda kaderimiz gibi algıladığımız batı. Hem efendimiz hem celladımız. kimlik şiirleri de diyebiliriz bunlara. Kimlik sorgulamaları.” (28) Semih’in ontolojik bir sorun olarak gördüğü kimlik sorunu yalnızca kendi yaşadığı siyasi coğrafya ile sınırlı tutmaz. Doğu-batı ikilemi içinde bir sorgulama bir kaygı bildirmedir. Şiirin olanaklarıyla bu sorun dile getirilmekte ve toplumla paylaşılmaktadır. “Hem efendimiz hem celladımız” batı medeniyetinin bu düalist içeriğine vurgu batı’yı tümden reddetme noktasında değildir. Toplumsal adaletsizliğin, yalnızlığın, sömürünün, eşitsizliğin son kertede sınıfsal ve ekonomik ilişkiyle beliren bu durumun totalde bir dünya sistemi olduğu ve buna karşı alınacak tutumunda yerel ve evrensel bir ilişki içinde dengelenerek yürütülmesi gerekliliğine olan inancıdır. Batı’nın tarih boyu periferi ülkelere dayattığı iktisadi ve kültürel tüm dayatmalar yine batı medeniyetinin mağdurlarıyla birlikte oluşturulacak bir ütopyayla üstesinden gelinecektir.

Şunu açık yüreklilikle söyleyebilirim ki; Semih’in ilk şiir kitabı da son kitabı kadar önemli ve üzerinde düşünülmesi gereken bir kitap. Sanırım önümüzdeki dönem yeni kitaplarıyla kendinden söz ettirecek birkaç şairimizden biri olmayı sürdürecek.

Son olarak her şaire söylemek istediğim ama bir türlü fırsatını bulamadığım bir düşüncemi paylaşarak yazımı bitirmek isterim. Şairler çok şiir okumalılar. Yeni şairler, özellikle 80 kuşağı şairleri mutlaka okunmalı. Eğer Türkiye’de şair olarak anılmak isteniyorsa bu şairleri kendi geleneklerinin bir parçası olarak görmelidirler. 2. yeni kuşağımız önemlidir ama 2. yeniyi aşan 80 kuşağı çok daha önemlidir. Söyleyeceğim bir diğer şey de şairler kendilerini entelektüel açıdan beslemelidir. Yalnız edebiyat değil, güzel sanatların her dalı, sosyal bilimlerle haşır neşir olunmalı. Yine çok önemsediğim şey batı düşünürleri okunmadan şiir yazılır ama ilerde bir cikleti kaplayan bir maniden başka bir işe yaramayacağı da bilinmelidir. Bütün bunlar bir yana “Mesele…şiir yazmak değil, iyi şiir yazmak…, iyi şiirin de formülü yok maalesef,…” İnsanlar kendi sorularına ve sorunlarına cevap veren şiiri okuyorlar. “…Nitekim, iyi şiirin cevap veren şiir olduğunu düşünüyorum. Ama bu basit gibi görünen ifade gerçekte öylesine karmaşık ve çok katmanlı ki, şiir yazmaya gelince pek işe yaramıyor. “Cevap vermek” derken, belli bir soruya belli bir cevap vermeyi değil, yaşama cevap vermeyi kastediyorum. Yaşama cevap nasıl verilir? Bu sorunun cevabını net ve özlü bir şekilde verebiliyor olsaydım, adım çoktan Nâzım ve Neruda’nınkiyle, Yahya Kemal ve Larkin’inkiyle aynı nefeste anılıyor olurdu zaten.” (29)

(1) Redd-i İthal, SEMİH ÇELENK, ETKİ Yay. , s. 18

(2) agç s. 21

(3) agç s. 44

(4) agç s. 46

(5) Kültür sanat haritası 29 Ocak 20152de yapılan söyleyişi. http://www.kultursanatharitasi.com/semih-celenk-ile-soylesi/

(6) “…sanat, aynı zamanda hem agacı hem ormanı gösteren ve onları niçin gösterdiğini bilen, sanat sanatiçindirden mümkün olduğu kadar uzak, eylemci bir gerçekliği savunan, insana yardımcı olmak, yaşam yolunu aydınlatmak tutkusu içinde olan, yaşam yolunun anlamını hesaba katan ve bu yolculuğun öncülüğünü yapan, kaçınılmaz, zorunlu bir gerçekliktir.” Saf Şiir Yoktur, Yeni Gerçeklik nedir, Louis Aragon, BROY Yay., s. 50.

(7) Redd-i İthal, SEMİH ÇELENK, ETKİ Yay., s. 53

(8) Redd-i İthal, SEMİH ÇELENK, ETKİ Yay., s. 60

(9) Nacar ile Serkisof, YASAKMEYVE Yay., s.yf 18

(10) Nacar ile Serkisof, YASAKMEYVE Yay., s. 20

(11) Hurufat, HAYAL Yay., s. 66

(12)  Saf Şiir Yoktur, ŞİİRİN GİZEMİ EZGİDİR, Louis Aragon, BROY Yay., s. 51

(13) Şiir Nedir?, Veysel Çolak, İKAROS Yay., 2011, s. 7

(14) Şiir Nedir?, Veysel Çolak, İKAROS Yay., 2011, s. 7

(15) Nacar ile Serkisof, YASAKMEYVE Yay., s. 15

(16) Şairin kanı, Yazınsal Eleştiriler 1950-2000, YKY, s. 110

(17) age

(18) Hurufat, HAYAL Yay., s. 40

(19) Nacar ile Serkisof, YASAKMEYVE Yay., s. 12

(20) Hurufat, HAYAL Yay., syf 33

(21) Şairin kanı, Yazınsal Eleştiriler 1950-2000, YKY, s. 110

(22) Hurufat, HAYAL Yay., syf 41

(23) age s. 42

(24) age s. 62

(25) Nacar ile Serkisof, YASAKMEYVE Yay., s. 51

(26) Nacar ile Serkisof, YASAKMEYVE Yay., s. 52

(27) Redd-i İthal, SEMİH ÇELENK, ETKİ Yay., s. 46

(28) Kültür sanat haritası 29 Ocak 20152de yapılan söyleyişi.  http://www.kultursanatharitasi.com/semih-celenk-ile-soylesi/

(29) Şiir, Yahudilik Vesaire, RoniMargulies, KANAT Yay., s. 101

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl