Ana Sayfa Röportaj Onur Akyıl ile söyleşi

Onur Akyıl ile söyleşi

Onur Akyıl ile söyleşi

Birçok dergide şiir, öykü ve eleştiri çalışmalarıyla yer alan. Birgün gazetesinde yazılar yazan, Rıfat Ilgaz Jüri Özel Ödülü (2006), Ergün Günçe Övgüye Değer (2008), Ali Rıza Ertan Şiir Ödülü (2008), Nihat Akkaraca Öykü Ödülü (2013), Necati Cumalı Şiir Ödülü (2014), ödüllere değer görülen , şiir kitaplarının yanı sıra yakın zamanda Can Yayınlarından çıkan romanı “Proleterler İçin Patafizik Dersleri “ nin yazarı Onur Akyıl’la söyleştik.

Seni ilk tanıdığımdan beri sokakta yürüken köşeye dönsem seninle karşılacak gibi bir his oldu hep içimde. Şimdi o köşeyi döner gibi bir karşılaşma bu Oturup biraz konuşarak soluklansak mı ? Şiirle başlayalım, şiir yazmayı bıraktı mı Onur ?

Şiir yazmayı bırakmadım; yakında yeni şiir kitabım da yayımlanacak. Bıraktığım başka şeyler var ama o minvalde; mesela solun ürettiği gericilikle tartışmayı bıraktım. Çoğalmak, büyümek, yayılmak, kazanmak isteyenlerin işgal ettiği alanı bıraktım; bir paradigma olarak cehaletin işlerliğini ciddiye almayı bıraktım. İnsanlara attıkları kimi adımların neden yanlış olduğunu anlatmayı bıraktım. İnsanları bir köşeye bıraktım, insan kalabilmek için. Teorinin başının ezilmesini izlemeyi bıraktım. Acıdan bile komik örgütlenmelerin, daha şairciliğin doğasını bıraktım. Arkadaşları değil ama arkadaşçılığı bıraktım.

Eh, bunlar da ne şiir, ne de şiire dahil şeyler…

Şiirsel olan her şey ya da içinde bir parça şiir barındıran her şey bastırılmış bir isyana işaret ediyor sanki” diyorsun yeni kitabında. Senin isyanın nerede başladı ?

Burada alıntıladığın yerle benim şiire ilişkin bakış açım örtüşen şeyler değil. Bir kitabınızda geçen ifadeler yazar olarak size ait değildir, konuşan kimse ona aittir. Romandaki adam böyle düşünüyor olabilir; mutlaka ona bunları düşündürten bir şeyler olmuştur. Ben ve o, aynı insan değiliz. Ben onun konuşmasına, söylemesine yardım eden biriyim. Benim isyanım yok, arzum var. Arzu isyanı boğan, onu azaltan ve küçülten, dolayısıyla ondan çok daha kuvvetli bir şey… Burayı doğru kavramak lazım sanki…

Gerek öykücülüğünde gerek yeni çıkan romanında şiirsel bir dilin olduğu hissediliyor.Hatta son kitabında Neruda bize göz kırpıyor. Düz yazı daha mı iyi anlatmana yarıyor meseleleri ?

Bu şiirsel dil meselesine daha önce de itiraz etmiştim, yeri geldi madem, yeniden itiraz edeyim. Nasıl yazacağınızı belirleyen şey, neyi yazacağınızdır bana göre. Kaç tane neşeli ağıt biliyorsun? Kaç tane teslimiyet öven milli marş? Neruda’nın orda olması, tıpkı benim gibi, olaya ya da kahramana bir şeyi aktarmasında, anlatmasında, açıklamasında yardımcı olması; şair olması değil.

Sözcüklerle aranda bir emniyet var mı ?

Onlarla, sözcüklerle aramda boşluk yok, dolayısıyla orayı dolduracak bir şeyde yok. Buna emniyette dâhil öyleyse, üstelik şüphesi sözcükler çoğu zaman onları yönlendirenden daha güvenilir şeyler. Çünkü siz bir sözcüğü kullanmadığınızda onun tanımladığı bir şey, bir anlamı var. Siz yazmadığınız zaman kimsiniz, nesiniz peki? Seçiyorsunuz; orada olan, duran anlamı seçiyorsunuz ve bunu da yalnızca sözcüklerle yapabilirsiniz. Anlaşılan o ki bu da zaten emniyet ya da başka bir şey kaldıran / kaldırabilecek bir şey değil.

Yakın zamanda Can yayınlarından çıkan romanın “Proleterler İçin Patafizik Dersleri” kitabın raflarda yerini aldı. Okuru bol olsun. Nasıl oluştu bu romanı yazma fikri. Ve en çok Mihail nasıl fırladı kaleminden ?

Uzun zaman alan dört ayrı roman var; bağımsız konulara sahip olsalar da aslında bir emperyal-kapital gelişim eleştirisine dayanıyorlar… PİPD bunun ilk ayağı. Örneğin PİPD post-modern anlatım tekniklerini kullanmıyor, onlarla dalga geçiyor. Bunu görecek göze ihtiyaç var; bu da eleştirinin şişmiş karnını indirebilecek yegâne şey. Ezbere okunduğunda, felsefe yapıyorum gibi gelebilir, cahil kitap okurunun ilk ağzına gelen bu olacaktır. Çok kitap okuyanların arasında da mutlak cahiller var. Cehalet; hedef bu; savaş onunla. Bir şeyle dalga geçildiğini görmeden, ona iyi ya da kötü diyen, edebiyatın göçük sınıfıyla. Mihail böyle miyavladı.Doğasının kuralları serbestliği biçimliyor çünkü…

Romanda gerçeklik ötesiyle beraber bir gerçekçilik var. Şimdiki zamanın durgunluğunda gelecek arayıyışı da var üstelik. Bu gelecek arayışında da bir umut. Genel anlamda umutlu musun peki ?

Umutluyum ama umudumun öznesi yalnızca insan değil, bütün bir canlılık. Tarih yalnızca insanın eseri değildir belki. Böyle şeyler üzerine düşünüyorum, okumalarım bu yönde.

Mıchel Foucault şöyle der : “Mücadelenin, biri proletarya, diğeri burjuvazi olmak üzere baştan verili özneleri yoktur. kim kime karşı savaşır? Hepimiz birbirimizle savaşıyoruz ve her birimizin içinde, daima içimizdeki başka bir şeyle savaşan bir şeyler vardır.” Bir mücadele içinde olduğunu düşünüyor musun ya da senin savaşın kiminle ?

Yukarıda yazmıştım savaşımın neye karşı olduğunu; F’ye gelince, kimsenin her dediğini, eylemlerimiz esnasında belirleyiciler olarak ele alamayız. Ayrıca bizim kökenimiz, bir canlılık olarak kökenimiz onların, F’nin ve benzerlerinin pek hoşlaştıkları şeyler değil. Çünkü doğal akış onların konuşmasını, düşünmesini, yazmasını zora sokuyor. Bu yüzden doğal olmayanın, sapmanın, geliştirilmişin düşüncesini yorumluyorlar ve bilgiyi buradan kuruyorlar. Bunlar çok daha uzun meseleler, daha ritmik problemler gibi geliyor bana. Fakat şunu söylemekte fayda var; verili özneler elbette yok, ama özneleştirilen veriler mutlaka var. Kısacası, bir savaşın var olduğunu kabul edip, tarafların adları üzerinden konuşmak çok da mühim bir mesele değil. Ayrıca hepimiz savaş halindeyiz deyip, müttefik ya da düşman çoğaltmak da ki aslında bu anlama gelir, bana pek de akıllıca ve işlerlikli gelmiyor.

Kitabıında yaşanan olaylara karşı yazarın sürekli bir şaşkınlığı var. Hayatta seni şaşırtan ve bu şaşkınlığını canlı tutan bir şey ya da şeyler var mı ?

Şaşırmak benim diyalektiğimin ilk evresi ama bu sürekli bir ilk evre. Çünkü her zaman ilk…

Zamanla aran nasıl, saati bozuk biri misin ?

Bu en sevdiğim soru; çünkü yabancılaşmanın sınırına en yakın soru. Bak şimdi, eskiden kolunda saat vardı ve sadece saatti. Şimdi kolundaki şey kalp ritmini ölçüyor, adımlarını sayıyor, müzik çalıyor, mesaj atıyor ve dahası… Sadece saat olan şey ise elektronik cihazların herhangi bir yerinde, küçük ve sağ ya da sol üst köşede. Nesneler gibi insanları da işte böyle temel amaçlarından saptırdılar ve üşenmeyip, oturup bunun teorisini oluşturdular.

Son olarak, son zamanlarda kimleri okuyorsun ve yakın zamanda planların neler ?

Kolektif Yayıncılığın kitaplarını okuyorum bu ara. Plan yok. Hayat var.




HİÇ BİR ADIMI KAÇIRMAYIN

EK Dergi Mail Bültenine Katıl