Ana Sayfa Vizör Odanın Ötesi: The Disaster Artist

Odanın Ötesi: The Disaster Artist

Odanın Ötesi: The Disaster Artist

James Franco’nun 2017 tarihli biyografik komedisi The Disaster Artist çeşitli açılardan düşündürücü bir film. Filmi gelecek dönem Oscar’larında gözü olan bir Amerikan biyografik draması olarak da seyredebiliriz, popüler kültürde şöhret sahibi bir ismi daha da büyük bir ikona dönüştürme projesi olarak da. Varoluş amacı ne olursa olsun nitelikli bir film olan The Disaster Artist’ten keyif almak ise bir nebze ön araştırma istiyor. Film, bize başarısızlığı ile meşhur olmayı başarmış 2003 yapımı The Room filminin yapım sürecini ve filmin arkasındaki beyin Tommy Wiseau’yu anlatmakta.

Peki nedir The Room ve arkasındaki şöhret? Vizyon zamanı birkaç yerel sinemada gösterilen ve 6 milyon dolarlık bütçesine karşın sadece 1800 dolar hasılata erişebilen The Room’un önce yerel, sonra da uluslararası bir sinema efsanesine dönüşmesi, filmin 5-Second Film isimli internet komedi serisinin ekibi tarafından keşfedilmesi sonrasında gerçekleşir. Trajik bir drama olmaya çalışırken gerek sinematografik gerekse anlatısal tutarsızlıklardan ötürü özensiz ve (planlanmayan şekilde) komik bir yapıma dönüşen The Room, kısa zamanda kendi hayran kitlesini ve ritüellerini yaratır. Bu ritüeller arasında karakterler ile ilgili absürt hayran teorileri yazma, gösterimlerde film ekibi ile Amerikan futbolu oynama ve filmin belli sahnelerinde perdeye kaşık fırlatma gibi etkinlikler yer almaktadır. 2013 yılında The Room’un başrol oyuncularından Greg Sestero’nun yazar Tommy Bissell ile kaleme aldığı The Disaster Artist kitabı ile The Room popülaritesi bambaşka bir boyut kazanır. Kitap filmin yapım sürecinden bolca anı sunarken temelde sürecin en önemli ismini, Tommy Wiseau’nun kişiliğini bize tanıtma iddiasında bulunur. Büyük ilgi gören The Disaster Aritst kısa zamanda bestseller olur ve çeşitli ödüller eşliğinde kendine beyaz perdede bir uyarlama fırsatı yaratır.

The Room filmini “dünyanın en kötü filmi” pazarlamasından ötürü merak edenler için bir görüş sunmak gerekirse; film gerçekten kötü kotarılmış ve olgunlaşamamış bir iş olarak özetlenebilir. Tutarsızlıkların ve olmamışlığın seviyesi öylesine yüksek ki filmin vasatın altındaki senaryosundaki yoğun kadın düşmanlığını insan muhatap alıp eleştiremiyor bile. Filmin yetersizliği konusunda bir kişi hariç tüm yapım ekibi de hemfikir. O kişi ise filmin yönetmen/yapımcı/senarist/başrol koltuğundaki isim olan Tommy Wiseau. The Room’un ardındaki hayran kitlesini asıl bir arada tutanın ise insanların Wiseau’ya yönelik duydukları merak olduğunu söylemek gerek. Wiseau abartılı hareketlerle ile tiyatrallığı birbirine karıştıran, çocuksu bir inat ve kıskançlığa sahip, onca yıl olmak istediği şey olamamanın gerilimini her hareketiyle hissettiren, abartılı bir karakter. Dünyada çok fazla kötü film var ancak hiçbirinin yönetmeni ürettiği işe Wiseau kadar inatla sarılmıyor. Wiseau yıllardır The Room’un tüm özel gösterimlerine gidiyor ve bu gösterimlerde filmini seven insanların aslında içerideki derin mesajı görebilenler olduklarını her fırsatta dile getiriyor.

