Eski şiir, asırlar boyunca zevkin seçtiği nadir örnekleriyle değil,
bütünüyle göz önünde tutulursa, daima bir “kendinin dışında”
konuşma, hatta kendi dışında yaşama ameliyesi gibi görünür.
Pek az edebiyatta konuşan benliğin bu cinsten ve bu kadar ısrarla
kendisini inkâra rastlanır.”

Ahmet Hamdi Tanpınar, XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi

1. Şiir-Şair

Dünya edebiyatında şiir ve şiir sanatı / poetikası üzerine bilinen ilk eser Aristoteles tarafından yazılmış Poetika’dır. Bu eser hem tamamen edebiyat teorisine ayrılmış ilk çalışmadır hem de bu konuda kanonun en önemli yapıtlarından biri kabul edilmektedir. Gerçi eserin salt tragedya ile ilgili kısmı günümüze ulaşmıştır, buna karşın geniş bir skalada Arabî’den Cicero’ya, Horatius’tan Todorov’a, Schlegel’den Scheler’e, Goethe’den Hugo’ya, Nietzsche’den Eagleton’a, İkinci Yeni şairlerinden Koçak’a kadar pek çok kuramcı, dilbilimci, şair ve eleştirmeni derinden etkilemiştir.

Todorov, Poetikaya Giriş adlı klasikleşmiş metninde bu eserin nesnesinin edebiyat olmadığı konusunda bizi uyarır. Bu anlamda, der Todorov; bu kitap bir edebiyat teorisi çalışması değil, dil kullanan temsile (mimesis) ilişkin bir çalışmadır (Todorov, 2014: 19). Hermeneutik (yorum bilgisi) üzerine bilinen en eski çalışmayı yapan Platon da İon (Şiir Üstüne) adıyla derlenen diyaloglarında şairleri Tanrıların yorumcuları, ozanları ise şairlerin yorumcuları olarak niteledikten sonra şöyle diyecektir:

(…) ömrünüz hep büyük şairleri incelemekle geçer, en çok da Homeros’u. Onun yalnız mısralarını anlamanız yetmez, düşüncesini de adamakıllı tanımanız gerekir. Şairin ne demek istediğini anlamadan ozan olunmaz ki… Ozan dediğin, dinleyicilere şairin fikrini açıklayabilmeli; bunu başarabilmek için de onun ne demek istediğini anlamak gerek.” (Platon, 1998: 535e)

Şairin ne demek istediğini anlayabilmek, öznel değer yargılarına dayalı özgün bir birlik olan dili ve şiiri işleyebilmekten geçer. Şiir de dille yaratıldığından, her seferinde kendini işleyip yeniden var ettiğinden başat ilkesi özgürlüktür. Mehmet Yalçın bu sebeple şiirin anlığa değil duyguya seslendiğini ve salt ozanın / şairin kendisinin yorumlayabileceği bir iç dünyanın ürünü olduğunu belirtecektir (Yalçın, 2010: 20). Şu hâlde şiir ve şair üzerine bir şeyler karalama ereğiyle işe girişen kişilerin (edebiyat teorisine dayandığını savlamıyorsa) öznelliğin uçsuz bucaksız çölünde olduğunu akıldan çıkarmaması gerekmektedir. Yorum her zaman eksik kalmaya, ardında sayısız boşluklar bırakmaya ve epistemik dolaylamalarda bulunmaya mahkûmdur. Kaldı ki edebiyat eleştirisi ya da edebiyat araştırması nasıl yapılırsa yapılsın hiçbir toplumu ilerletmeyecek ve o toplumdaki yurttaşları kurtarmayacaktır. Shakespeare bizi daha iyi ya da olduğumuzdan daha kötü yapmayacaktır. Fakat bize, kendi kendimizle konuşurken kendimizi daha iyi duymayı öğretebilecektir. Bize, kendimizdeki ve başkalarındaki değişimi ve hatta belki de değişimin en son hâlini kabul etmeyi öğretebilecektir (Bloom, 2018: 40-14). Bu, tüm edebî metinler (şiir, roman, öykü, deneme vb.) için geçerlidir. O hâlde Huizinga’dan ödünçleyerek söylersek, şiir de roman ve öykü gibi dille yapılan bir oyundur. Dili dille alt etme oyunudur. Ve her şeyde olduğu gibi sürekli diyalektik bir süreci imler.

Tüm bu süreçler, felsefede pek çok açıdan ele alınıp incelenmiştir. Dünyada-olan tüm varlıklardan farklı özelliklere sahip olan insan; ontolojide, psikanalitikte, ilişkisel sosyolojide, hermeneutikte, beşerî tarih ve coğrafyada, epistemolojide, poetikada (bir şair ve yaratıcı, eyleyen olarak) ve cümle insanî bilimde özgün orada varlığıyla hülasa edilmiştir. Heideggerci anlamda beşer, hep bu dünyada vardır. Heidegger bunu olma biçimi olarak adlandırır. İnsan varoluştur (Dasein). Yaşayan, varolan, orada (Da) olan bir varlıktır (sein) ve ilgilendiği kendi varlığıdır, çünkü varlığa yönelik soruları eninde sonunda kendisine yönelir (Toprak, 2016: 109).

Kendine yöneliş, XIX. ve XX. yüzyıllarda gelişen pozitif bilimlerle öznel alana ait olan sanat, edebiyat ve şiirin metafor, metonimi, anlam aşınımı, temsil, sinekdoki, retorik, katharsis, sembolik dil, deneyim, temsil gibi konularda2 ayrışmaları ve son noktada kopuşları hatta paradoksal olarak kesişimleri beraberinde getirmiştir. Bu da şiirde karşılaşma alanları yaratmıştır. Çalışmamızın konusu olan Arkadaş Zekâi Özger şiirinde de (yekpâre olmasa da) bu karşılaşmaları gözlemlemek mümkündür. Platon’da Tanrıların sözlerini kendinden geçerek insanlara aktaran, şizofreninin sınırlarında dolaşan ve ideal Devlet’ten kovulan şamatacı, ruhî bunalımlı, yarı deli, şizofren şair; hep yeniden okunmaya, hayretle izlenmeye ve özenle incelenerek anlaşılmaya çalışılacaktır.

2. Çocukluk: Hercai Menekşelerin Arasında Büyüyen Huzursuzluk

Şair bazen açgözlü bir akbaba öznesiyle mücadele eden bir Prométhée
ya da kendi şiirlerini yiyen Ugolin ya da öznenin Python’u tarafından
onlarla birlikte boğulmuş Laocoon olabildiği gibi, hiç kuşkusuz, kalbi
acılarla dolu, duyduklarını yazan bir insan da olabilir.

Louis Aragon, Şiirin Gizemi Ezgidedir

Asıl adı Zekâi Özger idi. “Arkadaş” müstearını, içindeki sıcaklıktan olacak, kendi seçmiş ve şiirlerini bu adla yayımlamıştır. Selanik göçmeni yoksul bir ailenin hayatta kalan yedi çocuğundan beşincisi olarak, 8 Ocak 1948’de Bursa’da doğdu. 5 Mayıs 1973’te, 25 yaşındayken hayata gözlerini yumdu. Şiiri tam olgunluğa erişemeden, çocuk denebilecek yaşta aramızdan ayrıldığı için onun şiir poetikasını çözümlemek bu sebeple oldukça zordur.

Babası Ali Bey (Özger) yoksul bir işçi olduğundan sürekli çalışmaya devam etmek zorunda kalmış, Arkadaş’ın kız kardeşi Şükran Tekin’in de belirttiği gibi hafta sonları evde, çevredekilerin ayakkabılarını tamir etmeye başlamıştır.

Arkadaş’ın yakın çevresi onun sessiz, sakin ve içine kapanık bir çocuk olduğu savında birleşirler. Küçük yaşlarda geçirdiği kemik hastalığı (osteomyelit) Bursa’da hep birlikte yaptıkları bahçeli evde, annesi Fahriye Hanım’ın ektiği hercai menekşeli sevgi yuvasında ilk kırılmaya sebep olur. Zorlu ameliyatlar sonucunda aylarca hastanede yatmak zorunda kalan ve uzun süre koltuk değnekleriyle dolaşan Zekâi, bundan böyle kendini dünyaya daha da kapatacaktır. Yürürken aksayan, sağ bacağı sol bacağına göre daha kısa kalan Zekâi, ilkokul, ortaokul ve lise sıralarında şiiri, romanı, tiyatroyu ve edebiyatı bir sığınak belleyecektir.

1965 yılında henüz lise öğrencisiyken Ömer Zafer Göktürk ile birlikte çıkardıkları dergide (Kent 16, Aralık 1965, bir sayı çıkabilmiştir3) ilk şiiri Niye Kapalı Kapılarınız – Bulamıyoruz4 yayımlanır. Aynı yıllarda (1965-1966) Bursa Devlet Tiyatrosu öncülüğünde ODA tiyatrosunun5 desteğiyle bir çocuk tiyatrosu kurulur Bursa’da. Oyuncu seçiminde Zekâi Özger ve arkadaşı Ömer Zafer Göktürk seçilirler. Mark Twain’in kaleme aldığı Tom Sawyer adlı oyununda oynarlar. Ardından William Saroyan’ın İstiridye ve İnci adlı oyunu için çalışmaya başlarlar.

Zekâi’nin çocukluğu ve ilkgençliği oldukça zor şartlar altında geçmiştir. Mektuplarında çocukluğunu şöyle anlatacaktır:

-bursada doğmuşum. Çocukluğum ve yeniyetmeliğimin ilk yılları bu kalleş kentte geçti. ben hiç çocuk olmadım diyebilirim. ya da bir çocuğun yaşıyabileceği hayatı hiç yaşamadım. / çocukluğum acılarla, yoksullukla ve hastalıklarla geçti. / benim hiç oyuncaklarım olmadı. anımsadığım tek oyuncak, babamın hastaneden çıktığım gün bana aldığı on beş liralık bisikletti. sonra o da eskiciye satıldı. dingin, ağırbaşlı bir çocukmuşum o zamanlar da. hiç ağlamazmışım. / ve galiba bu yüzden şimdi çok ağlıyorum./” (Cahit Kürnek ile Arkadaş Z. Özger’in mektuplaşmalarından. Sevdadır’ın içinde, s. 99-108)

Yoksulluk, yoksunluk ve hastalık onu daha bireysel olmaya yöneltecek, ruh hâlinin ve şiirinin daha melankolik olmasına yol açacaktır. Arkadaş Z. Özger şiiri incelendiğinde ironik söylemi benimseyen, toplumcu gerçekçi çizgide ilerleyen ve bireyi ve psikolojisini dile getiren olmak üzere temelde üç izlek olduğunu söyleyebiliriz gerçi. Fakat onun şiiri hiçbir zaman sloganist olmamıştır. Hep bir naiflik ve lirik söylemin özgür damarını barındırmıştır Arkadaş Z. Özger şiiri.

Lise üçüncü sınıftayken ailesi Bursa’dan ayrılır. Lisedeki son yılını, evli olan büyük ablasının yanında geçirir.

1970 yılında Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Basın Yayın Yüksek Okulu’nu bitirir Zekâi. 1968’de Yeni Eylem’de yayın kurulu üyeliği yapar. TRT Ankara Televizyonu’nda kurgucu olarak çalışır. 5 Mayıs 1973’te “beyin kanaması”ndan hayata gözlerini yumar (Şüpheli bir ölümdür bu. Şüpheli olduğu kadar da siyasidir. Eşcinsel kimliğinin de dövülüp dışlanmasında rolü olduğu bilinmektedir). Yürüyüşler, eylemler ve başkaldırılar bu dönemde başlar. Soyut, Yordam, Papirüs, Forum, Dost, Yansıma gibi dergilerde ürünleri bu dönemde yayımlanır.


3. Üniversite Yılları: İtaat Etmeyen Beden

(…) Sağ bacağım topaldır benim
onunçin incedir yüreğim
onunçin aksarım hayata ve denize
yeryüzünün güneş renkli mayosu bile
giyince sırıtır bacaklarımda
ah benim ostomyolit kokan sağım (…)”

Arkadaş Z. Özger, Kurdeşen

Zekâi Özger’in üniversite yıllarına dair bilgiler daha çok arkadaşlarının aktardıklarına dayanmaktadır. Tahir Abacı bu yılları 2000’de yayımladığı “Arkadaş Z. Özger İçin” başlıklı yazıda anlatır. Siyasal Bilgiler Fakültesi’nin Basın-Yayın Yüksek Okulu’nda okuyan Arkadaş Zekâi Özger ile Tahir Abacı 1969’da SBF’nin yurdunda tanışırlar. Hikmet Kıvılcımlı’nın, Mihri Belli’nin konferanslar verdiği, sürekli siyasal etkinliklerin düzenlendiği Hukuk Fakültesi’nde çelimsiz ve narin gövdesiyle, sanata tutku derecesinde bağlı olmasıyla dikkat çeker şair.

O yıllarda üniversite dışında olup biten eylemlere ve mitinglere kulak vermediği, daha çok üniversitede olup bitenlere kulak verdiği gerekçesiyle Arkadaş Zekâi Özger ve Tahir Abacı’nın arası açılır. Daha doğrusu Tahir Abacı, üniversite dışındaki mitinglerin, yürüyüşlerin içinde olmadığı ve nisan ayında yapılmış olan büyük yürüyüşten sonra ölümden korktuğu için katılamadığını söylediğini belirterek “umutsuz vaka” olarak niteler onu. Ve 1970’in bahar aylarında aralarında geçen bir tartışmadan sonra Abacı gruptan kopar. Birkaç ay sonra Siyasal Bilgiler Fakültesi baskını yaşanır:

Bir eylemden dönen birkaç kişiyi izleyen polisler, SBF yurdunu basmak istediklerinde direnişle karşılaştılar. Çatışma saatlerce sürdü ve yurt kat kat ele geçirildi. Sonra polisler yurttan ana caddeye bir koridor oluşturdular ve yurttan çıkarılan öğrenciler, bu koridordan cop ve tekme darbeleri arasında geçirilerek gözaltına alındılar. Olayı duyduğumda Arkadaş’ın o çelimsiz gövdesiyle buna nasıl dayandığını düşünerek kaygılandım. Arkadaş birkaç gün sonra gözaltından çıktı. İlk işlerinden biri de kaldığım yurtta beni bulmak ve benimle barışmak oldu. Öfke doluydu. Yurt baskınını anlatan ünlü şiirini o günlerde yazdı.” 6

Kız kardeşi Şükran Tekin, bu baskının ayrıntılarını şöyle anlatır:

Ben, üniversiteyi kazanıp Ankara’ya gelmiştim. Siyasal Bilgiler’in yurdunda kalıyorduk. Niğde Yurdu’nda kalanlar tarafından yurdumuz basıldığında ikimiz de oradaydık. Ben kurtuldum. Zekâi ve diğer arkadaşlar arabalara atılıp götürüldüler. İki üç gün boyunca her yerde aradım. Nerede olduklarını bulamıyordum. Sonunda, savcılıkta bekletilen grup içinde olduğunu öğrendim. Nasıl olduğunu merak ediyordum. Savcılığa gittiğimde önce göstermek istemediler. Daha sonra biri insafa geldi ve Zekâi’yi getirdiler: Görünüşü korkunçtu. Yüzünde hâlâ cop izleri vardı. Beni görünce gözleri parladı. Anladım ki o da bana bir şey olduğundan kaygılıydı. İyi olduğumu görünce rahatladı. Ertesi gün çıkardılar. O sıralarda bir arkadaşın evinde kalıyordum. Zekâi geldi. Vücudunda, boynunda, yüzünde siyahlaşmamış yer yoktu. (…) Günlerce, gecelerce konuştuk. Nasıl copladıklarını anlattı. ‘Kötü vurdular, hem de çok kötü.’ demişti. Özellikle birinin kendisine nasıl vurduğunu anlattı. Önce başının arkasına, sonra da boynun önündeki kıkırdak çıkıntısına vuruyor ve küfrediyormuş. O günlerde bana şöyle demişti: ‘İnşallah bunların arkasından bir şey çıkmaz.’ Sanki, içine doğmuştu.”(Tekin, 1998, s. 12-15)

Arkadaş Zekâi Özger, annesinin Kayseri’ye, büyük kızının yanına gittiği 28 Nisan 1973 yılının akşamında, TRT’deki programını izlemek üzere bir yerlerde televizyon izledikten sonra, geç bir saatte eve dönerken, Meşrutiyet Caddesi’nin merdivenli bölümünün sağ tarafındaki dar ve karanlık bir sokakta düşmüş, ertesi sabah bulunup Numune Hastanesi’ne kaldırılmış ve burada, henüz 25 yaşındayken hayata gözlerini yummuştur.

[İleride yayımlamayı düşündüğü şiir kitabı için “Ne zaman yayımlarsam yayımlayayım adı ‘Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası’ olacak!” diyen şairin şiirleri bu adla ilk kez 2014 yılında yayımlanmıştır (İlk baskı Tekin Sönmez Tarafından Şiirler adıyla kitaplaştırılmıştır. Nadas Yayınları, 1974)].

Arkadaş çok genç yaşta, bestelenmiş/bestelenmemiş onlarca şiir, birkaç mektup, bir yazı ve soru işaretleri bırakarak ayrıldı aramızdan.

Şiirleri sanatsal açıdan incelememiz de farklı bir yazıya kalsın.

KAYNAKLAR:

Bloom, Harold (2018), Batı Kanonu, Çev. Çiğdem Pala Mull, İthaki Yayınları, İstanbul.

Mayakovski Vladimir, Eluard Paul, Aragon Louis, Brecht Bertolt, Neruda Pablo (1994), Saf Şiir Yoktur, Broy Yayınları, İstanbul.

Toprak, Metin (2016), Hermeneutik ve Edebiyat, Dergâh Yayınları, İstanbul.

Cebeci, Oğuz (2013), Metafor ve Şiir Dilinin Yapısal Özellikleri, İthaki Yayınları, İstanbul.

Tanpınar, Ahmet Hamdi (2012) XIX. Asır Türk Edebiyatı Tarihi, Dergâh Yayınları, İstanbul.

Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi (2010), Cilt 2, s. 830.

Tekin, Şükran (1998), Arkadaş Z. Özger, Sevdadır’ın içinde, s. 12-15.

Todorov, Tzvetan (2014), Poetikaya Giriş, Çev. Kaya Şahin, Metis Yayınları, İstanbul.

Yalçın, Mehmet (2010), Şiirin Ortak Paydası I: Şiirbilime Giriş, İkaros Yayınları, İstanbul.

Özger, Arkadaş Z. (2018), Sevdadır, 7. Basım, İzmir.

Özger, Arkadaş Z. (2018), Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası (Haz. Kenan Yücel), Ve Yayınevi, 6. Basım, İstanbul.

NOTLAR:

1 Türk Dili ve Edebiyatı Ana Bilim Dalı, Yeni Türk Edebiyatı Bilim Dalı, Uzman
E-mektup: utku.ozbay@gmail.com

2 Daha ayrıntılı bilgi için bkz. Oğuz Cebeci, Metafor ve Şiir Dilinin Yapısal Özellikleri, İthaki Yayınları, İstanbul, 2013.

3 Dergi hakkında daha ayrıntılı bilgi için bkz. Kenan Yücel, “Arkadaş Zekâi Özger’in Dergisi: ‘Kent 16’”. Erişim linki: https://www.veyayinevi.com/arkadas-zekai-ozgerin-dergisi-kent-16/
Toplam sekiz sayfa olan derginin fotokopilerinin fotoğraflarını https://issuu.com/veyayinevi/docs/kent-16 bağlantısından okuyabilirsiniz. Ayrıca derginin ilk ve son sayfasının fotoğrafı için bkz. Görsel 1 ve Görsel 2.

4 Bu şiir, Arkadaş Z. Özger’in toplu şiirlerini yayımlayan Mayıs Yayınları ve 2014 yılında yeniden şiirlerini titiz bir çalışmayla, Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası adıyla bir araya getiren Ve Yayınevi (Haz. Kenan Yücel) tarafından Mumsöndü adıyla yayımlanmıştır. Mayıs Yayınları Baskısı, s. 163-164; Ve Yayınevi Baskısı, s. 27-28.

5 ODA Tiyatrosu hakkında daha fazla bilgi için bkz. Uğur Ozan Özen, Bursa ODA Tiyatrosu, Nilüfer Belediyesi, Bursa, 2013.

6 Şair yurt baskınını Adak adlı şiirinde anlatır (Ocak 1971). Şiir “Yurtlarını yiğitçe savunanlara” ithaf edilmiştir. Sevdadır, s. 213-219. Sakalsız Bir Oğlanın Tragedyası, s. 69-72.