İtalyan sanatçı Maurizio Cattelan’a ait olan, ‘Provakatif’ adını taşıyan ve duvara bantlanmış MUZ hem dünya hem de memlekette gündem oluşturdu. Gerçi buna benzer pek çok örnekler daha önce de görmüştük. Marcel Duchamp Fountain (Fıskiye) eseri olarak sergilediği pisuvar kavramsal sanatın dönüm noktasıydı. Sanatı sorgulaması, sanatın varoluşsal kriterlerini tartışma konusu yapması açısından eser sergilenmesinden çok sonra önemsendi ve kült bir sanat eseri olarak kabul gördü. Ardından Andy Warhol resim sanatını, genel olarak sanat kavramını bir dahi bilinciyle yeniden tartışması, yaratığı eserleriyle önemli bir perspektif kattı. Maurizio Cattelan da genç ve yetenekli sanatçı. Eserlerine bakıldığında kavramsal sanatın örnek göstereceği nitelikte. Ancak M. Cattelan ‘Provokatif’ ismini verdiği ‘muz’ çalışması benim açımdan kavramsal sanat açısından tartışılır. Çünkü henüz içime sindirmiş değilim.

Kavramsal sanatın temel düsturu resmin klasik olarak dayandığı, kutsadığı ‘el emeği yeteneğinin, becerinin’ yerini akla, düşünceye bırakması, terk etmesidir. Nesneler dünyasıyla eser yaratmak. Eserin yaratıcısının iyice silikleşmesi, görünür alandan çıkması ve yerini nesnelere bırakması. Burada sanatçı eserin içinde değildir artık, eserin tamamen dışındadır. (J. Derrida) Eseri sanatsal kılan eser sahibinin yani sanatçının kıvrak zekâsıdır. Çünkü artık ortada sanatçı yoktur, ortada nesneler var ve nesneler bize bir anlam dayatmaktadır. Konuşan nesnelerdir. Kavramsal sanatın etkisi de ‘konuşan nesnelerin’ gücünden, enstalasyonundan kaynaklanır. Bu kriterleri kavram sanal sanat çerçevesinde az çok fikri olan herkesin bildiği şeyler.

Ayrıca kavramsal sanat akıl-nesne ilişkisini sorgular, ama bu ilişkiyi bozmaz, iğdiş etmez. Bir nesne bulunduğu yerden koparılıp farklı anlamlar yakalanabilir. Ancak bu yaratıcı düzeyde yapılmalı, bayağılaştırılmamalı, dejenere edilmemelidir. Sanatın temel kriterlerinden biri ve sanat felsefecileri tarafından kabul görülen ‘sonsuzluğu’ (G. Deleuze), bütünsellik (G. Hegel), yaratıcılığı (E. Kant) taşımasıdır.

Jeanne-Claude Denat’ın boydan boya paketlediği ada, Ava Roth’un arıların yaptığı petekle eser yaratma çabası, Maurizio Cattelan’ın duvara asılı ‘muzu’ bir sanat eseri mi! Hepsinin kendince gerekçeleri var. Bu gerekçeler bütünlüklü ve kapitalizmi bir ölçüde de eleştirmekte. Ancak eserin sahipleri konuşmasalar, eserlerini savunmasalar bu eserlerin bütünlükleri ve değeri tartışılır. Oysa sanat eseri yaratıcından bağımsız kendi öznelliğini,(E. Kant) varlığını kurar ve eser ortaya konduktan sonra eserin savunulması için yaratıcıya ihtiyaç kalmaz. Eserin bütünlüğü yaratıcıyla değil eserde başlar ve eser de biter. Bütünlük budur.(G.Hegel)

Bir de temsiliyet meselesi var.

Bu saydığım sanatçılar temsiliyetlerini kazanmasalar ve aynı şeyleri yapsalardı yaptıklarının sanat eseri olarak anılacakları şüphe götürür. Yapılandan ziyade yapanın kimliği, temsiliyeti önemli. Dikkat çeken de sanırım burası. Sıradan bir yurttaş aynı şeyleri yapsa hiçbir şekilde övgüye mashar olmazdı. Verdiğim bu üç örneğe sanat eseri demek açıkçası içime sinmiyor.

Çünkü ortada bir snopluk görüyorum yani bayağılaşma, aşırı kendine güvenin sonucunda açıkça sırıtan züppelik gibi geliyor bana. Bu tip romancı, öykücü ve şaire rastlarız. Güçlü bir temsiliyet geldikten sonra artık sanat için değil piyasa için yazmayı sürdürürler. Artık ne yazsan alıcısı vardır. Bu pespayelik sanatçı ve piyasa ilişkisinin yarattığı durumdur. Snopluk yalnız edebiyat alanında değil resim alanında da söz konusudur. Ben her zaman, öteden beri ister şair ister, romancı, ister ressam olsun eleştiri kurumuyla birlikte oluşur. Bundan dolayı, bu kaygıdan dolayı M. Cattelan’ın ‘muzu’ bir meyveden öte bir anlam taşımaz benim için.

Son söz olarak:

Meyveyi M. Cattelan’ın elinden değil dalından yemek güzeldir, derim.