Ana Sayfa Kritik MUKADDİMELERİN YAZIMI ÜZERİNE*

MUKADDİMELERİN YAZIMI ÜZERİNE*

MUKADDİMELERİN YAZIMI ÜZERİNE*

Öyleyse felsefe daha felsefi bir söyleme değil, ama sanki, bizatihi dile ve onun yetersizliğine [inadeguatezza] mukaddimedir. Tam da bu yüzdendir ki – mukaddime kıvamında olan kendine has bir dilsel tutarlılığı elinde tuttuğundan –dile karşı, dile gelemeyenin tarafını tutan gizemli bir söylem değildir.

Platon, Mektuplarının üçüncüsünde, “yeterince ciddi bir şekilde yasaların mukaddimeleriyle1 meşgul olduğunu (περι τῶν ωόμων προοίμια σπουδάσαντα μετρίως [peri tōn prooimia spoudasanta metriōs])” beyan eder (316 a). Burada mevzu bahis olanın hakiki bir yazım işi olduğu, sonrasında şunu eklediği ölçüde kendini belli eder: “Duydum ki, sonrasında, aranızdan bazıları bu mukaddimeleri yeniden elden geçiriyorlarmış; ama iki kısım [yani benim tarafımdan yazılmış olanlarla başkaları tarafından yeniden üzerinde çalışılmış olanlar] arasındaki değişiklikler benim avdetimi (τὸ ἐμὸν ἦθος [to emon ēthos]) tanımayı becerenler için açıkça belirecektir.” Şayet, Platon’un VII. Mektup’ta felsefi tartışmaları yazıyla vaz eden tüm girişimlere ciddiyet eksikliği şüphesiyle yaklaşıyor gibi gözüktüğü düşünülürse (ki bu şüphe kendi diyaloglarını da ilgilendirebilirdi), onun da ikna olmuş olması pek mümkündür ki kaleme alınmış bu mukaddimeler (ki, onun da salık verdiği gibi, tartışmasız şekilde bu iş ona düşüyordu) uzun hayatı boyunca imal etmiş olduğu birkaç ciddi yazı arasında kendini gösterir. O birkaç yazı, ki maalesef kayıptır. 

Yasalar’da, o en son eserlerinden birisi olanda, Platon, νόμος’un [nomos] ikili anlamıyla oynayarak (“bir tanrının şerefine söylenen musiki beste” ve “yasa”), yasaların mukaddimeleri meselesine geri döner (bu da mektubun sahih olduğunu düşündürtür). “Tüm söylevlerde ve sesin iştirak ettiği her yerde”, der diyalogda adı “Atinalı” olarak atanan muhatap, “tıpkı sanatın kurallarına (ἔντεχνον [entekhnon]) giriş imkanı sunan hazırlayıcı tatbikatlar (ἀνακινήσεις [anakinēseis]) gibi, sonrasında devam edene lazım olacak mukaddimeler (προοίμια [prooimia]) vardır. Kitara için bestelenmiş ve νόμοι [nomoi] olarak adlandırılan ilahi şarkılarda ve tüm musıki bestelerde, yine bilhassa bestelenmiş prelütler bulunur. Buna karşılık, politik νόμοι [nomoi] olarak adlandırılan hakiki nomoi’nin [yani yasaların] önüne, kimse hiç de mukaddime koymamıştır; ya da birisi ondan yazdıysa, hiç neşretmemiştir, sanki bu doğaya uygun değilmiş gibi. Kanımca, yapmış olduğumuz sohbet gösteriyor ki bilakis böyle bir şey mevcut ve üzerine konuştuğumuz [hür insanlar için yapılmış olan] ve bana ikili gözüken yasalar hiç de öyle basitçe oldukları gibi değildirler, ama iki öğeden mürekkeptirler: yasa ve yasaya mukaddime. Tiranca emir (ἐπίταγμα [epitagma]), ki onu hür olmayan olarak adlandırdığımız tabiplerin reçeteleriyle-emirleriyle [prescrizioni] mukayese etmiştik, tam olarak saf yasadır (ἄκρατος [akratos], karışmamış olan); ama ondan önce gelen ve ikna edici (πειστικόν [peistikon]) olarak adlandırdığımız, ikna etmeye yaradığı ölçüde, söylevlere yaptığımız mukaddimelerle aynı işleve sahiptir. Neticede, bana öyle gözüküyor ki yasa koyucunun ikna etme gayesiyle verdiği her söylev, yasanın hitap ettiği kişinin onun emrini, yani bizatihi yasayı, olumlu bir şekilde kabul etmeye yöneltilmesi gayesiyle yapılmıştır. Bu yüzden haklı olarak denilebilir ki bu, mukaddimeyi (προοίμιον [prooimion]) tesis eder, yasaya dair söylevi (λόγος [logos]) değil. […] Yasa koyucu her şeyden önce yasaların bütününe, sonra da hepsine teker teker, mukaddime yapmaya ihtimam göstermelidir ki bunlar, aralarında, öncesinde konuştuğumuz iki yasa gibi tefrik etsinler” (722 d -723 b)

Platon

Genel olarak söyleme (“sesin müdahil olduğu her yerde”) ve musiki νόμοι’ye [nomoi] göndermeler Platon’un burada mukaddimelere atfettiği özel konumun dar anlamıyla yasamanın ötesine geçtiğini çıkarsamaya izin veriyor. Bu en azından Klinias’ın bir prelüt gibi devam edecek diyaloğun tümünü takdim ettikten hemen sonra salık verdiği şeyde öyle gözükür: “Daha fazla gecikmeden, ama mevzumuza geri dönersek, ve arzu ederseniz, biraz önce mukaddime yapmaya niyet etmeksizin söylediğim şeyden başlayalım. O halde herhangi bir söylev (λόγος [logos]) vermek değil de bir mukaddime yapmak için en baştan alalım – çalgıcıların dediği gibi: ikinci deneme ilkinden evlâdır –. Bir mukaddime ile başlamakta mutabık olalım […]” (723 d-e). O vakte kadar yürütülen sohbet gerçekte sadece bir mukaddime idiyse, o zaman şimdi amaç da bilinçli olarak bir mukaddime yapmaktır – söylev vermek değil.

Nasıl ki, iyi bir yasada, Platon’a göre, mukaddime dar anlamıyla λόγος’tan [logos] (emir’den) ayırt edilmeliyse, aynı şekilde, tüm beşerî söylemde, mukaddem bir öğeyi tam anlamıyla söylemsel veya emredici [prescrittivo] olan bir öğeden ayırt etmek mümkündür. Tüm beşerî söz mukaddime (προοίμιον [prooimion]) ya da söylemdir (λόγος [logos]), ikna ya da emirdir; ve konuşurken, yeri geldiğinde iki öğeyi karıştırmak ya da bilakis onları ayrı tutmak elverişli olabilir.

Eğer beşerî dil iki farklı öğeden mürekkepse, felsefi söylem hangisine ait olacak? Klinias’ın sözleri (“bir mukaddime yapmak, söylev vermek değil”) Yasalar başlıklı diyaloğun – ve bu yüzden belki de Platon’un bize bıraktığı diyalogların her birinin – basit bir mukaddime olarak düşünülebileceğini çekincesizce salık verir gibidir.

Saf (ἄκρατος [akratos], karışmamış) yasa, yani mukaddimesiz yasa, tiranca olduğundan, teoriler formülleştirmekle sınırlı, mukaddimeden mahrum bir söylemin kendisi de, bu teoriler ne kadar doğru olursa olsun, tiranca olacaktır. Platon’un teorilerin sözcelenmesine veya hakiki kanılara karşı husumetini ve de mantıki tartışmadan ziyade tercihen mitosa başvurmasını açıklığa kavuşturacak olan da buydu. Felsefi söz aslen ve esasen [costitutivamente] mukaddemdir. Tüm beşerî söylemde hazır bulunması [presente] gereken mukaddem öğedir. Peki eğer yasanın mukaddimesi yasanın (emirlerle ve yasaklarla) kural koyan [normativa] kısmını önceliyor ve onun önsözünü takdim ediyorsa [introduce], felsefi söz mukaddimeyi neyle tesis eder [costituisce]?

Asri araştırmacılar tarafından yeniden ele alınan bir geleneğe göre, Platon’un zahiri [essoterici] yazılarının – diyaloglar – yanında, filozofun savlayıcı biçimde formülleştirdiği batıni [esoteriche] öğretiler de Akademi’de dolaşımdaydı. Bu bakış açısından, bizim bildiğimiz diyaloglar bilginlerin zorunlu olarak söylemsel biçim altında yeniden tasnif etmeyi denediği batıni öğretilere mukaddime ya da girişler olarak düşünülebilirdi. Eğer Platon’un Yasalar’da söylediği ciddiye alınacak olursa, eğer mukaddem karakter felsefeye özünden bağlıysa [consustanziale], onun en çok ihtimam gösterdiği öğretileri savlayıcı tarzda formüle etmiş olması pek muhtemel değildir. Bâtıni öğretiler de – eğer onların mevcut olmuş olduğunu kabul ediyorsak – , bizatihi, mukaddem bir biçime bürünmek zorunda olurlardı. Düşüncesini takdim etmek için yakınındakilere hitap ettiği tek metinde – VII. Mektup –, Platon sadece hakikaten ihtimam gösterdiği şeyi yazıyla vaz etme veya bilimsel bir sunum biçiminde iletme imkanını reddetmekle kalmaz, ama bunun niye imkansız olduğunu açıklamak için konuya dâhil edilen (“hakiki söylem” ve hattâ “müthos ve konudan sapma –μῦθος καὶ πλάνος [müthos kai planos]”– diye adlandırdığı) meşhur felsefi arasöz de hiç de tartışmacı olmayan ıstılahatlarla formüle edilir; ve bu yüzden, bu metin – doğru ya da yanlış – hep bilhassa kapalı olan gizemli bir metin olarak düşünüle gelmiştir.

O halde felsefi sözün mukaddem karakteri, onun mukaddimeden sonra gelecek olan felsefi bir söyleme gönderme yapacağına işaret etmez; fakat, en ağır meselelerle boy ölçüşmeye çağırıldığı her seferde, dilin bizatihi doğasına, onun zafiyetine (διὰ τὸ τῶν λόγων ἀσθενές [dia to tōn logōn asthenes] – [VII. Mektup, 343a]) atıfta bulunur. Öyleyse felsefe daha felsefi bir söyleme değil, ama sanki, bizatihi dile ve onun yetersizliğine [inadeguatezza] mukaddimedir. Tam da bu yüzdendir ki – mukaddime kıvamında olan kendine has bir dilsel tutarlılığı elinde tuttuğundan –, dile karşı, dile gelemeyenin tarafını tutan gizemli bir söylem değildir. Başka bir deyişle felsefe, felsefi olmayan söyleme, onun yetersizliğini [insufficienza] göstererek, mukaddime yapmakla yetinen söylemdir.

Şimdi de felsefi söylemin mukaddem doğasına dair tezi/mevzuyu Platoncu bağlamın ötesine taşıyarak geliştirmeyi deneyelim. Felsefe her söylemi mukaddimeye geri taşıyan söylemdir. Bir genelleme yaparak felsefenin kendini dilin mukaddem öğesiyle bir tuttuğu ve ona titizlikle uyum sağladığı söylenebilir. Böylelikle felsefe kendini bir söyleme veya emre dönüştürmekten, ciddi tezler/mevzular ve yasaklar ilan etmekten sakınır. (Yasal emrin Romalılara Mektup’taki Pavlosçu eleştirisi, yasayı, onu mukaddem yani ikna edici doğasına geri taşımak adına, “emir”den – ἐντολή [entolē] – temyiz etme girişimi olarak görülebilir). Platon’da müthosun ve ironinin istimali [uso] bu bakış açısından görülmelidir: Bunlar, konuşana olduğu kadar dinleyene de, hakikate ihtimam gösteren her beşerî söylemin zorunlu olarak mukaddem olan karakterini hatırlatır. Bir söylemdeki felsefi öğe, bizatihi hakikati sorgulayan şüphecilik anlamında değil, ama söylenmekte olanın zorunlu olarak hazırlayıcı ve mukaddem karakteriyle yetinmeye sıkıca niyetlenmek anlamındaki o bilince müşahede edendir.

