Ana Sayfa Kritik Moskova’da ilk siyasi gösteriler: Dünya komünist hareketindeki bölünmeye bir başka bakış

Moskova’da ilk siyasi gösteriler: Dünya komünist hareketindeki bölünmeye bir başka bakış

Moskova’da ilk siyasi gösteriler: Dünya komünist hareketindeki bölünmeye bir başka bakış

Uluslararası Öğrenci Birliği’nin (UÖB) 18-27 Ağustos 1962 tarihleri arasında Leningrad’da toplanan VII. Kongresinin sonuç bildirgesiyle ilgili Komsomolskaya Pravda’da yayınlanan haberde şu satırları okuruz: “Doksan ülkenin ulusal öğrenci birliklerinin temsilcilerinin açıklamasında şöyle denildi: … Milyonlarca insan hâlâ sömürge boyunduruğu altında; hastalıklardan, sefaletten ve cehaletten ölüp gidiyor. Bütün bunlar, barışın korunması mücadelesinin, evrensel ve tam bir silahsızlanma mücadelesinin, keza halkların sömürgeciliğine ve emperyalizme karşı ulusal bağımsızlık mücadelesinin, çağımızın birincil ödevi olduğunu açıkça gösteriyor. [Kongrenin] Sonuç bildirgesi, bütün ülkelerin öğrencilerini barış, evrensel ve tam bir silahsızlanma, farklı sosyal sistemlere sahip devletlerin barış içinde birlikte yaşaması için mücadeleye çağırıyor.” [1]

Ne var ki kongre bu defa, alışık olunduğu gibi, kararlarını oy birliğiyle almamıştı.

Devrim sonrası Kızıl Meydan’da ilk protesto

5 Ağustos 1962’de Kızıl Meydan’da sıradışı bir olay meydana geldi. Antikomünist bir propagandistin sözleriyle: “UÖB kongresinin açılışına az bir süre kalmışken Japon delegasyonundan üç öğrenci Kızıl Meydan’a geldiler. Sovyetlerin nükleer denemelere yeniden başlama kararına karşı dövizlerini çıkardılar ve el ilanları dağıtmaya başladılar. Üçü de, Japon ‘Zengakuren’ öğrenci örgütünün üyesiydi. UÖB’nin üyesi olan bu örgüt, Moskova’dan gelen emirleri tanımayan bir grup aşırı militan komünist tarafından resmi Japonya Komünist Partisinden ele geçirilmişti. Üç genç Japon, dövizlerini çıkartıp el ilanlarını dağıtmaya başlar başlamaz tutuklandı.1 [2, с. 7]

Bu olayla ilgili haberler ilkin (Zengakuren başkanı) Hitoşi Nemoto’nun kaleminden çıkarak 1962 eylül ayından itibaren yaygınlaştı. Buna göre Nemoto, iki arkadaşıyla birlikte 5 Ağustos’ta Moskova’da bulunurken radyodan, Sovyetler Birliği’nin hidrojen bombası denemelerine devam edeceği haberini duymuş ve ertesi gün Kızıl Meydan’da bir protesto yapmaya karar vermişlerdi. Ancak milis tarafından çok geçmeden gözaltına alınıp iki saat tutulmuşlardı.

Zengakuren, Japonya’da bir grup komünist ve anarşist öğrenci tarafından 1948’de kurulmuştu. Uluslararası öğrenci hareketinin ilk yirmi yılıyla ilgili önemli bir çalışmanın sahibi olan Philip Gert van Maanen, Zengakuren’in, daha ilk günden itibaren UÖB’nin sadık bir üyesi olduğuna dikkat çeker ve “Sovyetlerin [silahsızlanma – HY] moratoryumunu ihlalinin Zengakuren için sırtından hançerlenmek gibi olduğunu” söyler.

Biz Moskova’ya dönelim. Anlatılanlardan milis müdahalesinin çok sert olduğunu anlıyoruz. Ancak iki saatlik gözaltından sonra yabancı öğrencileri serbest bıraktılar ve UÖB kongresine katılmak için Leningrad’a gitmelerine izin verdiler.

Japon öğrenciler Leningrad’a ulaşınca büyük bir öfkeyle açıklama hazırladılar ve kongre katılımcıları arasında dağıtmak istediler. Ama Sovyet delegasyonu buna engel oldu, kâğıtları topladı ve “kanunu ihlal etmekten” sınır dışı edilebileceklerini söyleyerek tehdit etti. Ancak anlaşılan Japonlar gene de geri adım atmadılar. “Kongrenin eksiksiz oturumunda, nükleer denemeleri haklı çıkarmak yönündeki her tür girişimin saçma ve ahlaksızca olduğunu açıkladılar. … [Zengakuren temsilcilerine göre – HY] tıpkı Çin’in bu dönemde silahsızlanmanın olanaksız olduğunu açıklamasının dünya komünizminin menfaatlerine hizmet etmemesi gibi, Sovyetler Birliği de önceliği dünya proletaryasının menfaatlerine değil kendi savunmasına vermekle samimiyetsiz davranıyordu.” [3, с. 219]

Burma ve Küba delegeleri, Sovyet pozisyonunu savunmak için söz aldılar; ancak Arnavut delegesinin konuşması hepsinden ilginçti. Bu delege, “savunma denemelerini Amerika için antibiyotik olarak değerlendirdi.” Gerçekte bu dönemde Arnavutların, İkinci Dünya Savaşı sonrası komünist hareket içinde (Tito’yu saymazsak) ilk bölünmeyi temsil ettiklerini ve Arnavutların tutumunun, aynı yılın nisan ayında yapılan VLKSM (Komsomol) XIV. Kongresinde hem Sovyet, hem Çinli konuşmacılar tarafından sert bir şekilde eleştirildiğini hatırlayalım. Burada VLKSM Merkez Komitesi Birinci Sekreteri S. P. Pavlov konuşmasında şöyle demişti: “Arnavut gençliğinin, Arnavutluk Emek Partisinin yöneticilerinin suçu yüzünden nasıl ağır bir durumda bulunduklarını da derin bir üzüntüyle görüyoruz. Arnavut yöneticiler … dünya komünist hareketinin ortak çizgisinden uzaklaşıyorlar.” [4] Söz sırası kendisine geldiğinde, kongrede gözlemci olarak bulunan Çin Komünist Gençlik Birliği Merkez Komitesi Birinci Sekreteri Yan Hay-bo da şunu söyledi: “… Arnavutluk Emek Partisi yönetiminin zararlı ve bölücü faaliyetlerini kararlılıkla mahkûm ediyoruz.” [5]

UÖB kongresinde Sovyet delegesinin sözleri öylesine haksızdı ki, herhalde (tam bir silahsızlanmanın mümkün olduğu konusunda samimiyetinden şüphe edilemeyecek, dahası hiçbir gerici çevreden tek kuruş almadığı bilinen) Zengakuren temsilcilerini çileden çıkarmış olmalı: “kamuoyunu para karşılığı yanıltacak türden insanlar her zaman bulunur.” [3, с. 220]

Öyle görünüyor ki, Nemoto’nun uğradığı hayal kırıklığı, ülkesine döndüğünde Sovyet yetkililer hakkında şikâyette bulunmasına yol açtı: “Associated Press’in Tokyo’dan geçtiği habere göre, Japonya’nın 300 bin üyeli ve militarizm ve emperyalizme karşı kitlesel gösterileriyle tanınan militan öğrenci federasyonu Zengakuren’in başkanı Hitoşi Nemoto, 4 Eylül’de, başka iki Japon öğrenciyle birlikte Kızıl Meydan’da Amerikalıların olduğu kadar Sovyetlerin de mükleer denemelerine karşı protesto gösterisi gerçekleştirmeye çalışırken yetkililerin zalimane muamelesiyle karşılaştığına dair şikâyette bulundu. Nemoto polise, ağızlarını kapadığı, dövdüğü ve ayaklarından astığı suçlamaları yaptı.” [6]

Ancak bu protesto, antikomünist bir isteri niteliği kazanmadı. Bu belki de, Amerikalı yetkililerinin Zengakuren’i, Sovyetlerden ziyade ABD’nin dış siyasetine zarar veren radikal bir örgüt olarak görmesi yüzündendi. Sadece iki yıl önce, 1960’ın mayın ve haziran aylarında Japonya’daki büyük devrimci hareketin motor gücü Zengakuren’di ve hiç de reformist bir örgüt diye nitelenemezdi. Öte yandan Zengakuren’in emperyalistlerden yana bir örgüt olduğuna dair propagandayı yaygınlaştırmak ne Sovyet ne Çin yetkilileri için de yararlı değildi, zira birincisi bu tamamen gerçek dışıydı ve dahası, bu sırada Zengakuren saflarında 300 bin Japon öğrenci bulunuyordu. (1960’ların dünyasının bir başka önemli araştırmacısı Altbach, 700 bin öğrenciden söz eder. [7, с. 181]) Bu nedenle olay, tarihin tozlu sayfalarında kaldı. Ancak onu gene de, Kızıl Meydan’da Sovyetlere karşı yapılmış ilk siyasi protesto gösterisi saymak gerekir.

Zengakuren’in protestosu, dünya ilerici hareketinin nasıl parçalanmış olduğunu gösteriyordu; ilerici gençlik hareketinin birliği denilen şey, illüzyondan ibaretti. Bir açıdan, Sovyet hükümetinin dış siyasetinin omurgasını tam bir silahsızlanma propagandası teşkil ediyordu, oysa bu düpedüz imkânsızdı. Diğer yandan, militan Japon öğrencileri, tam bir silahsızlanmanın mümkün olduğuna içtenlikle inanıyorlardı, bu yüzden Sovyet yetkililerinin tavrı onlara fazlasıyla hayal kırıcı gelmişti. Üçüncüsü, Sovyet ve Çin komünist partileri arasındaki ilkesel ihtilaf hâlihazırda ortaya çıkmış bulunuyordu, ama ikisi de bunu önemsiz gibi göstermeye çalışıyorlardı.2 Dördüncüsü, Arnavutlar, komünist harekette bölünme yolunda ilk adımları atmışlardı bile. Beşincisi, batılı komünist çevreler de, Nemoto’nun suç duyurusunu bildiren The Militant gazetesinin haberinde görüldüğü gibi Moskova’dan uzaklaşıyorlardı: UÖB kongresinin Sovyet pozisyonunu destekleyen katılımcılarından farklı olarak Sovyet siyasetine yönelik eleştiriler yaygınlaşıyordu.

Devrim sonrası Kızıl Meydan’da ikinci protesto

Demek ki ertesi yıl 19 Aralık’ta meydana gelen diğer bir olay, genellikle sanıldığının tersine, Kızıl Meydan’daki ilk protesto gösterisi değildi; ne var ki Japon öğrencilerin protestosuyla karşılaştırıldığında çok daha kitleseldi. Bununla birlikte bu ikinci olayın siyasi sarsıntısı çok daha büyüktü.

Gösteriyi, Moskova’da tıp fakültesinde okuyan Ganalı Edmund Assare-Addo’nun öldürülmesi (veya intiharı) tetikledi. Assare-Addo’nun cesedi “Moskova’nın dışındaki çevre yoluna bağlanan şosenin etrafı tamamen boş bir noktasında bulunmuştu. … Bu şüphe uyandırıcı durum, Ganalı ve Afrika’nın diğer ülkelerinden öğrencileri, Assare-Addo’nun ölümünü ırkçı nefretle işlenmiş bir suç olarak görmeye itti. … Gösteriye, Sovyet üniversite ve enstitülerinde kayıtlı Afrikalı öğrenciler katıldılar. … Protestocu öğrencilerin taşıdığı tahrik edici dövizlerde şunlar yazılıydı: ‘Moskova, ayrımcılık merkezi,’ ‘Afrikalıları öldürdüğünüz yeter,’ ‘Moskova, ikinci Alabama,’ vb. Bu arada devamlı olarak İngilizce, Rusça ve Fransızca slogan da atıyorlardı.” [9, с. 33] Associated Press’in 18 Aralık 1963 tarihli haberi fazlasıyla abartılıydı, zira burada iddia edilenin tersine milisle bir çatışma olmamıştı, ancak ajansın muhabiri olayın önemini doğru gözlemlemişti: “Ganalı ve başka Afrika ülkelerinden birkaç yüz öğrenci bugün doğruca Hruşçov’un penceresinin dibinde Kızıl Meydan’ı doldurdular, polisle çatıştılar ve Kremlin’e girmeye çalıştılar.” Göstericilerin sayısı da abartılıydı; gerçekte sadece 150 kişi vardı. [10]

Aslında Afrikalı öğrenciler o zamana kadar elçiliklerine, üniversite ve enstitülerin yönetimlerine, komsomol yerel komitelerine, hatta bizzat Hruşçov’a birçok şikâyette bulunmuşlardı. 17 Mart 1960’da legal kişiliği olmayan SSCB’deki Kara Afrika Öğrencileri Birliği, Hruşçov’a, ırkçı baskıya karşı enerjik önlemler alması ricasıyla İngilizce bir mektup göndermişti: “Bize öyle geliyor ki, ‘ırk ayrımcılığı’ demek istemediğimiz hadiselerin enerjik bir şekilde önlenmesi için ülke hükümetinin ilişkilerimizin geleceğini tehdit eden bu olayların tekrarlanmasına izin vermeyecek tedbirler alması gerekmektedir. … Yerkürenin başka yerlerindeki pek çok Afrikalı öğrenci gibi biz de bu ülkeye öğrenim görmeye geldik, mülteci olarak değil. Bu yüzden, bu ülkenin her bir yurttaşının hak saydığı normal insani ilişkiler beklemek hakkımızdır.” [11, с. 351]

Afrika halklarıyla kültürel ve sosyal ilişkilerin geliştirilmesi elbette tesadüfi değildi. Bu halklarla siyasi ilişkiler de yeni ortaya çıkmamıştı: bilhassa İkinci Dünya Savaşından sonra, sömürgeciliğe karşı bağımsızlık mücadelesi şiddetlenirken Sovyetler Birliği ve kara Afrika’nın ulusal kurtuluş hareketleri ve bu kıtadaki bağımsızlığını yakın zamanda kazanmış ülkeler arasında da sağlam bağlar kurulmaya başlanmıştı.

Siyasi açıklamalar ve iktisadi destekten başka, “Afrika’nın kara derili halklarıyla kültürel ve sosyal bağların genişletilmesi ve Sovyetler Birliği’nin bu halklar üzerindeki etkisinin güçlendirilmesine” yönelik kurumsal çabalar da görüyoruz. Bu, 20 Ocak 1960 tarihli, Hruşçov’un imzasını taşıyan bir SBKP Merkez Komitesi kararının başlığıydı. Bu kararda şöyle denir: “Afrika ülkelerinden lisans, yüksek lisans ve doktora öğrencilerinin Sovyetler Birliği’nin yüksek ve orta dereceli özel eğitim kuruluşlarında öğrenimleri için kabulünü artırmak gerekli bulunmaktadır.” [12] Bu kararın “gizli” ibaresi taşımasına rağmen Hruşçov’un adeta sabredemeyerek muhtevasını dört gün sonra Endonezya’da ortaya sermesi ilginçtir. Hruşçov burada şöyle demişti: “Sovyet hükümeti Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinde ulusal kadrolarını hazırlamalarında yardım etmek arzusuyla … Moskova’da Halkların Kardeşliği Üniversitesi kurmayı kararlaştırdı. … Halkların Kardeşliği Üniversitesinde eğitim, ülkemizin diğer yüksek eğitim kurumlarında olduğu gibi ücretsizdir. Öğrenciler burada burs, ücretsiz tıbbi yardım ve yurt hizmeti alacaklar. Sovyetler Birliğine geliş gidişler de Sovyetler Birliği’nin bütçesinden karşılanacak. … Asya, Afrika ve Latin Amerika ülkelerinden beş yüz öğrenci, bu yıl Kardeşlik Üniversitesinde derslere başlayacaklar.” [13]

Lumumba Halkların Kardeşliği Üniversitesi (tam resmi adı buydu) 17 Kasım 1960’da açıldı. [14] “1959-1960 öğrenim yılının başında Kara Afrika’dan gelen öğrencilerin sayısı sadece 72 iken, 1961’de 500’den fazlaydı, 1960’lı yılların sonunda ise 4.000 civarındaydı.” [9, с. 35]

Bu olayla ilgili çok önemli bir incelemenin sahibi olan Hessier, Afrikalı ve Sovyet öğrencileri arasındaki pek çok gerilimin aşk hikâyeleri ve kıskançlıktan kaynaklandığını ileri sürer; bunları tetikleyen ise, hiç şüphesiz, “Üçüncü dünya ülkelerinden gelen erkek öğrencilerin sayısının kadın öğrencilerin sayısından sekiz yahut dokuz kat fazla olması ve … en azından birkaç yıl boyunca Afrikalı hiçbir kadın öğrenci de bulunmayışıydı.” Bu gerilimlerde başlıca rolü Somalili öğrenciler oynuyorlardı; Moskova Karayolları Enstitüsü müdürünün sözlerine inanacak olursak, bunlar, “serseri unsurlardan başka bir şey değildir.” Bunun ne kadar doğruyu yansıttığını söyleyemeyiz, ancak ırksal önyargı içermediğini kabul etmek mümkündür. Bununla birlikte ırk ayrımcılığıyla ilgili şikâyetlerde bulunanlar sadece Somalili öğrenciler değildi; Rusya’nın önemli Afrika uzmanlarından S. V. Mazov’un araştırmasına bakılırsa, şikâyetlerin kara Afrikalı öğrenciler arasında yaygın olduğu da anlaşılıyor. [15]

Öte yandan Sovyet yetkilileri bu şikâyetlere, “ne yazık ki bizim sosyalist toplumumuzda bile yabancı dostlarımıza karşı düşmanca saldırılar gerçekleştiren muhtelif bilinçsiz yahut serseri unsurlarla halen karşılaşılmaktadır,” şeklinde cevap veriyorlardı [9, с. 38] (Gana elçiliğine resmi mektup).

Kuşkusuz, hangi nedenle ortaya çıkarsa çıksın (kıskançlık veya aşk maceraları, yahut “Sovyet eğitiminin parçası olan … yabancılara karşı ihtiyat ve şüphe” [11, с. 349]) ayrımcılık ayrımcılıktır ve ırkçılık içerir. Ne var ki Afrikalı öğrencilerin büyük çoğunluğu tarafından ırkçılık olarak görülmediği anlaşılıyor. Moskova Devlet Üniversitesi mezunlarından Ganalı eski öğrenci K. K. Ayivor, BBC muhabirine şöyle diyor: “Bunun ırkçılık olduğunu söylemek mümkün değil. Elbette, her tür şey oluyordu. Örneğin, sokakta kızlara kur yaptığımızda. Ama bugün Rusya’da skinhead’lerle ilgili anlatılan şeyler o zaman yoktu.” [10] Demek ki bu nedenleri unutmamak gerekiyor, zira bunlar, yapısal, sınıf ilişkilerinden veya devletin yaklaşımından kaynaklanan bir ırkçılık olmadığını, ama farklı dünyaların teması neticesi ortaya çıktığını gösteriyor. Örneğin Mazov ilginç bir noktaya dikkat çeker: “GUM’da [Kızıl Meydan’daki ünlü alışveriş merkezi – HY] sadece nomenklaturaya kapılarını açan kapalı bir bölüm vardı. Afrikalı öğrenciler burada burs olarak ödenen para karşılığı sıcak şeyler alabiliyorlardı. Sovyet öğrencileri ise 1960’lı yıllarda daha kötü yaşıyorlardı.” [10] Bu anlamda Sovyetler Birliği’nde pek çok olayda ırkçılığı serserilik veya alkoliklik gibi bir suç şeklinde tanımlamak gerekir, nitekim Sovyet otoriteleri de böyle yapıyorlardı. (Hessier, bu durumda, Sovyet sisteminin “ideolojik bir kendine güvenden kaynaklanan” yetersizliğini görür.)

Ama bu, yapısal olmayan ırkçılığın, onun hâkim biçiminden daha az tehlikeli olduğu anlamına gelmez. Aslında, saldırıya uğrayan açısından bir fark yoktur; hatta bu tür saldırılar ve genel olarak da ayrımcılık, kendi ülkesinde gündelik şeyler olan bu tür problemlerle hiç karşılaşmayacağını düşündüğü hayallerinin ülkesine gelmiş Afrikalı bir öğrenci için çok daha büyük hayal kırıklığı doğurabilir.

Hessier, bu problemin başka bir veçhesine daha temas ediyor: “Her ne kadar pek çok olayda ırk baskısı görece önemsiz idiyse de … öğrenciler tarafından ağızdan ağıza yayılıyordu ve dahası bazı durumlarda sahip olduğundan daha fazla önem kazanıyordu, zira Sovyet yetkililerinin bu problemlerle açık bir şekilde ilgilenmekteki yetersizliği, öğrencilerin hassasiyetinin zihinlerinde ırkçı saldırı biçimi kazanmasını tetikleyen bir unsurdu.” [9, с. 38]

Proletarya enternasyonalizmi ve “barış içinde birlikte yaşama”

Bu noktada Moskova’da yabancı öğrencilerin siyasi gösterisinin hiç şüphe yok ki Sovyet yetkililerini çok tedirgin etmiş olan bir başka biçimi daha karşımıza çıkar.

Ne var ki, önce retorik bir soruyla başlayalım.

Sovyet hükümetinin, bir kısmında otokrasinin ve bir kısmında da burjuva veya küçük burjuva diktatörlüklerinin hâkim olduğu ülkelerle dostça ilişkilere sahip olduğunu biliyoruz. Bu ülkeler, kendiliğinden anlaşılacağı gibi, her tür muhalefeti, bu kapsamda emekçilerin muhalefetini de bastırmaya çalışıyorlardı. Bu tür ülkelerle bu tür ilişkiler kurmak sadece kaçınılmaz değil, arzu edilen de bir şeydi, zira Sovyet hükümetinin resmi (ve samimi) dış siyaseti, barış içinde birlikte yaşamaydı. Peki ama bu ülkelerin emekçi kitlelerinin temsilcileri, ülkelerindeki burjuva diktatörlüğünün herhangi bir biçimine karşı Sovyetler Birliği’nde protesto örgütlemeye kalksalar ne olurdu? Proletarya enternasyonalizmi açısından bu protestoları desteklemek sosyalist hükümetin ödevidir; ama “barış içinde birlikte yaşama” açısından büyük bir problemdir, çünkü bunlar, söz konusu ülkelerle zorlukla kurulmuş bulunan siyasi, iktisadi, kültürel bağların parçalanmasına yol açabilirler.

Bu retorik sorunun retorik olmadığı birçok defa ortaya çıkmıştır.

Bir dizi örnekten ikisini ele alalım. İlki, ülkelerinde demokrasi talep eden Gineli öğrencilerin sınırdışı edilmesidir.

Retorik bir sorunun vücut bulması: Moskova’da Gine meselesi

Gine, Sékou Touré’nin önderliğinde, 1960’ların başında Afrika’da Sovyetler Birliğine en yakın ülkeydi. Ancak Touré, “pozitif tarafsızlık” dediği tutumu korumak arzusuyla 1961 ortalarından itibaren bir dizi antikomünist tedbir aldı; bunların neticesinde eylül ayında 28 Sovyet uzman, hırsızlıkla ele geçirilmiş pırlantaların kaçakçılığını yapmaya kalktıkları iddiasıyla tutuklandı. Kasım ayında ise Gineli komünistlere karşı siyasi baskılar başladı; bunlardan biri “yabancı bir elçilik adına casusluk faaliyetinde bulunduğu” gerekçesiyle gözaltına alındıktan sonra öldürüldü (elbette burada kastedilen Sovyet diplomatik misyonuydu). Arkasından Gine Öğretmenler Birliği’nin önce beş, sonra dört lideri daha, “Conakry [başkent – HY], Paris ve Dakar’daki komünistlerle yakın temas içinde bulundukları” suçlamasıyla tutuklandılar. 23 Kasım’da bunların beşi, beş ile on yıl arasında hapse mahkûm edildiler. Öte yandan Sovyetler Birliği’nin Conakry’deki elçisi D. S. Solod’un sert eleştirileri yüzünden de kriz büyüyordu; sonunda Gineli yetkililer 16 Aralık’ta elçiyi sınırdışı ettiler. Bütün bunlar özellikle öğrenci kitleleri arasında geniş bir protesto dalgasına yol açtı; sonuçta hükümet bütün eğitim kurumlarını geçici olarak kapattı. Touré, göstericilerin “bir elçilikle” ilişkili olduğuna dair kanıtları bulunduğunu açıkladı.

Tam bu anda Hruşçov döneminde proletarya enternasyonalizminin bir sınaması ortaya çıktı. Bir grup Gineli öğrenci Moskova’da Gine hükümetinden talep metni yayınladılar; metinde, hükümetin öğretmenleri serbest bırakması ve Solod’un Gine’ye dönmesine izin vermesi isteniyordu. (Bu dönemin önemli antikomünist araştırmacılarından Dallin, bu olayın, “muhtemelen Sovyet kışkırtmasıyla” meydana geldiğini ileri sürer; ancak krizin sonuçlarına bakarsak bu iddia doğru görünmüyor.) Sékou Touré’nin tepkisi ise epey sert oldu; şöyle dedi: “Bize burada fanatik propagandist lazım değil.” [16, с. 34] Ve Sovyet hükümetinden resmi olarak, “SSCB’deki bütün öğrencilerin en kısa zamanda ülkelerine geri gönderilmelerini” talep etti. [11, с. 372] Sovyet hükümeti direnmeye çalıştı, ama çok geçmeden, “Conakry SSCB’ye bundan böyle öğrenci göndermemekle tehdit edince” [16, с. 34] teslim oldu. Bununla birlikte, tamamen sıradışı şartlarda. Mazov gelişmeleri şöyle anlatıyor: “Sovyet hükümeti, Gine’de daha fazla tatsız sürpriz istemiyordu ve Gineli laf dinlemez öğrencilerle ilgili gücünü kullanmaya karar verdi. Bunlarla yapılan özel görüşmelerde Yüksek ve Orta Öğrenim Bakanlığı ile Dışişleri Bakanlığı temsilcileri, ‘gerekli açıklamalarda’ bulundular. Bu açıklamaların muhtevasını öğrenmeyi başaramadım, ancak öğrenciler söz konusu görüşmelerden sonra Gine’ye dönmeyi ve GDP’ye [Gine Demokratik Partisi; Gine’deki iktidar partisi – HY], ‘hatalarını kabul ettiklerini ve GDP’ye sadık olduklarını’ bildirecekleri bir telgraf çekmeyi kabul ettiler. Bütün öğrenciler ülkelerine döndü, rejime sadakatle ilgili bütün sınamalardan başarıyla geçtiler ve çok geçmeden eğitimlerine devam etmek için SSCB’ye geri geldiler.” [11, с. 373] Belli ki Sovyet hükümeti, bu öğrenciler üzerinde, ortak bir davadaki öğretmen gibi itibarını kullanmıştı.

Benzer bir olay, yukarıda birkaç yerde andığımız BBC’nin haberinde geçer: “Tarihçi Lyudmila Ponomarenko’nun sözleriyle, 1960’lı yıllarda Kübalı öğrenciler Halkların Kardeşliği Üniversitesindeki Latin Amerikalı öğrenciler arasında ‘Che Guevara’nın düşüncelerini yaymaya’ başlayınca üniversite yönetimi Kübalıların sayısında tedrici bir azaltmaya gitti. Üniversite, Yüksek Öğrenim Bakanlığına başvurarak, Kübalıların SSCB’deki, Latin Amerikalı topluluğunun daha az olduğu diğer eğitim kuruluşları arasında dağıtılmasını talep etti.” [10] Burjuva diktatörlüklerinin hâkim olduğu Latin Amerika ülkeleriyle aralarında bir kriz (ve belki öğrenciler arasında gerilim, kavga, vb.) çıkmaması için, Kübalı öğrencilerin devrimci enternasyonalizm propagandası yapmalarını engellemeye yönelik, enternasyonalizmin bir kenara konulduğu bürokratik tedbirler alındı yani!

Devrim sonrası Kızıl Meydan’da üçüncü protesto

Burada anlatacağımız son olay hakkında, New York Times’ın 20 Mart 1964 tarihli nüshasında ilginç bir haberle karşılaşıyoruz. Bu haberde şöyle deniyor: “Faslı yaklaşık 50 öğrenci, Moskova’da Fas elçiliğini [Moskova’nın merkezinde, bugün Tverskaya Caddesi – HY] işgal ederek, Rabat hükümeti tarafından dört gün önce alınan idam kararlarına karşı oturma eylemine başladılar. İdam cezası, iddiaya göre Fas kralı II. Hasan’ı öldürmeyi amaçlayan 11 kişiye karşı verilmişti. Protestocular, hükümlülerin derhal serbest bırakılmasını isteyen dövizler taşıyorlardı. Protestocular oturma eylemini açlık greviyle birleştirdiklerini ve 19 Mart günü sabah saat 10’a kadar burada kalacaklarını da bildirdiler. Akşamüzeri Sovyet Eğitim Bakanlığından beş yetkili gelerek öğrencileri taleplerinden vazgeçmeye ikna etmeye çalıştılar.” [17]

Bu, kuşkusuz, çok önemli bir olaydı, zira devrimden beri Moskova’da böyle bir hadiseyle karşılaşılmamıştı. Üstelik sadece bu da değil; “Sovyet hükümeti [Fas’la – HY] diplomatik olduğu kadar askeri ve iktisadi ilişkilere de sahipti,” zaten Fas hükümeti de Faslı öğrencilerin Sovyetler Birliği’nde öğrenim görmesine bu sayede izin vermişti. Öğrencilerin eylemi öyle görünüyor ki Fas’ın diplomatik misyonunda öfkeye neden oldu ve eylemciler gösterilerini ertesi gün bitireceklerini söylemiş olmalarına rağmen büyükelçi sabredemedi, Sovyet yetkililerinden dokunulmazlık kurallarını bir kenara koyup öğrencileri zor kullanarak elçilikten uzaklaştırmalarını talep etti. Sovyet tarafı, bu talebi yerine getirdi. “Ancak daha sonra, Faslı büyükelçi öğrencilerin burslarının kesilip Sovyetler Birliği’nden çıkartılmalarını istediğinde Sovyet hükümeti gayet sakin bir şekilde bütün bu bursları kamu örgütlerine kaydırdı ve Faslı elçiye, bu örgütlerin bursları hususunda hukuki bir yaptırım hakkı olmadığı cevabını verdi.” Hessier’ye göre devlet teşkilatlarının kamu örgütlerinden hukuken ayrılması “Kremlin’e değerli bir esneklik kazandırabildi.” [9, с. 41] Oysa bu kamu örgütlerinin yönetimleri de parti tarafından atanıyordu. Bu yöntemin bir tür hukuki dalavere olduğuna şüphe yoktur; sadece Fas tarafının talebini uygulamamak, böylece uluslararası kuralların etrafından dolanmak için uygulanmıştı, yoksa proletarya enternasyonalizmini gözetmek için değil.

Yani proletarya enternasyonalizmi artık bir anlam taşımıyordu, zira SSCB’nin uluslararası ilişkilerini korumak, “barış içinde birlikte yaşama” bahanesiyle, Sovyet dış siyasetinin biricik hedefi haline gelmişti.

Sonuç

Bu siyaseti tek ülkede sosyalizm mücadelesi sırasında ortaya çıkmış Stalin dönemi siyasetiyle karşılaştırırsak elbette şaşırtıcı bir şey yoktur. Bu kapsamda Molotov-Ribbentrop Paktı, Komintern’in dağıtılması, (proletarya enternasyonalizmi açısından belki daha büyük önem taşıyan) Yunanistan devrimine ihanet gibi olaylar da çok tartışmalıdır. Ancak kısa da olsa şunu söylemek mümkündür: Stalin döneminde Sovyetler Birliği, anti-emperyalist mücadelenin öncü gücü olarak kavranıyordu…; bu anti-emperyalist güçler arasında başrolü ise Sovyetler Birliği oynuyordu. Oysa Hruşçov döneminde anlayış epeyce değişiktir: buna göre dünyaya barış gerekti; mücadele tali, nahoş, ama arzu edilmeyen sonuçları yumuşatılabilecek bir şeydi; en önemlisi ise barış içinde birlikte yaşamak idi. Diğer bir değişle, Stalin döneminde dünya, anti-emperyalist mücadelenin öncü gücü olarak kavranıyordu; Hruşçov döneminde ise barış gereken ülkelerden herhangi biri olarak.

Her iki konseptin de avantajları ve dezavantajları vardı; ancak ikincisinin, ilkinin inkârı değil devamı olarak ortaya çıktığını söylemek mümkündür, zira Sovyetler Birliği savaş sonrası dönemde (Hruşçov’un yeni yönetim “tarz”ına rağmen), esas itibariyle ilkinden dramatik bir kopuş anlamına gelmeyen bu yeni yönelime ihtiyaç duyuyordu.

Bununla birlikte tam da bu yaklaşım, komünist harekette bölünmeye katkıda bulundu.

Başka bir neden olmadığını söylemek istemiyorum. İlk akla gelen, milliyetçilik. Bu, örneğin, Yugoslavlarla düşmanca ilişkiler sürdüren Arnavut önderlerinin tavrında çok açıktır; bu ilişkilerin sonuçları sadece savaş sonrası dönemde uluslararası komünist hareketteki ilk ciddi parçalanmayı temsil ettikleri 1962’de ortaya çıkmadı; bunu Sovyetler Birliği’ne karşı Çin ile ittifak kurmalarında, daha sonra Çin’e karşı çıkışlarında, 1999’da Yugoslavya’nın yok edilişinde, hatta bugün bile görürüz. Dolayısıyla, Arnavut dünyasındaki baskın unsur, sosu veya örtüsü ne olursa olsun, her zaman bu milliyetçilikti. Çinliler söz konusu olduğunda olay biraz daha farklıdır, ama bu, Mao’nun SSCB’ye karşı ABD ile ittifak girişiminde (ABD’yi daha az tehlikeli görmesi, esasen böyle bir girişimin sonucuydu) ve “üç dünya teorisinde” görüldüğü gibi nitel bir farklılık değil. Hemen bütün maocu örgütler tek bir ağızdan, bu teorinin Mao’ya ait olmadığını ileri sürerler, zira Çinli komünistlerin Sovyetler Birliği’ne karşı düşmanlığı, sadece yerkürenin muhtelif yerlerinde Çin ve Sovyet yanlıları arasında sert ideolojik tartışmaları tetiklemekle kalmamış, bunlar arasındaki silahlı çatışmalarda binlerce insan da ölmüştür. Üç dünya teorisi, bu çatışmanın doğal teorik yüzü olarak, bizzat Mao’ya aittir. [18,19]

Çin Komünist Partisinin deklarasyonlarının, açıklamalarının ve teorilerinin, bu bölünme bir kez ortaya çıktıktan sonra ulusal kurtuluş hareketlerinin büyük bölümünde uzun süre etkili olması, bir vakıa. Bununla birlikte bu, “barış içinde birlikte yaşama” teorisinin dünya gerçekliğiyle örtüşmediği bir ortamda gerçekleşti. Aslında tek tek maddeler olarak ne Çin, ne de Sovyet tarafları, diğer tarafın siyasi hedeflerini reddetmiyordu, ama itirazları, bu muhtelif ifadelerin sıralanışında, düzeninde yatıyordu. Belki de 1960’ların başında bu henüz görünmüyordu veya bu sıralamanın hangi ölümcül sonuçlar doğuracağını henüz hissetmiyorlardı. Sovyet tarafının sıralamasında ilk sırayı barış ve bir arada yaşama alıyordu; Çin tarafında ise: “Sizinle, bütün sosyalist kampın gençliğiyle birlikte biz de, sömürgecilik ve emperyalizme karşı, batı Alman militarizmine karşı mücadele edeceğiz; savaşın önlenmesi için, barış ve barış içinde birlikte yaşamak için, evrensel ve tam bir silahsızlanma için, bütün halkların özgürlüğü için, halklarımızın ve bütün insanlığın mutlu geleceği için mücadele edeceğiz.” [5]

Sovyet tarafının dünyada ve (festivallerin örgütlenişinde görüldüğü gibi) bilhassa gençlikte sınıf farklarını görmezden gelen ve onu, menfaatleri sadece silahsızlanma ve barışta yatan tek bir bütün sayan görüşü, kuşkusuz, festivallere katılımı artırıyor ve bu suretle onların etkisini de artırıyordu. Bu etkiyi örneğin Endonezya Ulusal Öğrenci Birliği başkanı Bambang Kuskhokhadi’nin sözlerinde görürüz: “Uluslararası ilişkiler, muhtelif ülkelerin halklarının dostluğunu güçlendirmeye yardım ediyor ve Endonezya’nın bağımsızlığını sağlamlaştırmaya katkıda bulunuyor. İşte bu yüzden festival düşüncelerinin propagandasını yapıyoruz.” [20] Yani Endonezya, Irak, Mısır, Suriye vb. ülkelerin temsilcileri için festivallere katılmak sadece, meşruiyetlerini bütün dünyaya göstermek için fırsat teşkil ediyordu, ama maocu çelişki tanımına uygun “temel çelişki” değişmeden kalıyordu: barış içinde birlikte yaşama değil, emperyalizme karşı mücadele. Bu nedenle bölünme çok ani, keskin ve şok ediciydi.

Kaynakça:

1. За мир, свободу и прогресс // Комсомольская правда. Москва, 30.08.1962.

2. Romerstein H. The Communist International Youth and Student Apparatus (A Monograph Prepared for the Subcommittee to Investigate the Administration of the Internal Security Act and Other Internal Security Laws of the Committee on the Judiciary United States Senate). Washington, D.C.: U.S. Government Printing Office, 1963. 83 с.

3. Maanen G. van. The International Student Movement: History and Background. The Hague: International Documentation and Information Centre, 1967. 352 с.

4. Доклад секретаря ЦК ВЛКСМ Павлова на XIV съезде ВЛКСМ // Правда. Москва, 17.04.1962.

5. Выступление Ян Хай-бо, секретарь ЦК Коммунистического союза молодежи Китая // Комсомольская правда. Москва, 18.04.1962.

6. Charges Beating in Moscow // The Militant. New York, NY, 17.09.1962.

7. Altbach P.G. Japanese Students and Japanese Politics // Comparative Education Review. 1963. Т. 7, № 2. С. 181–188.

8. XII съезду Коммунистической партии Советского Союза (выступление Мао Цзэдуна) // Правда. Москва, 20.10.1961.

9. Hessier J. Death of an African Student in Moscow: Race, Politics, and the Cold War // Cahiers du monde russe. 06.2006. Т. 47, № 1–2. С. 33–63.

10. Розовская Л. Они учились в СССР (перевод с BBC) [Электронный ресурс] // ИноСМИ. 07.02.2010. URL: https://inosmi.ru/social/20100207/158037724.html (дата обращения: 11.10.2019).

11. Мазов С.В. Воспитывать «людей с прогрессивными взглядами, искренних друзей Советского Союза». Государственная политика в отношении обучавшихся в СССР африканцев, первая половина 1960-х годов // Pax Africana: Континент и диаспора в поисках себя / под ред. Давидсон А.Б. Москва: Национальный исследовательский университет «Высшая школа экономики», 2009. С. 331–374.

12. Постановление ЦК КПСС «О расширении культурных и общественных связей с негритянскими народами Африки и усилении влияния Советского Союза на эти народы», 20 января 1960 г. [Электронный ресурс]: Архив. URL: http://doc20vek.ru/node/4192 (дата обращения: 10.10.2019).

13. Молодежь мира придет в университет дружбы // Комсомольская правда. Москва, 24.02.1960.

14. Сегодня открывается университет дружбы народов. // Комсомольская правда. Москва, 17.11.1960.

15. Мазов С.В. Африканские студенты в Москве в Год Африки (по архивным материалам) // Восток. 1999. № 3. С. 89–103.

16. Dallin A. The Soviet Union: Political Activity // Africa and the Communist World / под ред. Brzezinski Z. Stanford, California: Stanford University Press, 1963. С. 7–48.

17. Moroccans stage Moscow sit-in // New York Times. New York, NY, 20.03.1964.

18. Ministry of Foreign Affairs of PRC. Chairman Mao Zedong’s Theory on the Division of the Three World and the Strategy of Forming an Alliance Against an opponent [Электронный ресурс] // Chairman Mao Zedong’s Theory on the Division of the Three World and the Strategy of Forming an Alliance Against an opponent. URL: http://www.fmprc.gov.cn/mfa_eng/ziliao_665539/3602_665543/3604_665547/t18008.shtml (дата обращения: 31.05.2018).

19. People’s Daily Editorial. Chairman Mao’s Theory of the Differentiation of the Three Worlds is a Major Contribution to Marxism-Leninism. Peking: Foreign Languages Press, 1977.

20. Студенческие каникулы в Хельсинки // Комсомольская правда. Москва, 22.04.1962.

1 Bu satırların yazarı olan Herbert Romerstein, 1959’da Viyana ve 1962’de de Helsinki’de gençlik festivallerine katılmış biriydi. Antikomünist cadı avında önemli bir rol oynamıştır ve ABD’de antikomünist isterinin yükselişinde önemli bir figür olarak ilgiye değer. “Uluslararası Komünist Gençlik ve Öğrenci Aparatı” adlı monografisi, ABD Senatosu Yargı Komitesi tarafından 1963’te yayınlanmıştı. Editörün bu baskıya düştüğü dipnota göre: “Romerstein, komünist harekette dört yılını geçirmiştir. … 1950’de komünizmden kopmasıyla birlikte kendisini özellikle gençlik kapsamında yıkıcı faaliyetler meselesini incelemeye adamıştır. Bu dönemde Komünist Partisinden kopanlarla görüşmeler gerçekleştirmiş, yıkıcı toplantıları aydınlatmış, komünizm konusunda geniş bir belge koleksiyonu teşkil etmiştir. … Mr. Romerstein hem bu komitede, hem de Amerikan Karşıtı Faaliyetleri İzleme Komitesinde, keza Yıkıcı Faaliyetlerin Denetimi Komitesinde tanık olarak bulunmuştur, birçok hükümet ve federal organda da danışmandır.” [2, с. 1] Romerstein’e göre, “Barış, yurttaş özgürlükleri ve sivil haklar gibi asil hedefler güden örgütlere katılan genç insanlar kendilerini çoğu zaman komünistlerin önderliğindeki olaylar içinde veya ülkelerinin menfaatlerine karşı başka yıkıcı faaliyetler içinde bulurlar. Kimileri de görünürde halk şarkıları ve kültürel faaliyetler gibi hedefler güden örgütlere katılırlar. Bu gençler bazen kendilerini komünistlerin Dünya Gençlik Festivalleri gibi kinik propaganda faaliyetlerine kapılmış bulurlar.” İsterinin boyutuna dikkat çekelim: komünistler sadece barış, yurttaş özgürlükleri, sivil haklar vb.nden taraf olanların değil, folklorla ilgilenenlerin bile beyinlerini yıkayabilirler; demek ki yetkililer, bütün bu alanları kontrol etmelidir.

2 Sovyet ve Çim komünistlerinin birbirlerine karşı bu karşılıklı nezaket, aşırı saygı gösterileri, hatta abartılı övgüleri de bölünmenin şok edici etkisini şiddetlendirdi. Örneğin Mao, SBKP’nin XXII. Kongresinde 16 Ekim 1961’deki konuşmasında şöyle diyordu: “Sovyetler Birliği Komünist Partisinin XXI. Kongreden beri Sovyet halkı, SBKP Merkez Komitesinin idaresi ve yoldaş Hruşçov’un liderliği altında komünizmin başlayan inşasında parlak başarılara erişti. Partinizin bu kongresinde kabul edilen yeni program, Sovyet halkının komünizmi inşaya yönelik yüce bir plan ortaya koyuyor. Sovyet halkının, Sovyetler Birliği Komünist Partisinin idaresi altında komünizmin inşası mücadelesinde muhakkak ki daha pek çok büyük zafer kazanacağından eminiz.” [8] Hem Çin Komünist Partisinin diğer temsilcileri, hem de Sovyet parti ve devlet görevlileri arasında benzer konuşmalar sayısızdır.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl