Ana Sayfa Art-izan Materyalizmden Sonra Sanat – II: Sanatta Realizmin Doğuşu

Materyalizmden Sonra Sanat – II: Sanatta Realizmin Doğuşu

Materyalizmden Sonra Sanat – II: Sanatta Realizmin Doğuşu

Gustave Courbet’nin ilk bağımsızlar sergisinin üzerinden 150 seneden fazla zaman geçmiş bulunuyor. O günden bu yana kimi aksadığı dönemler hariç hemen her sene yapılan bağımsızlar sergilerine(Salon des Independants) ve o sergilerde ortaya konan pratiklere bakmak, Akademinin görünmez elinin kimi imperatifler aracılığıyla kültür üzerindeki denetimi bugün daha fazla serbestiyet arz etse de, hala önem arz ediyor. Bu edim bize sanatın günümüzde izlediği rota hakkında bir şeyler söyleyebilir ve bugün hala revaçta olan mistifikasyonların dağıtılmasına katkı sunabilir.

Her şeyden önce, Realizm’i veya herhangi bir akımın ortaya çıkışını, neyin dışavurumu, ya da semptomu olarak görmeliyiz? Birbirini takip eden, dışlayan, savaşan, yenilen ve birleşen pek çok akım, aslında tarih içerisindeki hangi rasyoneli izleyerek sanat kavramının tekamülüne işaret ediyor? Bu soruyu sormak, tabii ki tarihin ilerleyen çizgisinde sanatçıların basit bir agency olduğunu, ya da bir Sanat Geist’ının tüm tarihi kat ettiğini ima ettiğim gibi bir yanlış anlaşılma riskini de içerisinde taşıyor. Ancak şunu da kabul etmek gerekir ki, yapıntı olan, yapıntılamak üzere kurulu her faaliyetin kendi iç yasaları ve bu iç yasalarından türeyen belirli problematikleri vardır. Hiçbir yenilik, herhangi bir faaliyetin kanonlarına karşı yapılan herhangi bir meydan okuma, bu çelikten mantığın üzerinde değildir.

Zaman, ya da bizim konumuzda tarih, elbette ki basitçe bir hegemonik akımın sahneyi tamamen işgal ettiği bir an olarak düşünülemez. Ancak şunu da unutmamak gerekir: tam da hegemonik olanın bu bastırma eylemi, aynı zamanda çekimser olan bir itirazın daha sonra, başka bir akımın peçesi altında baskın bir konum işgal etmesine sebep olur. 18. yy söz konusu olduğunda, her şeyden önce ana (mainstream) akımın Neo-Klasizm olduğunun altını çizmek, 20. yy’daki yaygın avangard gelene kadar da 19. yy’a ait Gustave Courbet, Edgar Degas, Edouard Manet gibi isimlerin henüz hakkının teslim edilmediğini kabul etmek gerekir. Ancak bu daha sonra Realizm veya Courbet’nin öncülleri olarak aldıkları isimle Barbizon Okulu’nun büründüğü biçimler, aslında tek bir şeyi ima eder: artçıları olan modern akımların kendileriyle ilgili tasavvurların aynısı, bu ilk modernlerle Neo-Klasizm ve Romantik okul, Romantik okul ve Realizm arasındaki çatışmada da geçerlidir. Her akım, kendisinden öncesiyle ilgili tasavvuru değiştirerek, kısacası, farklı bir okuma vaat ederek tarih sahnesine çıkar. Sorunsalları tükendiğinde de tarih sahnesinden çekilirler; pek tabii ki, ayak direyerek.

Ancak şunu da unutmamak gerekir, bu akımlar iki şeye indirgenemez. Bunlar, sanat tarihinin karmaşık dinamiklerinin bir yansımasıdır. Kültür, siyaset, iktisat, düşünce tarihi alanındaki gelişmelerin yansımalarıdır, ancak tabii ki, özgül bir düşünme pratiği ve çıktısı olarak sanat, bunların hiç birine tek başına indirgenemez. Dolayısıyla;

  1. Sanatçıların kişisel dehasına, karakterine, yeteneğine;

  2. Kimi tarihsel tesadüf ve olumsallıklara (contingency);

Elbette tarihte bireylerin rolü önemlidir, ancak söz konusu olan bir eserler bütünü, kısacası edebiyat ve yazındaki anlamıyla bir corpus olduğunda, bunların sanatçılar ve kültür emekçileri arasındaki karmaşık bir bağın ürünü olduğunu görmek gerekir. İkincisi ise, her tarihsel vakanın oluşumunda belli koşulların oluşmuş olması beklense de, bunlar özgül vakalara retrospektif olarak koyduğumuz sınırlardır. Başka koşullar, başka bağlamlarda kendi özgül ve tekil konumu olan bambaşka olaylar üretebilir, üretmiştir de. Bunların hangisinin tarihsel olup olmadığına karar verme konusunda ise, uygarlığın seyrinin adaletine güvenmeyi en azından şimdilik yeterli görüyorum.