Verdiği röportajlarda sahte bir entelektüellik ve yüksek özgüven ile hareket etmeye çabalayan Tommy Wiseau’nun garipliği aslında yavan insanın popülarite ile girdiği temel ilişkiden öte değil. Ün ve kabul görmek isteyen bireyin bunu kazanmaya başladığı andan itibaren tüm ekran kimliğini o yönde geliştirmesi doğaldır, zira bir yöntem amaç doğrultusunda sonuç vermişse ondan vazgeçme riskine giren pek olmaz. Başarısız, deli ve (yaşını ya da doğum yerini söyleyemeyecek ölçüde) paranoyak bir yönetmen kimliği ile ekran karşısında kabule erişmiş bir insan bundan karşılık aldığı sürece bu rolü sürdürebilir, hatta getirisi büyüdükçe bu role daha da sıkı sarılabilir, kendi gerçekliği olarak bunu kabul edebilir bile. Özellikle Türkiye’nin medya tarihinde ekranlara taşınan nice garip figürden bu konuda çıkarabileceğimiz çok ders var. Wiseau’nun inadında şaşıracak bir şey yok, şaşırtıcı olan seyirci/okur kitlelerinin kendini rezil etmeyi prensip haline getirmiş bir insana gösterdikleri bu büyük merak.

The Disaster Artist filmi de bu merakın sinemada büyük bütçe karşısında neye dönüşeceğini ölçen bir yapım. Kaynak aldığı kitaba sadık olan film belki de bu sadakatten ötürü kitabın düştüğü temel hatayı aynen tekrarlıyor; Tommy Wiseau’nun tüm garipliklerini bize sunuyor ancak karakterin garipliklerine yönelik hiçbir tatminkar açıklama getiremiyor. Tommy Wiseau kimdir? Nerede doğmuştur? Geçimini nasıl sağlar? Çevresini nasıl algılar? Kitabın ve filmin vardığı ortak yargı bu soruların çok önemli olmadığı ve asıl görülmesi gerekenin Wiseau’nun yeteneğinin ötesinde bir tutkuya sahip olduğu; ne var ki bu ortak yargı tatmin edicilikten uzak. Bir sinema eseri olarak The Disaster Artist’i zayıflatan önemli bir hata ise, filmin (The Room’un popülaritesini Wiseau miti üzerinden arttırmayı hedefleyen) kitaba belki de fazla sadık bir uyarlama olması. Wiseau’nun filmin başından sonuna aynı dünyadışı ruh olarak resmedilişi anlatıda bir şeylerin zamanla geliştiği hissini almamızı engelliyor. The Disaster Artist kısa süresinde (103 dakika) Wiseau’nun sıradışılığını resmetmeye o kadar takılıyor ki iyi bir dramanın ihtiyaç duyacağı çoğu çatışmanın eksikliğini idrak edemiyor. Film Wiseau’yu anlaşılamamış, toplumun dışladığı bir karakter olarak gösterirken finalinde “bir işe inanırsan planladığın gibi olmasa da kazanmak elinde” minvalinde bir mesajla defterini kapatıyor. Yaptığı işi güzel kotaran bir film olmasına rağmen The Disaster Artist aslında olduğundan çok daha fazlası olabilirdi. En temelinde Wiseau’ya yönelik bu alışılmışın dışındaki ilginin nedenleri kazınabilir, bu kazıma sayesinde bir seyirci eleştirisi de perdeye yansıtılabilirdi. Film bu tarz bir eleştiri ile seyirciye karşı cephe almaktan ürkerek sadece Wiseau’ya yıllardır parodi videoları üzerinden gülenlerin kendisine gene gülebilecekleri daha estetik bir araca dönüşüyor. The Disaster Artist ile yaşanan, Youtube gençliğinin alay konusu olmaktan sinema entelijansının alay konusu olmaya yönelik bir sınıf atlama aslında. Wiseau’nun ise bu durumdan çok yakındığı söylenemez. The Room’un The Disaster Artist vesilesiyle yeniden vizyona sokulması ya da kendisinin Altın Küre Ödülleri’nde sahneye davet edilmesi, Wiseau için adeta bir rüyayı yaşamak. Şarlatanlığı sürdürmek ise ödenebilir bir bedel.

The Disaster Artist iyi kotarılmış, iyi bir film. Ne var ki karşılayabildiği beklentiler sınırlı. Bir medya eleştirisi olmaktan çok The Room hayranları için yapılmış bir güzelleme olmayı seçmiş. James Franco’ya pek çok ödül kazandıran film genç yönetmen/oyuncuya Wiseau rolüyle bir de Oscar adaylığı getirecek. Altın heykelciği alması da gayet olası, ancak bu ödül ona performansından ziyade The Room ile ilişkili bir esere ödül vermenin yaratacağı sansasyondan ötürü verilecektir. Wiseau yükselen kült şöhretini kaybetme tehlikesine düşse bugün hala aynı garip Wiseau kalabilir mi? The Disaster Artist ile bu soruya cevap vermemiz pek mümkün değil.

HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl