Benim ettiğimi, siz sakın yapmayın; e mi!

Hârika bir roman okuyorsunuz, diyelim ki, keyiften keyfe sürüklenmektesiniz; oh ne âla…

Roman sizi her yanınızdan kuşatmış, hani hep söylendiği gibi, ¨elinizden bırakamıyorsunuz! ¨

Okuduğunuzun filmi çekilmiş mi diye merak ettiniz; olur a!

Sakın merak etmeyin, kitap bitsin sonra meraka düşersiniz; her şey sırayla olmalı.

Hazır eliniz altında internet de var; ah olmaz olsun, kalkıp romanın filmi var mıydı diye bakınıyorsunuz.

İşte olmadı!

Bir romanın okunma keyfini ortadan kaçıran şey, işte, Şeytan tarafından buraya gizlenmiştir.

Bu olsa olsa TITIVILLUS ’un işidir…

Hani şu yazıya ve okuma keyfine müdahale eden İblis var ya, işte o!

Bir romanın kahramanlarını, okurların her biri başka başka tahayyül eder.

Roman, bize, kendi hayalimizde kahramanlarını canlandırma serbestisi verir.

Herkesin Kuyucaklı Yusuf’u bir başkadır; Çalıkuşu’ndaki Feride bana göre çok sevdiğim bir cici kıza benzer ki belki siz komşunun kızını hayal edersiniz; Yakup Kadri’nin Ankara’sında Selma Hanım mesela bana kalırsa bizim akrabadan bir Ayten Ablamız vardı, hık demiş burnundan düşmüş gibi onu andırır; Kemal Tahir’in eşsiz eseri Yorgun Savaşçı’nın Yüzbaşı Cemil’i ise bana nedense Deniz Gezmiş’i hatırlatır, size kim bilir kimi!

Bütün bu benzetmeler roman okunurken belleğe işlenir, roman biter ve kahraman sizin algınızda öyle yer eder.

Romanın okur imgeleminde- hayal dünyasında kahramanları dilediği gibi biçimlendirmesine izin veriyor olması, edebiyatın bu türünün bugüne kadar tam olarak çözülmemiş sırrı ve bileği bükülmez başarısıdır.

Romandan romana, oradan buraya sürüklenen okuma serüvenine bazen dedektif maceraları da gelip yerleşir.

Arada bir, okuma sıramıza bir tesadüf yahut merakla yerleşen polisiye romanlar olur; bunlara ben hiç hayır demem, farklı bir lezzet edinmek ve değişik bir nefes almak gibi cinaî kitabı hayatıma davet ederim.

Böyle İtalyan Yokuşlu, Arnavut kaldırımlı okumalarımda bu sefer sırayı, bir süre evvel İstanbul sahaflarında görüp de cimriliğim tutunca edinemediğim, ancak yurtdışı sahaflarından satın aldığım, İngilizcesiyle, ¨Woman of Straw¨ kapmıştı.

Yazarı Catherine Arley, 1924 doğumlu, Fransız-İngiliz anne babadan olma; hâlen hayatta.

Arley evvela hayatını aktris olarak kazanıyor, tiyatroya geçip sahne tozu yutuyor, film senaryoları yazarken romancılığa adım atıyor.

1957’de yayımladığı, Kukla Kadın başlığıyla Türkçeye de kazandırılmış, ancak ne yazık ki bir daha baskısı bizde yapılmamış bu eseri Fransa’da üç ayda beş baskıya ulaşmakla kalmıyor ve birkaç yıl içinde otuza yakın farklı dile çevriliyor.

Roman kahramanı Hilde Meisner otuzlu yaşlara gelmiş, II. Dünya Savaşı’nın yoğun bombardımanları esnasında Hamburg kentinde bütün ailesini kaybedip kimi kimsesi kalmamış güzel bir Alman kadınıdır.

Bir yayınevinde çalışmaktadır ve bir gün yerel gazetede bir ilan görür.

Fransız Rivierası Cannes limanında demirlemiş özel yatında bulunan bir milyarder evlenmek üzere bilhassa Hamburglu kadın aramaktadır; buraya dikkat!

Hilde bu ilana başvurur ve kendisini bir anda zenginliğin, ihtişam ve şatafatın içinde bulur. Cannes’a davet edilen Hilde’yi felçli ve bir ayağı çukurda milyarderin özel sekreteri Anton Korff karşılar; izzet ikramın haddi hesabı yoktur.

Anton, Hilde’yı milyarderle nikâh masasına oturtmadan evvel ciddi pazarlığa sokar, yakın zamanda öleceği beklenen bu adamın karısı olduktan sonra kalacak dev mirastan pay ister. Hilde’nin ailesinden kimsesi olmadığı gibi, bombardıman sırasında geçmişine ait bütün nüfus kayıtları da silinmiştir. Anton altmış yaşına yaklaşan ve geçmişi karanlık – cemayüzülevveli belirsiz bir adam olarak babacanlığını gösterip Hilde’yi evlat edinir. Anton’un aile kökeninin de Hamburg’a dayanıyor olması, işin çetrefilli tarafıdır.

Fakat bu iyiliklerin arkasındaki hinoğlu hin bir aksatayı beklememiz lâzım!

Bunca iyilik karşılıksız olmaz.

Büyük bir tuzak kurulmaktadır Hilde’nin ardından… Nihayetinde milyarderi zehirleyerek öldüren Anton Efendi, bütün suçu evlat edindiği Hilde’nin üzerine becerikli ve biz okurları çaresiz bırakan bir planla yıkar. 

Hilde’nin masumiyetini bilen biz okurlar çırpınır dururuz, fakat elden ne gelir.

Cinayetin işlendiği sırada New York limanına yanaşmış bulunan lüks yatta, sonra Manhattan’daki milyarderin malikânesinde Amerikan polisi, yani Aynasızlar, dedektifliği elden bırakmaz ve Hilde’yi süründürür.

Ardından birçok polisiye vâka okunur ve sonunda merak etmeyin, kötüler cezasını bulur.

Hilde salt zengin biriyle evlenip paçayı kurtarmak isteyecek birçok başka kadın gibi bu yönüyle kınansa bile sonunda zenginliğe kavuşur. Kocası öteki tarafa, kötü kalpli Anton hapse gider.

Romanın kurgusu bu!

Basit gibi görünse de yazarın olağanüstü gerilim kurup kahramanlarını birbirleriyle çatıştırdığı, sürprizlerle donatılmış hikâyesi soluk soluğa okunuyor; kendinizi kaptırıyorsunuz.

İşte bu kurgusal akış ve çatapatlar sırasında Anton Korff baştan beri benim gözümde orta boylu, kel kafalı yahut en azından seyrek saçlı, hatta belki biraz da göbekli, kurnaz ve sarı tilki suratlı biri olarak belirmişti.

Benim hayalimdeki Anton böyleydi de, Hilde farklı mıydı sanki!

Hilde’yi basketbolcu yahut en azından voleybolcu ebatlarında, koca memeli, uzun bacaklı, iki saç örgüsü omuzlarında uzanan, elinden bira kupası düşmez, adı ise Hannah gibi olan, bir Alaman kızı biçimde hayal etmiştim.

Sonra birden Şeytan dürttü ve hayalimi değiştiren o araştırmayı yaptım; tam da romanın ortalarındayken…

¨Woman of Straw¨ romanı 1964’de filme çekilmişti ve şimdi sıkı durun, Anton’u Sean Connery, hani şu 007 James Bond’un meşhur aktörü canlandırıyordu.

Hilde’yi ise doksanıncı yaş gününü geçenlerde kutlayan, bir zamanların İtalyan fıstığı, Gina Lollobrigida beyaz perdeye taşımaktaydı.

Bu iki oyuncu da benim onların daha başka filmlerine ait bütün görüntü ve sinema kareleriyle, magazin dergileri [1960’ların, münhasıran Ses dergisi, Hayat dergisi] , gazetelerdeki fotoğraflarıyla hatıramı işgal eden isimlerdir.

İşte romanın karaktersizleştiği, roman kahramanlarının benim hayal dünyamı terk edip tek tipleştirildiği, bu özgürlüğün benden alındığı ân, bu andır.

Henüz ¨milyarder amcamız¨ lüks yatında zehirlenip cinayete kurban gitmeden, Anton’la Hilde arasında, tabii Alman güzeline göre eceliyle öldükten sonra ve fakat kötü adam Anton-Sean Connery’in insafına bırakırsanız cinayetle bir an evvel bu dünyadan pılı pırtısını toparlayıp öteki tarafa hücceten gittikten sonra kalacak mirasın konuşulduğu, pazarlıkların yapıldığı sırada benim için ne Anton eski Anton oldu ne de Hilde artık Hamburglu Hilde idi.

Birisi bildiğimiz Gina Lollobrigida idi, ötekisi şu James Bond kılıklı Sean idi.

Şuncacık diyeceğim odur ki, lütfen roman okurken o romanın filmi var mıydı diye meraka düşmeyiniz!

Siz siz olun, kendinizi filmlerin sabitlenmiş ve artık hayalinizde değiştirip kendinize göre yeniden kimliğe karıştıramayacağınız karakterlerinden uzak tutun; romanı paşa paşa bitirin, sonra gider o filmi izlersiniz.

İyi seyirler dileriz…

Woman of Straw,

Catherine Arley

Random House, NY, 1958

Türkçede, [Ancak sahaflarda bulunabilir]:

Kukla Kadın,

Çeviren: Adnan Tahir, 1964,

Minnetoğlu Yayınları

TEILEN
Önceki İçerikCem Kertiş: Kaybolanların Hikayesi                            
Sonraki İçerikLe Bon’un ‘Kitleler Psikolojisi’ Kitabı Neden Yanlış?
1958 yılı, İstanbul doğumludur. Üniversite yıllarında, 1978’de, Cumhuriyet gazetesinde gazetecilik mesleğine başladı. Yedek subay olarak tamamladığı askerlik görevi sonrasında bir süre serbest ticari faaliyette bulundu, ardından 1998’de ABD’ye ailece göç etti. CBC-TV kanalının Indiana Eyaletindeki haber dairesinde çalıştı ve bu arada, Purdue Üniversitesi’nden almakta olduğu siyasal bilgiler üzerine non-credit doktora derslerine devam etti. Şenol, Gazi Üniversitesi Ekonomi Fakültesinde lisans eğitimden sonra, İstanbul Üniversitesi SBF’de yüksek lisans ve doktora eğitimlerini tamamlamıştır. 2010 yılında Kanada’ya taşınan M.Şenol’un yaşamı, 2016’dan beri, bu ülkeyle Türkiye-İstanbul arasında geçmektedir. 2008-2009 yıllarında Kadir Has Üniversite’sinde üç sömestir boyunca sosyal bilimler/iletişim kuramları üzerine dersler veren M.Şenol’un yedisi roman olmak üzere basılı 12 kitabı bulunmaktadır; Türkiye’nin Altın Kitaplar, Papirüs, Alfa, Ayrıntı gibi seçkin yayınevlerince basılıp yayınlanmıştır. Uluslararası Pen Yazarlar Birliği üyesidir. Serbest olarak hâlen yazılarıyla Cumhuriyet’te gazeteciliğe devam etmektedir; edebiyat, siyasal bilim ve kültür dergilerinde pek çok sayıda makalesi yer almıştır.