The Circle, Pre işbirliğiyle, Ahmet Ergenç’in küratörlüğünde yapılan “Keşif” sergilerinin ilki olan “(Oto)Portre”de Orhan Onuk, pentürle portre ve otoportre geleneğine yaslanıyor, ustaları olarak gördüğü Schiele, Picasso ve Rembrandt gibi birçok ressamdan el alarak kendi yüzünü ve yeni yüzleri yaratmanın peşine düşüyor. Ermeni ressam Ashille Gorky’e saygı duruşuna bulunarak portrenin “siyasi” ve “coğrafi” yönüne vurgu yapıyor. Yüzün yabanla organik ilişkisi de eğilmesi de bir diğer konu olarak göze çarpıyor. Onuk’la resim serüvenini, yüzü, temsil ve yüz ilişkisini, resimlerindeki Egon Schile ve Ashille Gorky etkisini ve daha fazlasını konuştuk.

Sergiye geçmeden önce şunu sormak isterim: resim maceran nasıl ve ne zaman başladı?

Van şehrinde geleneksel bir ailede dünyaya geldim. Sözlü hikâyeler, destanlar, dengbejlerin ağıtları ve o coğrafyada yaşayan uygarlıkların kalıntıları çocukluğumu şekillendirdi.Van’dalise eğitimimi tamamladıktan sonra İstanbul’a sanat eğitimi için gelme hayalim vardı. 2010 yılıydı, benim için büyük engeller vardı… En büyük engel ekonomiydi. Hikâyemin en büyük kahramanı annem altın küpelerini göstererek bunları sat İstanbul’la yetenek sınavlarına git demesi beni daha da güçlü hale getirdi. Küpelere hiç dokunmadım. Yazları Van’da manav ve sebze halinde kazandığım parayla ve annemin benden gizli bavuluma sıkıştırdığı bir tam altınla 24 saatlik bir otobüs yolculuğundan sonra İstanbul’a geldim. Mimar SinanÜniversitesiresim bölümünü 2010 yılında kazandım, 2014 yılında eğitimimi yüksek onur derecesiyle tamamladım. 2014’te yüksek lisansa başladım ve 2016’da yüksek lisansımı tamamladım. İlk kişisel sergimi Tophane Amire Sarnıç Galerileri’nde açtım. 12 uluslararası resim ödülü kazandım, 30’u aşkın grup sergisine ve çalıştaylara katıldım.

Portre ve otoportreden konuşacaksak doğal olarak yüzden konuşmak gerekiyor. Yüz senin için ne ifade ediyor? Bu sanatsal pratiğine nasıl yansıyor?

Yüz bir insanın karekterini ortaya koyan en önemli göstergesidir. Portre ve otoportre üzerine yönelmemi tetikleyen etkenlerden birisi de fayyum portreleri ve Rus yazar Gogol’un “Portre” adlı kitabı olmuştur.

Neredeyse sonsuz ifade olanaklarını kendi bünyesinde toplayan bir mekân gibidir yüz. Fakat bu kadar olanaktan geriye temsiller kalır. Yani bütün bunların neredeyse sıfırlanması. Temsil ve portre konusunda seni endişelendiren yönler var mı?

Temsili ekspresyonist bir tarzla sorunsallaştırıyorum. Ekspresyonist portre, insan duygusunu daha fazla orta koyan cilalanmamış, ideal güzellik kaygısı taşımayan, sanatçının imzasını taşıyan bir üslup olduğu için benim tercihim ekspresyonizm. Burada temsil değil, sanatçının ifadesi öne çıkar. Bir yüzü resmederken aslında o yüzü yaratmış da oluyorum.

Artık üzerine konuşulacak bir yüzümüz olduğunu düşünüyor musun? Ele geçirilmiş, ölçülmüş, biçilmiş, kategorize edilmiş belli teknolojilerle hatta neredeyse her ayrıntısına kadar bilinebilen bir yüzümüz olduğu gerçeği ortadayken portre ve oto portrede ısrar etmenin nedenlerini merak ediyorum. Öte yandan bunu hem de pentür aracılığıyla ifade ediyorsun. Bütün bunlara rağmen kendi yüzümüzü yaratmanın olanaklarını mı zorluyorsun?

Pentür ve resim sanatının diğer elamanları olan tekniklerle portre üretiyorum. Ara Güler şöyle demişti: “Fotoğraf hakikattir sanat olamaz…” Teknoloji insanın duygusunu veremez. Ben mağaradan günümüze gelen bir geleneğin mirasçısıyım; tuval ve boya çok önemli. Resim yaparak yeni bir şey üretiyorum, yeni bir yüz yaratıyorum. Bunu pentürle yapıyorum çünkü pentür geleneği benim için çok önemli, çok daha hakiki bir gelenek.

Güneş Altında Yılanlı Otoportre” doğal ve yabanıl yönümüzü ön plana çıkarıyorsun. Ne düşüyorsun bir bedenin veya yüzün yaban ve evcil durumlar karşısındaki ifadesi hakkında?

Güneş Altında Yılanlı otoportre adlı işimde ince az boya kullanarak, yalın bir renk ve desenle biraz ‘çıplak’ bir resim sunuyorum. Bu çıplaklığın vahşi doğayla bir alakası var. Omuzlarımdaki yılanları fazla dekoratif yapmadan, hızlı fırça vuruşlarıyla ortaya çıkardım. Bu spontan teknik de yabanıl olana yaklaşma çabası olarak görülebilir. Burada da realist değil, dışavurumcu bir anlayış olduğunu söyleyebilirim.

Otoportlerinde bir yere kadar akrabalık kurduğun ressamların etkisi göze çarpıyor. Özellikle Egon Schiele ile… Hareketli, ele avuca sığmaz, keskin ve kararlı bir yön var yüzünde.

Portrelerimi yaparken yaşadığım psikolojik durumların dışavurumcu etkileri ağır basıyor. Vangogh ve Rembrant gibi etli, kalın boya kullanışım, resimlerimdeki deformasyonlar, bilinçli olarak paletimde kullandığım renkler dışavurumcu estetiğe hizmet ediyor. Resimlerini yakından incelediğim Egon Schile benim için büyük bir refarans kaynağı; az biçimle çok şey anlatmak resimlerimde önemli yer tutuyor. Ben de resmimde Egon Schiele gibi kırılgan ve hüzünlü portreler yapmaktayım. Diğer esin kaynağım da Rembrant: bu büyük portre ustası her yaşta portresini yapmış ve izleyiciyi farklı duygular yaşatmıştır. Usta ressam olmak için usta ressamlarla ilişkilerimizin iyi olması gerekir. Önce ilişkileri iyi kurup, sonra özgürleşmek gerekir.

Kendi yolunu çizdiğin eserlere baktığımda “Dağ ve “Yanardağ” adlı otoportreler bunlardan iki tanesi olarak göze çarpıyor. “Dağ” ve “Yanardağ”ın yarattığı imgeleri neredeyse görebiliyoruz. Bir dağ veya yanardağ gibi kendini duyumsamak ne demektir senin için?

Yaşadığın coğrafya senin resmini şekillendirir, renklerini fırça vuruşunu belirler. Dünyaya bakışını tuvale dökersin. Benim dünyaya bakışım da hem evrensel manzaralardan hem de Anadolu’dan besleniyor. Hem modernizmi hem de geleneği bir arada tutmaya çalışıyorum. Dağ ve Yanardağ adlı otoportreler de içerik ve estetik olarak bu karışımı ifade ediyor.

Bu serginin beni en çok etkileyen yeri ise Ermeni sanatçı Ashille Gorky anısına yaptığın resimlerin. Gorky’nin ‘Anne ve Çocuk’ adlı işini yeniden üretiyorsun. Burada portrenin başka yönünü devreye sokuyorsun. Bu eser Gorky’e bir saygı duruşu niteliğinde okunabildiği gibi, portreye etki eden siyasi ve coğrafi yöne de mi vurgu yapmak istedin?

Gorky sanatımın en önemli ressamları arasında yerini tutmakta. Yaşadığı kısa hayatta çok önemli yapıtlar üreten ressamın eserlerinde her zaman Van’ı görmekteyim. Bir sürgün olarak çektiği hasret resimlerinde dışavurumcu bir şekilde görülüyor: kullandığı mavi Van Gölü’nün, kullandığı kahverengi Van şehrinin toprağının, kırmızı da Van’da yetişen çiçekleri hatırlatıyor. Her rengin anlam kazandığı bir şehre hasret duyuyor Gorky. Van’da her kadın bir halı veya bir çorap yapım aşamasına geçerken kendi boyalarını kendilerini yaparlar: halılarda bile Van şehrinin renkleri bulabilirsiniz.

Ben de Gorki gibi hikâyelerin çok yazıldığı, ağıtların ve acıların çok olduğu renkli bir şehirde yaşadım. Van kadim halkların şehridir ve güneşin şehridir, eski adı da Tuşpa’dır. Urartular Van’a Tuşpa demişlerdir. Akdamar’da 2018 yılında yaptığım Arshile Gorky performansı sanatçıyla aramdaki güçlü bir bağın göstergesidir.. Van’da birçok dengbejin ve şairin ağzında ayrılık şiirleri aşk şiirleri hala söyleniyor. Arshile Gorky’nşn resminde çocukluğu Van’da geçen birinin yaşadığı ayrılık duygusu var. Günümüzde birçok mültecinin yaşadığı bir hikâye memleket hasreti, anne hasreti ve hepimizin aynı gemide olduğu bir dünyadayız. Afro kökenli Amerikalı yazar James Baldwin der ki “Tanrı Nuh’a gökkuşağını gösterdi, artık su yok, bundan sonrası ateş!” Hepimizin mülteci olduğu bu dünyada gökkuşağı gibi güzel resimler üretmek, gelecek kuşaklara ulaştırmak gerek. Arshile Gorky sadece bir örnek, hikâyesi yazılmayan milyonlarca sürgün insan var. Arshile Gorky’le kurduğum bağ, sanat eğitimimin önemli bir dönemini kapsıyor. Anneannemle 2012’de yaptığım performans Gorky’ye olan saygımın en önemli göstergesidir. Arshile Gorky’nin hayatını konu alan Kara Melek adlı kitap da beni derinden etkilemişti.

Son olarak, portre yaptırmak eskiden varlıklı insanların imtiyazındayken fotoğrafın icadıyla birlikte daha geniş halk kitleleri de kendi portrelerine sahip oldu. Şimdi ise kendi cep telefonlarımızla kendi portrelerimizi çekiyoruz. Yoğunlukla portre ve otoportre yapan bir ressam olarak Selfi kültürü hakkında ne düşünüyorsun?

Oto portrelerimde bir selfi havası mevcut, günümüzde yaşanan teknolojiyi de takip etmek gerekiyor. Eskiden sadece aristokratların, kralların portreleri vardı, şimdi herkes bu haktan faydalanıyor. İnsanlar selfi denilen şey sayesinde kendilerine ve kendi temsillerine daha çok bakıyorlar. Ben resimdeki, mağaradan günümüze kadar gelen pentür geleneğine inansam da bu yeni kültür ve teknolojinin de sanata yeni bir boyut getirdiğini kabul etmek lazım.