Mamafih mukaddime, kendini kendi hudutları içinde özenle imtidat [mantenersi] etmeyi denediği ölçüde, zaten şeylerin güçlükle nihayete erdirebileceği mukaddem doğasıyla çakışarak, son kertede sadece kendi yetersizliğini göstermekten başka bir şey yapmayacaktır. Bu, Yasalar’ın sonunda, şehrin ve şehirlilerin hayatının tesisinin her ayrıntısı açıkça ele alındıktan sonra, diyalog en mühim olanın hâlâ yapılmadığı konusunda hemfikir olma hususunda kapandığında, açıkça gözükendir. Geç Platon’un karakteristik tavrına uygun olarak, bu tez/mevzu ironik bir şekilde ve bir kelime oyunuyla dile getirilmiştir: “Danışma kurulu tesis edilmeden önce bu maddeler üzerinde yasamak” der Atinalı, “mümkün değildir; ancak ondan sonradır ki yasa kimin en yüksek yetkeyi elinde tutacağına işaret edebilsin. Girişimimizin başarılı olabilmesi için, buna, uzunca beraber olunan (πολλὴν συνουσίαν [pollēn sunousian]; VII. Mektup’ta, hakikate erişimi özetleyen bizatihi bu ıstılahalattır) zamanlar geçirerek hazırlanmalıyız […] Mamafih bu konuya değinen şeyler sözü edilemez olanlardır (ἀπρόρρητα [aprorrēta]) demek doğru değildir; onlar daha ziyade önceden-söz-edilemezlerdir [im-pre-dicibili] (önceden söylenemez olanlar, ἀπρόρρητα [aprorrēta]), çünkü onlar ön-söylendiği ölçüde (προρρηθέντα [prorrēthenta]), hiçbir şey açıkça vaz edilmez / hiçbir şey açıklığa kavuşmaz [non si metta nulla in chiaro]” (968 e).

Diyaloğun mukaddem doğası böylelikle yinelenmiş olur, ama aynı zamanda, sadece sonradan gelen bir söylemin – yani bir sonsözün [epilogo] – belirleyici olduğu tasdik edilir. Felsefe esasen mukaddimedir, ama bununla beraber filozofun işi sözü edilemez olanla değil fakat önceden-söz-edilemez [im-predicibile2] olanladır, yani bir mukaddimede söylenemeyenledir; bir tek sonsöz amaca uygun, yani hakikaten felsefi olacaktır. Mukaddime kendini sonsöze dönüştürmelidir, prelüt postlüde: fakat her iki durumda da, λόγος [logos] huzurda olmaz [assente]; ludus3 sadece eksik olabilir

Filozofun tüm yazdıkları – benim tüm yazdıklarım – yazılmamış bir esere mukaddimedir, – ya da temelde aynı şey demek olan – ludus’unun huzurda olmadığı bir postlüttür. Felsefi yazının sadece mukaddem ya da sonsözsel [epilogale] bir doğası olur. Bu, galiba ona düşen işin dil vasıtasıyla söylenecek olanla değil ama bizatihi λόγος [logos] ile, dilin nasılsa öyle olan [come tale] saf adanışı olabilme imkanı [darsi]4 ile alakalı olduğu anlamına gelir. Dilde mevzu bahis olan olay, sadece ilan edilebilir [annunciato] ya da söze verilip azledilir [congedato], ama asla söylenemez (söze gelemez [indicibile] olduğundan değil – söze gelemez sadece önceden-söz-edilemez [im-predicibile] demektir; ve daha ziyade, söylemlerin saf adanış olabilme imkanıyla, insanların birbirleriyle konuşmayı kesmedikleri olgusuyla, örtüşmektedir). Dilden söze gelmeyi başaran tek şey giriş yazısı [prefazione] ya da dipnottur, ve filozoflar ilkini ya da ikincisini tercih etmelerine bağlı olarak ikiye ayrılırlar: düşüncenin poetik uğrağına göre davrananlar (şiir [poesia] her zaman ilandır), ya da, sonunda, liri bırakıp temaşadan yana tavır alanlar. Her iki durumda da, temaşa edilen [contempla] söylenmeyen-söylenendir [non-detto]5; sözün azli [congedo], onun ilanıyla [annuncio] çakışır.

İtalyancadan çeviren: Enis Memişoğlu (**)

(*)Bu metin Giorgio Agamben’in Che Cos’è La Philosophia? [Felsefe Nedir?] adlı kitabının Sullo Scrivere Proemi başlıklı yazısının tercümesidir. Tercümeye kaynaklık eden kitap için bkz. Giorgio Agamben, Che Cos’è La Philosophia?, Macerata: Quodlibet, 2016. Yazıda Agamben tarafından kullanılan politonik Yunanca harfler aslına uygun şekilde aktarılmıştır – bununla beraber Yunancanın Latin harflerine çevirisi [transliteratio] tarafımızdan yapılıp ayrıca köşeli parantez içinde sunulmuştur. Yazıda mevcut olan parantez ve köşeli parantez kullanımları aynı şekilde aktarılmış olmakla beraber, Türkçeye tercümesinde ihtilaf yaratabileceği düşünülen İtalyanca kavramlar italik punto ile köşeli parantez içinde aktarılmıştır. [Bu ve bundan sonraki tüm dipnotlar tercümanın notudur].

(**)Bu tercüme, metnin İtalyancasının telif hakkının Giorgio Agamben’e ait olduğunu tanımakla (ama asıl müellifin müesses bir hakkı olmadığını ve esas hakkın aslında hiçbir telifi olmadığını teslim etmekle) beraber, hiçbir telif hakkı (©) iddia etmemektedir. Bununla beraber bu metin, Creative Commons lisansı (CC) altında yayımlanıp, yayılabilir. Bu lisans dâhilinde bu metnin, yazara ve tercümana atıf yapılması suretiyle (BY), gayrı-ticari (NC), türetilemez (ND) olarak yayılıp dağıtılabilir olduğu, zaten her yazının esasen ve aslında olduğu mukaddimeye bir dipnot olarak söylenmeyen-söylenendir.

1 ροοίμια [prooimia] a(n)tik Yunancada lafzen ön-yol ya da ön-şarkı anlamlarını veren προ [pro] ön eki ve οἶμος [oimos] kelimesinin birleşiminden oluşur. Yolun öncesi, ya da yolun başı gibi ele alınabilecek προοίμια, mukaddime diye tercüme edilebilir. Öyle ki, eski / ilk önce anlamındaki kadim, adım anlamındaki kadem kelimesinden türer. Kademe, atılan bir adım demekse, προοίμια’nın tercümesi için takdim edilecek (yani sunum adımı atılacak) “mukaddime” kavramı da, mukaddem bir kelimenin imkanını tekaddüm ettirecektir (öne geçirecek / önceden adımını atmış olacaktır).

2  Imprédictible, olumsuzluk ön eki “-im” ile ön anlamını veren “-pré” ön eki kaldırıldığında geriye kalan kelimenin söylemek ve demek anlamındaki “dire” fiilini veren kısmını vurgulayabilmek adına “im-prédictible” olarak ayrı yazılmadığı takdirde, lafzen “öngörülemez olan, kehanette bulunulamayan” anlamına gelir.

Latince oyun anlamına gelen ludus, bir önceki cümlede prelüt ve postlüt olarak Türkçeye aktarılan kelimelerde de kendini belli eder: bir şarkının girizgâhı ve peşrevi olarak oyun-öncesi anlamındaki pre-ludio ve bir şarkının çıkış kısmı olarak son-oyun anlamındaki post-ludio.

Darsi, hem adamak, hem kendini bahşetmek, hem de puo darsi denildiğinde olabileceği gibi, “belki” ve “olabilir” anlamına geldiğinden, Agamben’in “imkan-kuvve- -e bilememe kabiliyeti” ıstılahatları etrafında şekillenen düşüncesi de dikkate alınarak, “… adanışı olabilme imkanı” olarak tercüme dildi.

Non-detto söylenmeyen olarak tercüme edilebilirdi, belki. Ya da bunu belki de “söylenmeyen-söylenen” diye tercüme etmek Agamben’in “belki”de söylemeye çalıştığı söylenmeyendir. Belli ki, Agamben’in bu yazısıyla girişilen – ve diğer dipnotlarda olduğu gibi bu dipnotta da ön-söylenemeyen – tercüme de sadece bir “belki”dir.

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl