Ana Sayfa Kritik Neslican Tay, deprem ve seküler dünyanın dünyasallaşma rüzgârına kapılanlar

Neslican Tay, deprem ve seküler dünyanın dünyasallaşma rüzgârına kapılanlar

Neslican Tay, deprem ve seküler dünyanın dünyasallaşma rüzgârına kapılanlar

2008 yılını 2009 yılına bağlayan yılbaşı gecesiydi. Ankara’da Bilkent Üniversitesi öğrencisi dördü erkek üçü kadın yedi genç, yeni yıl kutlaması için bir araya geldikleri evde, sızan doğalgazdan zehirlenerek yaşamlarını yitirdiler.

Dönemin Başkent Doğalgaz A.Ş Genel Müdürü, henüz yeni Türkiye’ye geçiş yapmadığımız ve dolayısıyla istifa diye bir müessese halen varlığını devam ettirdiği için istifa etmek zorunda kalacak ama yedi gencin ölümüne ilişkin olarak düzenlediği basın toplantısında yeni Türkiye’nin de ipuçlarını verecekti.

Gaz müdürü, evde gördüğü manzarayı “o hadiseyi hiçbir insanın görmesini istemem. Gençlerin her birisi bir taraflara düşmüş; kimisi yerde, kimisi yüzükoyun. Kimisi belden üstü yarı çıplak…” diye tasvir ediyordu:

Söylemek istediği şey ise aslında son cümlede gizliydi: “Kimisinin belden üstü yarı çıplak…”

Basın toplantısında “ülkücü milliyetçi olarak hata da yapabilirim ama benim burada bir hatam olmadığını söylüyorum” diye kendini savunan müdür, bilinçaltından taşan sözcüklerle ortadaki “ahlaksız durum”a dikkatlerimizi çekmek istiyordu aslında.

Yılbaşı kutlaması, içki, aynı evde kızlı-erkekli toplanma…

Ortalama bir milliyetçi-muhafazakârın nazarında bir günah galerisi yani!

Gazetelerdeki haberlere göre, gaz müdürü basın toplantısını “Cuma namazına gideceği için” kısa tutmuş ve soruların hepsini almamış, giderken gazetecilere “hayırlı cumalar” dilemiş, gitmeden önce ise şu açıklamayı yapmıştı:

Bazı insanlar, olay yerine gelerek cesetlerin üzerinden siyaset yapmıştır. Bu şirket özelleştirme yolunda bir şirkettir. İç ve dış piyasada oluşmuş fiyatı vardır. Bu ekonomik kriz ortamında bu tür etkiler, Ankaralının malı olan bu şirketin değerini düşürmektedir. Bu nedenle ben burayı siyasetin dışında tutmaya özen gösteriyorum, tüm siyasilere eşit uzaklıktayız.”

Ölen gençlerle ilgili bilinçaltından taşan cümleler, “ölüler üzerinden siyaset yapmayın” cümlesi, cuma namazına gidiş için basın toplantısını kısa kesme, “Ankaralının malı olan” şirketin özelleştirileceğine yapılan vurgu… İstifa edişini saymazsak, sahiden de yeni Türkiye’nin habercilerinden birinden bahsediyoruz.

Gaz müdürü bunları demekle yetiniyordu ama kendisinden daha “cesur” olanlar da vardı. Şimdiki adı Akit, o zamanki adı ise Vakit olan ve İslamcılığın bir “sapma”sı değil “bilinçaltı” olarak görülmesi gereken “gazete”, “Yine yılbaşı, yine facia” diye manşet atıyor ve haberi şöyle duyuruyordu:

“Ankara da yılbaşını kutlayan kızlı-erkekli 7 öğrenci, sızan doğalgazı fark edemeyince gaz zehirlenmesi sonucu hayatını kaybetti”

Gelen tepkiler üzerine “gazete”nin “yazar”larından Hasan Karakaya, köşesinde şu cümleleri yazacak ve manşetlerini şöyle savunacaktı:

Dün de yazdım ya… Ankara Çankaya’da ‘3’ü kız, 4’ü erkek 7 öğrencinin, gaz kaçağından ölümü’yle ilgili habere ‘yılbaşı felâketi’ dışında, acaba nasıl bir başlık atılırdı?.. 7 öğrencinin ölmesi, bir “facia” veya ‘felâket’ değil mi?.. Bu olay, ‘yılbaşı gecesi’ meydana gelmedi mi?.. O evde ‘içki’ içilmedi mi, ‘dans’ edilmedi mi?.. Kısacası, ‘kızlı-erkekli grup’, gecenin bir vaktine kadar ‘eğlenmedi’ mi?.. Eee, daha ne?.. Böyle bir olaya ‘yılbaşı felâketi’ başlığı atmayıp da, ne diyecektik?.. ‘Felâket’se, felâket!.. ‘Yılbaşı’ysa, yılbaşı!..”

***

Televizyon izleyicilerinin yakından tanıdığı isimlerden biri olan Defne Joy Foster, 2 Şubat 2011’de hayatını kaybetti. O gece barda tanıştığı bir erkekle, Kerem Altan’la, Altan’ın evine gitmiş, orada da içki içmeye devam etmişler, sonrasında fenalaşmış ve yaşamını yitirmişti.

Durum dinci gericilik açısından kaçırılmayacak bir fırsat, herkesin bilmesi ve ders çıkarması gereken bir “ibret vesikası”ydı: Barda tanıştığı bir erkeğin evine giden bir kadın, evli ve üstelik anne olan bir kadın, içki yüzünden ölüyordu!

Vakit’ten Serdar Arseven, Foster için şöyle yazacaktı o günlerde:

Onu kucakta zıplatılırken görmüştüm bir kez… Birkaç kez de magazin sayfalarında takılmıştı gözüme… Onun için üzgünüm ve Allah’tan taksiratının affını niyaz ederim…
Amma velâkin, olan biten, ders almadıktan sonra neye yarar!.. ‘İçki bütün kötülüklerin anası!..’ Vaziyet bu!.. Defne, gecenin üçünde “sevgilisi”nin evine gitmiş… Evli ha; bir de erkek bebeği var, maşallah nur topu gibi, bir buçuk yaşında…
Kocası onu çok severmiş, o da kocasını severmiş… Ancak, farklı duygularını “arkadaşlarıyla” tatmin edermiş!… Evinde öldüğü oğlanla o gece tanışmışlar… Ve ilk geceden “oğlan evine” gitmişler!..

Sadece Arseven değil, başka gazetelerde, başka köşelerde, sosyal medyada aynı minvalde şeyler yazıldı, söylendi Foster için, “su testisi su yolunda kırılır”dı, burada da böyle olmuş, Foster hak ettiği biçimde ölmüştü!

***

Siyasal İslam’ın ölüme bakışına dair sayısız örnek verilebilir ama geçmişten bugüne gelelim. Neslican Tay 21 yaşında gencecik bir kadındı ve kansere yakalanmıştı. Kaderine razı olmadı, hastalığıyla mücadele etmeye, baş etmeye çalıştı. Hastalığıyla mücadelesinde sosyal medyayı bir araç olarak kullandı. Mücadelesi duyuldukça, bilindikçe, verdiği savaşta daha güçlü olacağını düşünüyordu, ne kadar çok insana ulaşırsa ölümle daha kolay mücadele edeceğine inanıyordu. Hep yaşam sevinci dolu, hep gülümseyen bir imge olarak kazındı insanların hafızalara.

Neslican geçtiğimiz günlerde kansere yenik düştü ve sosyal medya aracılığıyla artık çok daha gözle görülür hale gelen bir şekilde, tıpkı daha önceki örneklerde olduğu gibi, “siyasal İslamcı hıncı” yöneldi ölü bedenine. Giyim kuşamından, hastalığını ve ölümü karşılayış biçimine, İslamcılığın ideal kadın profilinin tam tersini temsil ediyordu Neslican ve daha toprağa bile verilmemişken o hınçla saldırıldı üzerine.

Sosyal medyadaki trollerin küfürlerinden bahsetmiyorum, sadece o değil. “Butik üniversite”lerimizin rektörlerinden biri olan psikiyatrist Nevzat Tarhan şöyle dedi örneğin Neslican için:

Ölümle yüzleşebilseydi ölüm bilince sahip olsaydı, seküler dünyanın dünyasallaşma rüzgârına kapılmasaydı dinlerin hayata anlam katma ve teselli gücünden faydalanabilseydi, hastalığı düşman gibi görmezdi diye düşündüm.

Marmara Üniversitesi İletişim Fakültesi’nin eski dekanlarından, sosyolog Ergün Yıldırım ise “iddialı giyimiyle sosyal medyada gündem oldu” demeyi ihmal etmeden Neslican Tay’la ilgili olarak şunları yazıyordu Yeni Şafak’taki köşesinde:

Neslican Tay, ölümüyle yok olmadı! Ürettiği sosyal varlığıyla arkasından bize bir tartışma bıraktı. Bu tartışma artık onun şahsi özelliklerini de aşan bir vaziyet aldı. Temel sorun, ölümle kurduğumuz klasik Müslümanlık ilişkisinin tersyüz olması ve bunun yerine seküler bir ilişki tarzının gelmesidir.

***

Şimdi tam olarak bu noktada, 21 yaşında ölümle karşı karşıya gelmiş ve ona direnmeyi seçmiş genç bir kadın için, dine sığınmadı, dua etmedi, “iddialı” giyindi diye “seküler dünyanın dünyasallaşma rüzgârına kapıldı” diyebilenlere, bir soru ve o sorunun çoğaltacağı başka sorular sormak gerekiyor: Asıl dünyasallaşma rüzgârına kapılanlar kimler?

Kimler mesela saraylarda yaşıyor artık, yüz araçlık konvoylarla geziyor, “ejder meyveli smoothie”ler hangi resepsiyonlarda ikram ediliyor, elli bin dolarlık çantaları kimler koluna takıyor?

“Her üniversite mezunu iş bulmak zorunda değil” diyen kim, “köylüye ananı da al git” diyen kim, Soma’da, Torunlar’da, Ermenek’te işçiler onar onar yüzer yüzer niye, hangi politikalar nedeniyle ölüyor?

Bankaların, kamuya ait şirketlerin, üniversitelerin yönetim kurullarına, mütevelli heyetlerine kimler kaç lira maaşla, kaç lira huzur hakkıyla atanıyor, kimlerin yedi sülalesi birer kene gibi kurumların başına geçiriliyor, kimler ortaçağ arpalıkları gibi kamuyu kendi aralarında bölüşüyor?

İstanbul depremi kendini hatırlatmışken biz de hatırlayalım: İstanbul’un üzerine beton dökenler kimler?

21 yaşındaki genç bir kadının ölümle savaşına ağzından salyalar saçarak saldıranlar, imar rantına, kupon arazilere, kurulan müteahhitlik şirketlerine, alınan ihalelere, komisyonlara, rüşvetlere ne diyor, yoksa dünyasallaşma böyle bir şey değil mi?

Rantçı, inşaatçı, betoncu aklın bugüne kadar tek bir adım atmamış olması nedeniyle İstanbul depremi gerçekleştiğinde ölecek olan yüz binlerin vebalini –ki ölenler en çok yoksullar olacak, çünkü zenginler güçlendirilmiş zeminli, depreme dayanıklı binalarda oturuyor olacaklar- kimler taşıyacak, siyasal İslam halka tevekkülden, dinlerin hayata anlam katma ve teselli gücünden başka ne sunacak?

“Dünyasallaşma rüzgarına kapılanlar” tam olarak kimler, “mücahit olarak başladılar müteahhit oldular” cümlesi kimler için kuruldu, şimdi kendisi de o saflarda olan bir siyasetçi kimler için “Harun gibi geldiler Karun oldular, firavunlaştılar” dedi?

***

Deprem demişken, sahi depremleri toplumun işlediği günahlara bağlayanların aklına neden her seferinde kadınların mini etek giymesi, çiftlerin sokakta öpüşmesi, içki falan geliyor da mesela Ensar’da, tarikat yurtlarında, cemaatlerde çocukların başına gelenler, badeci şeyhler, kamu kaynaklarını iç edenler, iş sınavlarının mülakatlarında abuk subuk sorularla elenen gençler, özelleştirilen şeker fabrikaları, bitirilen tarım falan hiç gelmiyor?

***

Türkiye siyasal İslam’ının tarihi tam olarak “dünyasallaşma rüzgârına kapılma”nın tarihidir. Kamu kaynaklarının sermayeye peşkeş çekilmesinin, geçiş/hasta yatış/yolcu garantili projelerle bir ülkenin geleceğinin ipotek altına alınmasının, liyakatin değil sadakatin geçer akçe olmasının, kamunun bir arpalığa dönüştürülmesinin, kurulan saadet zincirinin, rezidanslarda, villalarda yaşamanın, lüks arabalara Mercedes’lere binmenin, tüm bunları yaparken ise başkalarına “elit” diye sövmenin tarihidir ve hem tüm bunların hem de bunlar yokmuş gibi yapan riyakârlığın yanında gencecik bir kadının “dünyasallaşma rüzgârına kapılması”nın esamisi bile okunmaz.

Peki yapılması gereken mi, yapılması gereken tam olarak şudur: İslamcılığın maddiyatçılığa dayalı sözde sekülerleşmesinin karşısına, halkçı, aydınlanmacı, akla ve bilime yaslanan, eşit ve özgür bir ülke kurmayı hedefleyen hakiki bir seküler siyaseti koymak, bu siyaseti halkla buluşturmak!

 

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl