Değersizliğin değersizliğini daha da görünür kıldıran bir betimleme ile başlar roman: Hatalı basılan bir kuruş.

Barbar Yeni Dünya’nın girişindeki bu metafor, kitabın içeriğinde yaşanmışlıklara yapılan göndermedir. İnsanın insana ettiğine gönderme… Erki isteyenlerin kimlik/vicdan yitimine uğradığı, dehşetin kanla büyüdüğü coğrafyalar ve bu coğrafyaların yıkımı.

Hırslara tanıklık eden romanda, günümüz gerçeği olarak vurgulanacak bir zaman gönderimi ya da olay yok ancak insanın savaş tarihine paralellikler oluşturan kurgusal bir izleğe sahip.

Romanda karşılaşılan ilk kahraman Rahip Tandi’dir. Rahip’in ütopik fikirleriyle açılan sahne, fikirsel bir şablona sahip ve bu şablon, romanın tüm kurgusuna eşlik eden bir ruha bürünür süreç boyunca. Şiddet sarmalında süren romanın akışı boyunca buna eşlik eden bir diğer akışsa düşünsel sorgulamalar. Özellikle başkahraman Prens Kian etrafında odaklandırılan akış, bu düşünsel sorgulamaların taşıyıcısı durumundadır. Şiddet öğesi arttıkça bunla doğru orantılı olarak artan vicdani sorgulamalar…

Barbar Yeni Dünya, Kian’ın kitabıdır. Her anına tanıklık eden, her fikrini dışa vurduran… Biz okuyucular, Kian işkence altındayken onunla tanışıyoruz. Kian’ın bedeni işkencedeyken başladığı düşünsel sorgulaması, hacimli kitabın sonuna kadar sürmektedir. Her olayda/eklemlenen kurguda yeni eklenişlerle sarmalanan akış, bu sorgulayışlarla karşımıza yoğunca çıkmaktadır.

İlk bölümlerdeki içsel konuşmalardan sonra olay örgüsü yavaş yavaş berraklaşmaktadır: Kral, krallık, veliahtlar ve bunların gerisinde –aslında merkezinde- olan arka plan ayrıntıları görünür olmaktadır.

Kahramanlara çektirilen işkenceler ve bu işkencelerin oluşturduğu olay algısının anlatımda kendini gösteren bir diğer yön de şiddet unsurunu vurgusul kıldıran kelimelerin çokluğu. Üçüncü tekil anlatıcı hâkim olduğu anlatımda, anlatıcının olay akışına yerleştirdiği bu kelimeler, anlatımın etki gücünü arttırmaktadır.

Giriş bölümünde daha çok fikirsel ve betimsel bir biçemin ve içeriğin seçilmesi, okuyucunun olaylara ilişkin merakın oluşmasını sağlamıştır. Bu, beraberinde tahmin edişleri doğurmaktadır. Kim, nerede, neden..?

İçerik olarak günümüz öncesi kurgusal bir tarihsel kesiti örgüleyen kitabın anlatım diline yer yer eşlik eden günümüz jargonu, okuma sürecinde okuyucuya romanın okuma sürecinde metinler arası geçişleri sağlayan bir görüngü vermektedir. Yeni ile eskinin; tarihsel olanla çağcıl olanın eşliği… Atbaşılığı… Ve paralelliği…

Saray içi işleyişle benzer akış gösteren ülke/topluluk/krallıklar arası çatışmaların iç yüzlerini, fısıltılarını, gerilimlerini ve planlarını açık eden roman, tarihsel roman çizgisine denk bir anlatış edinmiş. Kurgusal bir gerçeklik yaratımı…

Ana karakterlerinin çoğunun gaddarca rollendirildiği kitapta zıtlık oluşturulmak istenircesine iyi kişilikle gösterilmiş yardımcı ikincil karakterler, yaşama tutunma gerekçesi olarak okunabilir. Kötücül büyük bir kitleye karşı insani yönünü sürdürmeye çalışan azınlıklar. Ve bunların savaşımı…

Yer yer toplumsalın ile bireyselin yorumlandığı romanın, deneme türünü barındıran bir yön var. Yaşamı, savaşı, varlığı, adalet anlayışını sorgulayan bir deneme tarzı…

Bu denemesellik, içsel psikolojik betimlemelerde de kullanılmış ve bu insana dairliği, insanın içine edilen bir yolculuğun hüznünü dışa vurmakta:

Ölümlü bedene uygulanan acı er ya da geç söner. Fakat ruha işlenen acı… Zaman denen ilaç bile –iyileştirmek şöyle dursun- kabuk bile bağlatamaz ona. Bağlatsa da en ufak bir anımsamada o kabuğu tırnaklarıyla acımasızca kazır. Ve o yara yeniden kanar. Kaotik bir süreç… bir türlü geçmez kısacası. Ruh yarası… bu acı öyle derine işler ki, kendine öyle bir yer edinir ki kişiliğine, benliğine dahil olup kendine davetsiz ve daimi bir misafirmiş gibi yasadışı kabul ettirerek, tıpkı bir gölge gibi insanın peşinden asla düşmez. En uzak bir karanlıkta, hayatlara düşen en ufak bir gölgede koyu siyah derinliklerden beslenerek, her defasında yeniden vücut bulur benliğinin sınırlarında. İkinci bir ‘ben’dir aslında. Yaralar, ikinci ben’imiz.” (Sayfa: 61-62)

Toplum, kitle kültürü, davranış eğilimleri gibi metinlerin bileşenlerini oluşturan içerikler romanda bağlamına göre yeri geldikçe kullanılmış. Burada erklerin/yönetimlerin; yönlendirme, manipüle etme gibi yöntemleri kullanmalarına değinen yazar, romanı salt kurgusal süreçlerden oluşan bir olaylar bileşkesi değil, düşünselliğin de metne yerleştirilmiş ve okuma sürecinde okuyucuyu düşünsele de meylettiren bir roman yapısı yaratmıştır. Tabi bu yapılırken mekan (Hudisa, Cabat, İpek Ülkesi) ve karakter (Ruizz, İrden, Kian, Cordani) isimleri hayali olarak yapılmış ve gerçeklik algısından uzaklaştırılmıştır. Ancak okuyucu, düşünsel olarak eleştirel bir içerik okurken “kurgu” gerçeğini de elden bırakmaz. Hayali isimlerin yanında net bir tarih vurgusunun yapılmaması okuyucuyu sadece okumalardan edineceği ipuçları ile yetinmesine neden olur. Belki de İpek Ülkesi bir ipucudur ya da barutun üretimi… Ama bunlar belki de sadece tahminde kalır…

Romandaki akış, kendini kronolojik akış yerine bazen geri dönüşlerle yapılan parçalı birleştirilmelere bırakır. Bu parçalar Rahip, Kian’ın yaşayış çizgisi ve bu iki merkez dışında krallıkta yaşanan olaylar ile devam eden bölüm. Bu üçlü parçalı grup, romanın ilerleyenliğinde kesişir ve taşlar yerine oturur. Neyin neliği açıklığa kavuşur ve roman geniş bir olay ve karakter birleşenrliyle devam eder. Buna eşlik eden bir diğer çizgisel akımsa baş karakter Kian’ın olgunlaşma ile krallığın/krallıkların büyüme beraberliğidir. Her iki olgu da akış içerisinde gelişmekte, karmaşıklaşmakta ve bir tümcül bir yapıya evrilmektedir.

Romanın akışı, kiminde kendini salt olay akışına bırakırken kimi bölümlerde salt düşünsel bir anlatıma bırakır kendini. İnsana, yaşama, yönetimselliğe, ölüme dair anlatımlar. Düşünsel bölümlerde okuyucu, kendini fikirsel bir metinle muhatap eder ve çıkarsamalarda bulunur.

Monarşik yapılara, tekçiliğe ve insan olmayı görmezden gelen yapıların yol açtıkları, neden oldukları ve bunların sonucunda oluşan yıkımların romandaki işleniş sıklığı ve keskin anlatımı bir yandan da tarih denen kavramın bize uzak olmayan bir yapı olduğu fikrini akla getirir. Tarih vardır ve biz içindeyiz. Yakıcı bir içeride olma hali. Bağlamadan kopamama hali.

Rahip’in kurmaya çalıştığı düzen ütopik bir dünya düzenine dönüktür. Ana karakter Kian’ın sorgulamalarına takılan bu ütopik düzene ulaşma yöntemi, bir süre sonra okuyucuda da eleştirel bir eğilim doğurur: İyiye ulaşmak için iyi olmayan yöntemler şart mı? Nitekim romanın sonlarına doğru olayların birleşmesi, gerek Rahip’in gerekse romanın diğer önemli karakterlerinden biri olan El Muazzam’ın “kirli amaçları” Kian’ın eleştiriselliğini doğruya çıkartır ve insana ait “ihanet” yönü yine baş gösterir.

Okuma boyunca bize hep eşlik edecek olan Kian’ın vicdanıdır. Ölümler, savaşlar, yıkımlar, hak ihlalleri oluştukça/oluşturuldukça Kian’ın sesi kitapta daha yüksek perdelere çıkar ve olayları/durumları yorumlar. Gaddarlığın ve yok edişlerin nedenlerini kendince yorumlar Kian. Ancak bu oluşlar bir süre sonra Kian’da bir kanıksama yaratır. Ölümü kanıksama. Fazlasıyla görülen ölüm, Kian’ın duyarsızlaşmasına neden olur ancak “vicdan” işlemeye devam eder. Azalansa salt duyduğu acıdır. Bu vicdan, kendisinin sorumlusu olmadığı olaylarda bile sorumlu gördürmeye neden olur ve romanın bir yerinde Kian idam edilmeye yakınken bile idam edilecek olmasını “haklı” bulur çünkü o “suçlu”dur. Vicdanın hükmettiği bir suçluluk. Ve ölmeyi bir nevi arınma olarak görüş.

Yazar, romanın akışını/Kian’ın kaderini yine Kian’ın eline bırakmıştır. Barut satın olmak için gittikleri İpek Ülkesinde yerli bir askerin yoksul bir kadına yaptığı zulmü görmezden gelemez ve başına kötü bir şeylerin geleceğini bile bile olaya müdahale eder. Ki yanılmaz. Tutuklanır, idama mahkûm edilir ama ona hayatta kalabilmesi için düello hakkı verilir. Bu yaşantı, onun yaşamında/roman akışında büyük bir değişiklik yapmıştır ama bu Kian için sorun değildir zira kaderini elinde bulunduran kendisidir ve yaşamının yerle birli oluşlar içermesi onu artık çok sarsmamaktadır. Bu tutum, Kian’ın inançsal sorgulamalarının da sonucudur.

Neden cevabı saklı tutulan bu lanet yaşamı çözmeye çalışmakla geçiyor hayatım?

Neden herkes gibi basit bir yaşam süremiyorum?” (Sayfa: 362)

Kian’ın kendine sorduğu bu sorular onun zihinsel vargısıdır. Gördüklerini, duyduklarını, hissettiklerini süzüp de vardığı nokta. Nitekim Kian için bir aşamadan sonra amaç yeryüzünde siyasal ya da askeri bir erk elde etme değil, düşünsel bir eşiğe varmaktır.

Barbar Yeni Dünya, Mehmet Sağbaş’ın; vicdanı, savaş ahlakını/hukukunu, inançsallığı, politik duruşları ve bireyin bireysel yaşantısını işleyen bütünleşik bir roman…