2.

Benim burada Edgar Degas ve Jean Auguste Dominique Ingres’ın karşılaştırmalı olarak inceleyeceğim aynı temalı resimleri ise, benzer temaların farklı akımlar nezdinde nasıl ve ne gibi zıtlıklarla resmedildiğini göstermek için. Dolayısıyla Neo-Klasik ve Realist dönemde nünün Yıkananlar teması içerisinde nasıl işlendiğine bakmak, aynı temanın farklı dönem ve paradigmalar içerisinde aldığı biçimleri ve ilk modern akım olarak gösterilen Realizm’deki paradigma kaymasını göstermek için yeterli olur, gibi geliyor.

İki resmin de teması aynı olmakla birlikte, ikisinin de işleniş tarzının birbirinden oldukça farklı olduğu ilk bakışta fark ediliyor. İlk tabloda figür ve tüm oda adeta tanrısal bir ışık tarafından doldurulmuş, ideal bir mekân çizerken, ikincisi ideal olmaktan çok uzak bir kadrajla birlikte yıkanan herhangi bir kadının temsili olabilir. İlkinde eylem ön planda değildir, ne yıkanma, ne kurulanma ne de herhangi bir başka eylem. Resim daha ziyade belli bir yıkanma fikrinin dondurulmuş representasyonu gibidir. İkinci resimde ise tüm teması ve zahmetiyle bir eylem bütün vücudu ve resimsel alanı kat eder. Resim bize şunu dedirtmek zorunda hisseder kendisini: evet, bu kadın yıkanmış ve bu kadın şu an kurulanıyor. Kısaca söylemek gerekirse ilk resimde bir tema, representasyon aracılığıyla izleyicinin zihninde bir deneyimin kurulmasına ve belli bir biçimde kurulmasına hizmet ederken, ikincisinde öznel bir deneyimden hareketle bir temanın inşa edildiğine tanık oluruz. Neo-Klasizmin ideal formlarının örttüğü fantazmagoriyle, realizmin ifade gücünü bulduğu “gerçeklik” ve “sanatçının öznel deneyimi” arasındaki ters ilişki tam olarak burada yatar. İlk resimde pürüzsüz mermersi bedeniyle kadın neresi olduğu muğlak bir alanı gözlerken, ikinci resimde kadın, izlendiğinin farkında bir şekilde bedeniyle hemhal olmaktadır. Kısacası, iki resmi yapan ressamın özne konumları da farklıdır, ilki transandantal bir özneyken, ikincisi içkin, immanent bir öznedir. İlki nesnesiyle aynı alanı işgal etmez, ikincisi ise hemen oracıktadır. İlkinde neredeyse ideal formlarıyla fikirler temsil edilmişken, ikincisinde her şey optik ve deneysel olanın süzgecinden geçmiştir. İşte modernizme olan büyük kırılma tam olarak burada yatar.

Realist ressamların genel olarak resme kattığı şey, tam olarak Neo-Klasizmin temadan resme doğru olan hareketini tersine çevirmek, deneyimden temaya doğru resmi inşa eden bir hareket kurmak olmuştur. Bu, modern akımlara daha sonraki ivmesini verecek devrimci hamledir, diyebiliriz. Çünkü her şeyden önce, öznel deneyimin de resim tarafından inşa edilmesi gibi tarihsel bir dönemeçle bizi baş başa bırakır. Bu kısacası, ressamın bir hakikat oyuncusu olduğu, gerçekliğe şekil verdiği anlamına gelir. Hatta bu durum post-modern dönemde sıkça vurgulandığı gibi bizatihi sanatın, resim ve edebiyatın tarihsel a priori olarak öznel ve tarihsel deneyimlerimizi kurguladığı gibi sorgulamalara kadar bizi götürebilir ve götürecektir de.

BİRİNCİ YAZI:

MATERYALİZMDEN SONRA SANAT

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl